İBRAHİM GÜRAY AYTEKİN ÖZEL HABER ARAŞTIRMA
Büyücülüğün doğuş yerinin Babil imparatorluğu olduğu genel olarak kabul görmüş bir rivayettir. Babil halkının meleklere ve ruhlara ibadet ettikleri görülmüştür. Büyücülük, İslâm`dan önce Araplar`da, Rumlar`da, Hintliler`de, Mısırlılar`da da yaygındı. Özellikle Hz. Musa zamanında büyücülük itibarlı meslekler arasında anılıyordu. Türklerde de Şamanizm’den gelen inanç ve geleneklerin etkisiyle büyü yapma, fal baktırma, cin ve peri çağırma gibi uygulamalara sıkça başvurulmuştur.
Eski Türk dilinde büyü bügi, bügü şeklinde yazılmakta ve “sihirbaz, din adamı” anlamına gelmekteydi. Daha sonra “akıllı” anlamını kazanan kelime bilge ile anlamdaş olmuş gözükmektedir. Büyü anlamına gelen Almanca ve Fransızca magie, İngilizce magi, magic kelimelerinin aslının Yunanca magostan geldiği bilinmektedir.
Eski Farsça dilinde büyü magu kelimesiyle karşılanmakta, eski İran’da tabiat üstü güçleri kullanabildiğine inanılan Med kabilesi mensubu rahipler sınıfına da maguş denilmekteydi. İslâm kaynaklarında mecûs, mecûsî şeklinde geçen kelimelerin, tabiattaki bazı varlık ve olayları yönettiği, gaipten haber verdiği, büyücülükle bazı işleri gerçekleştirdiği kabul edilen bu sınıf için kullanıldığı söylenebilir.
Bütün bunlar göz önünde tutularak büyü, “tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler” şeklinde tarif edilebilir. Kutsalla ilişkisi bulunmaması ve ahlâkî amaç taşımaması büyünün en temel özellikleridir; başlıca gayesi ise daima çıkar sağlamaktır.
Büyünün asıl amacı insana ve olaylara etki ederek bol ve çok avlama, balık tutma, hayvan yetiştirme, düşmanı yenme, zarara uğratma veya öldürme, çocuk, ürün ve mal çoğaltma, kadın elde etme, hastalıktan kurtulma, kısacası bitkileri, hayvanları, insanları, tabiat olaylarını ve güçlerini kontrol ederek şu veya bu kişi yahut kişilere iyilik ya da kötülük etmek suretiyle bir menfaat sağlamadır. Büyü, olağan üstü etkileyici bir güç veya bilgiye sahip olduğuna inanılan bazı insanlara yaptırılır. Bunlar büyücü, şaman, sihirbaz, hekim gibi toplumlara göre adları değişen kimselerdir. Bunların güçlerini iyiye de kötüye de kullanabileceklerine inanılır.
Büyüde araç olarak ruhlar, cinler, şeytanlar, canlı veya ölmüş bazı hayvanlar, cisimler, şekiller, hatta adlar kullanılır. Tarih boyunca büyüye başvurulduğu gibi günümüzde de en gelişmiş toplumlarda bile büyü yapanlara ilgi duyanlar vardır.
Türkler’de. Çeşitli Türk kavimlerinde büyü, kehanet, falcılık, cincilik vardı. Şaman Türkler’de kam kelimesiyle ifade edilirdi. Kam ruhlar, tanrılar ve cinlerle ilişki kurabildiğine inanılan kimse idi. O afsun (arvaş) ve büyü yapar, afsunlu sözler söyler, kâhinlik (ırk) yoluyla insanın içinden geçenleri bilir, gaipten haber verir, cin çarpmasını ve hastalıkları tedavi ederdi; anlaşılmayan afsunlu sözler söyler, üfürür, davul döver, kendinden geçerek görünmeyen varlıklarla ilişkiye girerdi. Kam ve üfürükçüye (afsuncu, arbağçı) ürüng denilen bir ücret verilirdi. Eski Türkler’de çocuklar cinlere ve göz değmesine karşı ilâçla afsunlanırdı. Yine göz değmesine karşı bağ, bostan ve bahçelere korkuluk (abakı) ve nazarlık (kösgük) dikilirdi. Cin çarpan kimsenin yüzüne soğuk su serpilir, sonra “kovuç kovuç” (kaç kaç) denilerek üzerlik ve öd ağacıyla tütsülenirdi. “Kovuz” (Oğuzlar’da “kovuç”) cin çarpmasına karşı afsun, üfürük olarak söylenirdi.
Yel “cin”, yelvi “büyü”, yelviçin “büyücü” anlamında kullanılırdı. Orta Asya Türk lehçelerinde arbağ da (Kıpçaklar’da arbav) “büyü” anlamına gelirdi. Yılanı ininden çıkarmak yahut zehrini gidermek için yılan afsunu okunurdu. Dudaklardaki uçuk kötü bir ruhtan bilinir, özel bir törenle afsunlanarak tedavi edilir, buna uçuklama, tedavi edene de uçukçu denirdi. Havayı etkileyerek yağmur, kar ve dolu yağdırmakta kullanılan afsunlanmış taşa yada, cada ve yat gibi isimler verilmiştir. Kâşgarlı Mahmud yatı “taşlarla yağmur ve rüzgâr getirmek için yapılan büyücülük” şeklinde tarif eder.
Eski Türkler atın boynuna nazarlık olarak moncuk denilen bir taş ve bir çeşit muska (Kazak ve Kırgızlar’da “tumar”) takarlardı. Başkırtlar hastalığı tedavi etmek veya korkuyu yatıştırmak için kurşun eriterek hastanın başında bulunan kap içindeki suya döker ve bu sudan hastaya içirirlerdi. Kurşun döken kadın kurşunun suda aldığı şekle bakarak hastalığın sebebini söylerdi; sudan alınan kurşun hastanın elbisesinin göğsüne muska olarak dikilirdi. İslâm’dan önceki Türk boylarında her türlü belâ ve âfetlere karşı koruyucu etkisine inanılan muska-tılsım âdeti yaygındı. VIII-XIV. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan’da, aralarında Budist ve Maniheist Türkler’in de yaşadığı bölgede yapılan arkeolojik kazılarda tılsım-muskalar (üzerinde afsun formülleri yazılı levhalar, tahta materyal) bulunmuştur. Budist Uygurlar’ın dinî kitaplarında da tılsım şekillerine rastlanmıştır.
Bizim dinimize göre büyünün ortaya çıkışına. Hz. Süleyman döneminde toplumda birçok sihirbaz vardı. Bu yüzden insanlar Hz. Süleyman’ın gösterdiği mucizeleri sihir olarak nitelendirip onu yalancılıkla suçlamışlardı. Allah da sihir ile mucize arasındaki farkı anlasınlar diye insanlara sihri öğretecek iki şahıs görevlendirmişti. Kur’an-ı Kerim’de de Bakara suresinin 102. ayetinde insanlara büyüyü öğreten Harut ile Marut adlı iki şahıstan bahsedilmiştir.
Ayet şu şekildedir: “Tuttular, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular. Halbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler. Halka sihiri ve Babil’de Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!" demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi.
İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı. Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!” Ayrıntı verilmediği için Harut ve Marut’un melek mi insan mı cin mi olduğu bilinmiyor. Ancak birçok din alimine göre onlar insan suretine bürünmüş iki melektir. Harut ve Marut insanlara öğrettikleri şeyin kötüye kullanılmayacağına dair söz alarak onlara sihri öğretiyorlardı.
Daha sonra birçok insanın kötüye kullandığı bu bilgi onların imtihanı olacaktı. Zamanında peygamberimize de büyü yapıldığı konusunda söylentiler vardı. Hemen bu olaydan sonra da Felak suresinin indiği rivayet ediliyordu. Bu nedenle büyünün peygamberimize etki etmediği söylenerek büyü yapılan kişilere bol bol felak suresini okumaları tavsiye ediliyordu.Günümüzde hala cahil kesim tarafından bu icraati bir şekilde sürdürenler olsa da genel olarak büyücülük oldukça azalmıştır. En azından büyücüler yaptıkları meslekleri gizli yapar hale gelmişlerdir.
Büyücüler büyü yaptıkları insanların iradelerini yok etme gibi korkunç bir şeye yol açtıkları için toplum tarafından her zaman korkularak bakılan insanlar olmuşlardır. Hatta büyü yaptıkları keşfedilen insanlara bu yüzden ağır cezalar vermişlerdir. Sürgüne yollama, idam etme, cadı diye düşünerek yakarak öldürme bunlardan bazılarıdır. Hatta insanlar büyücülerden o denli korkmuşlar ki çeşitli otlarla ilaç yapıp hastalara şifa dağıtan kişileri bile büyücü diye düşünerek bu cezaları uygulamışlardır.
Çeşitli büyü yapma stilleri vardır. En bilineni küçük bir heykel ya da bebek üzerine kişiye yapılmak istenenlerin büyüsel formüllerle uygulanmasıdır. Orta çağdan kalma başka bir yöntem olan “şanlı el” ise asılan bir kimsenin elinin kesilmesiyle yapılırmış. Kesilen el kurutulur ve avucuna siyah bir mum konularak zehirlenmesi istenen insan için kullanılırmış. Bunun gibi birçok çeşidi bulunan büyüler amaçlarına göre 3’e ayrılmışlardır:
Ak büyü: Aşık olunan kişiyi kendine bağlamak, çiftlerin arasını düzeltmek, düşmanı dost yapmak, erkeği eve bağlamak amacıyla yapılır.
Temas Büyüsü: En çok yapılan büyü şekillerindendir. Frazer, birbiriyle ilişkisi bulunan şeylerin fizikî temas olmasa bile birbirlerini etkileyeceklerini belirtir. Ona göre büyü ile ilgili gücün temasla, yakınlıkla bir başkasına geçtiğine inanılmıştır. Temas büyüsünde temas esas olduğundan parça-bütün ilişkisi inancıyla bir kimsenin saçından alınan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez parçası, bir tırnak ucu, kopartılan bir iplik parçası gibi şeylerle bu büyü yapılır. Temas büyüsü genellikle kişinin iyiliği için yapılmaktaysa da bazan bir kötülüğü uzaklaştırmak veya zarar vermek için de buna başvurulabilmektedir.
Kara büyü: Kişiyi bunalıma sokmak, kaza- belaya bulaştırmak, kişinin işlerinin ters gitmesine neden olmak, karanlık güçlerle iş birliği yapmak amacıyla yapılır.
Pasif Büyü: Genellikle savunma ve korunma için yapılır. Kutsal yazı, bıçak, makas, mavi boncuk ve çeşitli nazarlık eşyalar bulundurularak büyücülerin bazı faaliyetleriyle gebe ve lohusaların zararlı etkilere karşı korunması bu büyü içinde kabul edilir. Büyücü bu maksatla o kişinin muska ve uğurluklar gibi okunmuş veya hazırlanmış bazı şeyleri taşımasını ister.
Kırmızı büyü: Büyülerin en kötüsüdür. İnsanları öldürmek, akıllarını sakatlamak, intihara yol açmak, lanete bulaştırmak, ölülerle anlaşmak amacıyla yapılır.
Taklit Büyüsü. Pek çok yerde uygulanmaktadır. Bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin esasını etkileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme esasına dayanır. Bu büyünün temeli, Frazer’in benzerin benzeri meydana getirdiği şeklindeki ilkesine dayanır. Aynı zamanda analoji büyüsü, homeopatik büyü de denilen bu büyüye hem iyi hem de kötü gayeler için başvurulur. Bu büyü şeklinde çocuk isteyenlerin bezden bebek, ev isteyenlerin de ufak taşlarla bir ev yapmaları benzerin benzer şeyler meydana getirebileceği inancından kaynaklanır. Yağmur yağdırmak için bir genç kızın yeşil dallarla donatılıp başından su dökülmesi de (Balkanlar’da) bir taklit büyüsüdür. Bu büyü çeşidinde dualar ve okumalar ikinci planda kalır. Gerek taklit gerekse temas büyüsü, birbirlerinden uzak şeylerin gizli bir sempati ile birbirlerini etkilediklerini, bir çeşit gizli ve görünmez vasıta ile uyarmanın birinden ötekine geçebildiğini ifade etmek üzere “sempatik büyü” şeklinde de adlandırılır.
Aktif Büyü: Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını yönetim ve denetimi altına alarak güçlü iradesiyle onları dilediği gibi kullanabildiğini iddia eder, kendisinin parapsikolojik bir hayatı olduğunu telkin eder; özel bazı sözleri, tekerlemeleri, dua veya bedduaları ile büyüyü hazırlamak için elverişli bir durum meydana getirmek ister. Meselâ Güney Afrika’da yaşayan Zulu kabilesi mensupları, kızgın kömür üzerine su dökülmesiyle yapılan büyünün fırtınayı önlediğine inanırlar. Kötü ve zararlı olayları önlemek, uğursuzluktan korunmak, insanların zararlarından kaçınmak için bu büyüye başvurulur.
Büyünün bilim ve teknikle ilgisi bulunup bulunmadığı da tartışılmıştır. J. G. Frazer büyünün ilkel bir bilim olduğu, bilimin ortaya çıkması ve gelişmesine yardım ettiğini ileri sürmüştür. Goldenweiser’e göre her ne kadar bu iki disiplin arasında benzer yanlar varsa da büyüde başarısızlık halinde ona olan inanç sarsılmaksızın yeni ve değişik bir büyüye başvurulur.
Halbuki bilim adamı yalnız gerçek ve doğruyu bulmak ve belirlemek ister. Lehmann ise bilimin bir sisteme göre düzenlenmiş, doğruluğu belgelenebilen bilgiler bütünü olduğunu, onun pratikte kullanılışına teknik denildiğini, halbuki büyünün doğru temellere, gözlemlere dayanmadığını, başarısızlık halinde sebebin ya başka etkilerde arandığını veya farklı büyü tarzlarına başvurulduğunu söylemektedir. Bütün bunların yanında büyünün bilimlerdeki gelişmelerde ve insanların tabiata hükmetmesinde itici bir güç olduğu, simyanın kimyayı, astrolojinin astronomiyi hazırlaması gibi büyünün de bugünkü teknolojiyi hazırladığı düşünülmektedir.
Büyü ve büyücülük insanoğlu tarihinde birçok dönemde yer almıştır. Büyü insanların görünmeyen güçlere hükmetme, ölümsüzlüğün sırlarına ulaşma ve hayal ettiklerini çok daha kısa sürede gerçekleştirme istekleri üzerine ortaya çıkmıştır. Bunun için çeşitli yollara başvurulmuş sonucunda yaptıran için iyi, yapılan için ise dehşet verici sonuçlara ulaşılmıştır. Bu işle uğraşıp büyü yapanlara da büyücü denilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen sihir kelimesi büyü anlamını da taşımakla birlikte sihir büyüden daha geniş kapsamlıdır; büyü ile sihrin bazı şekilleri arasında farklar vardır. Öte yandan Türkçe’de büyücü ile sihirbaz aynı anlama gelmemektedir. Sihirbazlıkta gözü, görüşü aldatan, hokkabazlık, el çabukluğu ve renk yanıltmasına dayanan bir sanatı yürütme anlamı da vardır. İllüzyonizm, manyetizma, hipnoz, telepati gibi teknikleri uygulayan sihirbazdır. Büyücü ise iyi veya kötü varlıkların yardımını sağlayan, büyü tekniğini, usullerini, tılsımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muskaları, diğer ilgili maddeleri bilen ve kullanan kimsedir. Cadılar ve kâhinler büyücülerle karıştırılırsa da aslında onlarınki bir teknik değil şahsî kabiliyettir.
Bu yüzden onlar bu işin haram olduğunu bilerek yaptıkları için bedelini ağır ödeyeceklerdir.13. yüzyılda yaşamış Arap hadis ve fıkıh bilgini İmam Nevevi de "Sihir yapmak haramdır, büyük günahlardan olduğunda alimler arasında ittifak vardır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sihir yapmayı yedi büyük günahtan biri saymıştır." demiştir.
Dinimiz büyünün her türlüsünü açıkça haram olarak nitelendiriyor. Çünkü büyü yapmak arzu edilenleri Allah’tan istememek, Allah’ın iradesini yok saymaktır. Ki bu da açıkça şirktir. Ancak yapılan büyüyü bozmak için yapılan büyülerde bir sakınca olmadığı gibi büyüye önlem almak için büyü öğrenmek de sakıncalı değildir.
Din ile büyü arasında benzerlik bulanlara karşı şu görüşler ileri sürülmüştür: Din her şeye gücü yeten bir varlığa, büyü ise tabiattaki bir güce yönelmektir. Dinin bir cemaati, büyücünün ise sadece müşterisi vardır. Dinde günah anlayışı varken büyüde yoktur. Dinde açıklık, büyüde kapalılık ve gizlilik, dinde itaat, bağlanma, büyüde muvakkat bir menfaat hesabı vardır.
Dindeki dua, ibadet, ahlâk, dayanışma, birlik gibi temel unsurlar büyüde yoktur. Büyüde dinî uygulamalardaki mânevî, ruhanî özden, derunî inanıştan çok dış unsurlar, katı şartlar, maddî araçlar ön plandadır. Büyü ilâhî otorite ve ahlâkî kuralların dışındadır. Büyü, inanışa göre, Tanrı veya tanrıların kudretinin üstünde bir şey yapmak veya onları zorlayarak bir gayeyi gerçekleştirmek iddiasındadır. Halbuki dinde Tanrı’ya itaat etmek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak, gazabından sakınmak, ceza veya mükâfatına göre tavır almak söz konusudur. Büyünün temel gayesi menfaat temini olduğundan yerine göre dince kutsal sayılan şeyleri de kendi gayesi için kullanarak dini istismar edebilir. Büyüde şahsî, dinde hem şahsî hem de içtimaî gaye söz konusudur. Dinin devamlılığına karşılık kişinin bilgi, yetenek ve imkânı bitince veya gayesini gerçekleştirince büyü olayı sona erer.