Ev, aile ve kaçışsızlık: ‘All Her Fault’ üzerine
Diğer
30 Kasım 2025
All Her Fault’u izlerken, dizinin kendisinden çok izleme deneyiminin bende açtığı yolların peşinde gitmeyi istedim. Bu yüzden bu yazı tam olarak bir dizi çözümlemesi değil; bir alımlama anı. Spoiler’a hassas olanlar için küçük uyarı, devamını diziyi bitirdikten sonra okumak daha iyi olabilir.
All Her Fault dizisi bu yıl izlediğim iyi dizilerden biri, yine daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Bunu o kadar sık düşünüyorum ki sorun dizilerde değil bendedir noktasına vardım sanırım. Bana çoğu izlediğim biraz uzun, biraz yapay, biraz zorlama, biraz biraz biraz geliyor. Dizi bir kitaptan uyarlanmış, kitabın yazarı çocuğunu kaybedebileceğini düşündüğü gerçek bir anı bir kurgu soruya dönüştürmüş ve ardından dizi çekilmiş.
Bu diziyi dizinin geçtiği mekanları düşünmeden izlemek imkânsız. Ben iç mekân resimlerini oldum olası severim. Ama burada iç mekanla yapılan başka bir şey. Bizi yani ortalama izleyiciyi, kurdukları iç mekanla hem o dünyadan ayırıyorlar hem de zenginlik de çözüm değil gibi bir sonuç çıkıyor mizansenlerden.
All Her Fault’ta iç mekânlar bu dizinin gerçek başrolü gibi. Hikâyeyi taşıyan, hatta ilerleten şey sadece karakterlerin duygusal ritmi değil, o ritmi belirleyen duvarlar, koridorlar, bahçeler, pencereler. Zenginliğin parlak yüzeyi ile içindeki çatlağın sürekli birbirine sürtündüğü bir alan. Bir ev ne kadar büyükse, içinde sakladığı şey de o kadar büyüyor sanki.
Dizide temelde iki ev var. İrvine’lerin pastoral kır malikânesi ile Kaminski’lerin modernist beton kabuğu, bu iki ayrı ruh hâli ama sonunda görüyoruz ki, çok da farklı değiller aslında. İlki kısmen daha “ev gibi” ışıklı, neredeyse fazla konforlu ama labirent gibi ve devasa. İlk gün çocuğu ararlarken nereden girip nereden çıktıklarını anlamıyorsunuz bir türlü. İkincisi keskin, soğuk, geometrik, her şeyi saklayan ve her şeyi olduğundan daha masum gösterebilecek bir estetik. Bu iki ev arasındaki geçişlerde hem dizinin tansiyonu hem mekânın niyeti değişiyor. Bir mekânın “niyeti” olur mu? Evet. Bir evin kimi içine alıp kimi dışarıda bıraktığı, kimi saklayıp kimi görünür kıldığı, niyettir.
Bu yüzden diziyi izlerken mekânın bize neyi anlatmaya çalıştığını düşünmeden duramıyorum. Zenginliğin ferahlık değil sıkışma yarattığı, mimarinin estetik değil baskı olduğu anlar var. Evler, karakterlerin söyleyemediklerini söylüyor. Sırlar evlere gömülü. Bu tür evler seyirciyi hem içeri davet ediyor hem onu dışarı itiyor. Bizi hikâyenin parçası yapıyor ama aynı zamanda “bu dünya senin değil” diye sesleniyor. İç mekân resimlerine duyduğum sevginin tam karşısında duran bir etki bu. Vuillard’ın çiçekli odalarında insan biraz boğulur ama yine de o boğulma tanıdıktır. Burada ise tanıdıklık yok, her detay kusursuz ama hiçbir detay sıcak değil. Zenginlik bir sis perdesi oluşturuyor.
Birkaç iç mekân resmi gösterip ardından yazıya kaldığım yerden devam edeyim. Bu gördüğünüz........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein