Bir müzikten nefret etmek
Diğer
30 Kasım 2025
Çocukluğumun yaz tatilleri unutulmazdır. Tek çocuk olduğum günlerde annem ve babam önde, ben arkada arabayla Ege-Akdeniz turuna çıkardık. Memleketimiz Mersin'den çıkar, babaannemlerin yaşadığı İstanbul'a doğru yol alırdık -veya tersi yönde-. Manevi dedem ve ciciannemlerin yaşadığı İzmir'den geçerdik. Sahil boyunca beğendiğimiz otellerde birer, ikişer gece konaklayarak, farklı sahillerden denize girerek yolumuza devam ederdik.
Arabayı babam kullanırdı. Babamın sesi güzeldi, annemde de iyi güfte hafızası vardır. Tatil yolunda neşeleri yerine gelir, Türk sanat müziği şarkıları söylemeye başlarlardı.
Tuhaftır, ben bu eyleme gıcık olurdum! Kulaklarımı kapatıp, "susun, duymak istemiyorum bu şarkıları!" diye bağırırdım arka koltuktan. Onlar da bir süre eğlenir, sonra susarlardı... bir süre sonra tekrar başlamak üzere:)
Nefret ediyordum o müzikten!.. Peki ama neden?! Şimdi düşünüyorum da... Sanırım, o şarkıları bilmiyor oluşum en önemli etkendi. Annemle babamın arasında olan, bu şarkılardan kaynaklı, benim dahil olamadığım bir bağın varlığı muhtemelen bende kıskançlık yaratıyordu.
O zamanlar müzikle ilgilenmiyordum. Ancak müziğin üzerimde güçlü bir etkisi vardı. İlerleyen yıllarda müzik öğrenmeye başlarken çeşitli müzik türlerine ilişkin başka ön yargılarım da önce ortaya çıkacak, sonra eriyip gidecekti.
Zeki Müren'i babaanneme benzetirdim çocukken. Türk Sanat müziği, içi geçmiş, ruhu büzüşmüş saçı röfleli teyzelerin garip bir zevki gibi geliyordu.
Popüler müzik türlerinden ayrı tiksiniyordum. Bir türlü bağ kuramadığım, kurmak da istemediğim popüler kültürün meraklısı yaşıtlarım (önce çocuklar, sonra gençler) kendimi hiç ait hissetmediğim bir frekansta takılıyorlardı. Baterinin, gitarın, bas gitarın sesi her zaman bana bu dejenere kültürü -veya kültürsüzlüğü- hatırlattığı için o yıllarda iyisini, kötüsünü ayırt etmeden bu enstrümanları içeren müzikten topyekun uzak durdum, durabildiğim kadar.
Türk halk müziği de midemi bulandırıyordu. Özellikle bağlamanın sesi. Ne zaman radyoda duysam hızlıca kapatma isteği oluşurdu içimde. Mağdur, zavallı, cazibesiz, tatsız, hasta olduğum zaman içirdikleri nane-limon çayı gibi iç bulandıran bir his.
Klasik batı müziğiyle babamın plakları dolayısıyla tanıştım ve hayran oldum. Televizyondan Hikmet Şimşek'in hazırlayıp sunduğu Pazar Konserleri'ni izlemeye başladım. O zamanlar Mersin'de gidebileceğim klasik müzik konserleri yoktu. Opera, konservatuvar yoktu. Klasik müziği plaklardan, televizyondan ve radyodan dinleyebiliyordum. Dinledikçe içinde kendimi daha yakın hissettiğim, "ben bu olmalıyım" dediğim şeyler buldum. Oraya kendimi ait hissettikçe bağlandım, o kültürü daha iyi öğrenmeye ve içselleştirmeye odaklandım; oraya bağlandıkça da diğer müzik türlerini dışlar oldum.
Diyeceğim o ki bir müzik türünü sevip sevmememizde "aidiyet" duygusunun çok büyük rolü var.
Eminim hepimizin benzer hikayeleri vardır. Bazılarımız farkında olmayabiliriz, ancak bazı müzik türlerini hangi yaşlarda neden sevmeye veya sevmemeye başladığımız üzerine hafızamızı derinlemesine yoklarsak, bir noktada müziğin kendisiyle, yani içeriğiyle alakasız, o müziğin içinden çıktığı veya bize ulaşmasına vesile olan sosyo-kültürel ortamın, bağlamın o müzik hakkında oluşan yargılarımızı büyük oranda şekillendirdiğini görmemiz mümkündür.
Ben 4,5 yaşındayken babamın işi dolayısıyla ailecek Suudi Arabistan'da taşındık, 5 yıl orada yaşadık. İlkokula orada başladım. O zamanlar Arap televizyonunda Türkiye'de görmediğimiz kadar çizgi film vardı. Türkiye'de ara sıra ufak tefek çizgi filmler gösterilirken Arabistan'da ard arda, Türkiye'de bilmediğimiz bir sürü çizgi film gösterilirdi. Japon yapımları, Amerikan yapımları... Okuldan geldiğimde evde bol bol çizgi film seyrederdim. Bu benim için öyle özel bir rahatlama anıydı ki, o anı bozan şeylere karşı antipati geliştirmemi anlayabilirsiniz, değil mi?
Arabistan'da ezan (selâ) vakti geldiğinde ülkedeki her şeyle birlikte televizyon da felç olurdu. İzlerken çizgi filmin ortasında görüntü kesiliverir, bir minare veya kabe görüntüsü eşliğinde selâ okunurdu. Çizgi film saati bittiğinde de genelde müzik gösterirlerdi: ateş etrafında entarileriyle, kılıçlarıyla geleneksel danslarını yapan Arap erkekleri. Her iki durumda, keyfimi sekteye uğrattıkları için kızardım televizyondakilere! O minareyi veya o entarileriyle dans eden adamları gördüğüm anda yerimden kalkar, televizyona önce dil uzatır, nanik yapar, sonra dönüp popomu göstererek protesto ederdim.
Böyle böyle nefret eder oldum Arap müziğinden...
Riyad'da yaşadığımız evde Türk komşularımız vardı. Komşunun oğlu Ömer benden azıcık büyük olmakla birlikte o aralar en sevdiğim, en sık oynadığım arkadaşımdı. Ne var ki Ömer'le beni farklı kamplara ayıran bir şey vardı: Müzik zevki! Ömer Michael Jackson hayranıydı. Bense sevmezdim. Mamafih, bilirsiniz, internet öncesi çağda, radyo, televizyon tek kanalken insanların müzik konusunda seçme şansı sınırlıydı. Salonda TV açıksa, o an ne varsa o dinlenirdi........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein