Şimdiki gençler için adeta “tarih öncesi” bir devre tekabül eden 28 Şubat süreci, benim lise yıllarımın tam ortasına denk düşer. Türkiye’nin içinden geçtiği gerilimli atmosferin yanı sıra, o dönemde Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin öğrencisi olmak da, ameliyat masasında narkozsuz operasyon geçirmekle eşdeğerdi, zira darbeci zihniyete sahip asker kadrosunun esas hedefinde biz ve diğer imam hatipler vardı. “Habis ur”a benzetilen bizdik, ülkenin düşmanı ilan edilmiştik, gazete manşetlerinde ve haber bültenlerinde her gün bizler vardık.

Tam 9,5 saat süren 28 Şubat 1997 tarihli meşhur Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısını nefeslerimizi tutarak izlemiştik. O gün, okulda adeta matemli bir hava vardı. Devletin zirvesinin gündemi bizdik ve aylar süren kışkırtmaların, yalan haberlerin ve çığırtkan manşetlerin ardından, bizimle ilgili hayatî kararlar alınacaktı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de desteğini kazanan askerler, Başbakan Necmettin Erbakan’ı -ve elbette onun şahsında Müslüman camiayı- köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Erbakan’ın imzalamaya zorlandığı MGK bildirisi, Türkiye’de İslâmî hayatı devlet eliyle ve jakoben bir zorbalıkla dizayn etmeyi amaçlıyordu.

Yeni Şafak’ın toplantıdan hemen sonraki sayısında, birinci sayfada yer alan bir kutucuk, benim zihnimde 28 Şubat’ın adeta sembolü gibi çakılı kalmıştır: “Erbakan, namaz için ara verdirdi.” Toplantı çok uzun sürdüğü için, merhum Hoca, öğle ve ikindi namazları için iki kez toplantıyı böldürmüştü. Onca sıkıntı ve gerilimin ortasında bile namazın ihmal edilmemesi… Erbakan’ın karşı karşıya kaldığı baskı ve bu baskıları o meşum toplantıda tek başına göğüslemek durumunda kalışı… Yeni Şafak’ın birinci sayfasındaki bu detay, hayatımın en unutulmaz kareleri arasındadır.

(Hükümet düşene kadar dozu sürekli artırılan bu gerilim, Fetullah Gülen’in 16 Nisan 1997 akşamı Kanal D’de Yalçın Doğan’a verdiği röportajla başka bir boyut kazanacaktı. Röportajın yayını, yatılı kaldığımız okulda akşam etüt saatine denk geldiği için, canlı seyredememiştik. Bir arkadaşımız VHS kasete evinde kaydetmiş, getirdi. Ertesi gece sınıflardan birinde, oturup izledik. Gülen şunları söylüyordu: “Askerlerimiz, bir yönüyle, yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar, konumlarının gereğini, anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannedi-yorum, onlar bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet, şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa, bir gece hızlı bir baskınla gelirler, hasımlarını bertaraf ederler, onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde, çok mantıkî davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada. Ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan.” Sunucunun “Erbakan’ı seviyor musunuz?” sorusunu “İnsanlar arasında kalpten kalbe giden yollar vardır. Benimle Erbakan arasında bu yol yok” diye cevaplayan Gülen, MGK kararları hakkında da şu yorumu yapıyordu: “İslâm dininde, müçtehitler içtihat yaptığında, hata etseler bile sevap kazanırlar. MGK bir içtihat kurumudur, kararları da içtihattır. Dolayısıyla, asker yanılsa bile haklıdır.” Gülen’e ve liderlik ettiği yapıya olan mesafem, bu açık çarpıtmalardan sonra berrak bir su gibi netleşmiştir. Gençlerimiz, yakın tarihi keşke daha çok okusa…)

Aradan yıllar geçti, Türkiye değişti, dünya değişti. Lise yıllarımda gündemi takip ettiğim bir ayna olarak elimde tuttuğum Yeni Şafak, 15 Ekim 2016’dan bu yana, haftanın iki günü Ortadoğu ve İslâm dünyasının gündemini hasbelkader okurlarla paylaştığım gazetem oldu. 1997’den 2016’ya kadar, Yeni Şafak, benim için İslâm coğrafyasına açılan bir pencereydi aynı zamanda. Filistin’den Balkanlara, Doğu Türkistan’dan Afrika’ya, ümmetin bütün meseleleri, Yeni Şafak’ın sayfalarında kendisine yer buluyor, hem yazarların kaleminden hem de hazırlanan nitelikli dosyalarla gündeme taşınıyordu. Bugün de bu misyonun hâlâ devam ediyor oluşu, -sadece yazar olarak değil- okur olarak da beni son derece sevindiriyor ve gelece dair umutlandırıyor.

Gazetemiz 30 yaşında. İstikamet üzere, daha nice yıllara…

QOSHE - Coğrafyamıza açılan pencere - Taha Kılınç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Coğrafyamıza açılan pencere

69 1
24.01.2024

Şimdiki gençler için adeta “tarih öncesi” bir devre tekabül eden 28 Şubat süreci, benim lise yıllarımın tam ortasına denk düşer. Türkiye’nin içinden geçtiği gerilimli atmosferin yanı sıra, o dönemde Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin öğrencisi olmak da, ameliyat masasında narkozsuz operasyon geçirmekle eşdeğerdi, zira darbeci zihniyete sahip asker kadrosunun esas hedefinde biz ve diğer imam hatipler vardı. “Habis ur”a benzetilen bizdik, ülkenin düşmanı ilan edilmiştik, gazete manşetlerinde ve haber bültenlerinde her gün bizler vardık.

Tam 9,5 saat süren 28 Şubat 1997 tarihli meşhur Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısını nefeslerimizi tutarak izlemiştik. O gün, okulda adeta matemli bir hava vardı. Devletin zirvesinin gündemi bizdik ve aylar süren kışkırtmaların, yalan haberlerin ve çığırtkan manşetlerin ardından, bizimle ilgili hayatî kararlar alınacaktı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de desteğini kazanan askerler, Başbakan Necmettin Erbakan’ı -ve elbette onun şahsında Müslüman camiayı- köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Erbakan’ın imzalamaya zorlandığı MGK bildirisi, Türkiye’de İslâmî hayatı devlet eliyle ve jakoben bir zorbalıkla dizayn etmeyi amaçlıyordu.

Yeni Şafak’ın toplantıdan hemen sonraki sayısında, birinci sayfada yer alan bir kutucuk, benim zihnimde 28 Şubat’ın adeta sembolü gibi çakılı kalmıştır: “Erbakan, namaz için ara verdirdi.” Toplantı çok uzun sürdüğü........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play