Diğer

Konuk Yazar

11 Mart 2024

Gündem takibi oldukça zor ve belirsiz zamanlarda yaşıyoruz. Gündemin farklı gruplar tarafından başka şekillerde çerçevelenmesi ve gündemdeki olayların farklı nedenlerden dolayı önceliklendirilmesi Türkiye gibi kutuplaşmış ülkelerde daha derin yaşanıyor. T24’te 15 Şubat’ta yazdığım yazıda; İliç’teki altın madeninde yaşanan felaket sonrası aynı endişeyi; ‘gündem kalabalığı’ nedeniyle hızlı unutulma ihtimali ve hesap verebilirlik konusunun yine ‘es geçileceği’ meselesi ile ilgili tartışmıştım. Çünkü daha önceki örneklerde olduğu gibi insani ve çevresel bir felaket olmasına rağmen şeffaf açıklamaların olmaması veya talep edil(e)memesi gibi birçok faktör iktidar ve muhalefetin kapasitesi açısından sorgulanabilir bir durum yaratmaktaydı. Bu ‘sıkıştırılmış olma’ ve ‘açmazda kalma’ hali çoğunlukla birbirine benzer bir dili ve performansı gündemde tutuyor, yeni bir yolun önünü tıkıyor ve değişimin yukarıdan aşağıya çok da ‘değiştirmeyen’ bir şekilde formüle edilmesi nedeniyle sorunlar derinleşiyor.

Geçtiğimiz haftanın siyaset gündeminde öne çıkan olaylardan ikisi ‘günlük’ değerlendirme dışında biraz daha yakından düşünmeyi gerektiriyor. Bunlardan birincisi, aynı zamanda CHP grup başkanvekili olan Afyonkarahisar belediye başkan adayı Burcu Köksal’ın sözleri: “Seçildiğimde belediyenin kapıları DEM Parti hariç her siyasi partiye açık olacak” idi. Bu konuşmanın ardından CHP içinde başta partinin Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere önce ‘dil sürçmesi’ diye yumuşatılmaya çalışılan Köksal’ın farklı şekillerde fikrinde ısrarı ile devam eden bir kriz yaşandı. Bu ayın sonunda gerçekleşecek yerel seçimler genel seçimler havasında geçtiğinden partilerin/adayların söylemsel rekabeti ele aldıkları sorunlar da farklılık gösterebilir. Bununla beraber bağlamsal strateji gereği adaylar avantajı/güçlü oldukları sorunlar/konular üzerine söylemini oluşturabilir[1], il özelinde birbirlerinin ele aldıkları konuları görmezden gelebilirler ya da ortaklaşabilirler.[2] Ama konu ülkenin en önemli sorunlarından birini kapsayan, üstelik CHP açısından ayrımcı-ayrıştırıcı dilden vazgeçmiş-yeni bir söyleme geçilmiş bir noktadan tekrar geriye dönüşü simgeliyorsa olaya daha farklı bakılabilir.

CHP’de daha farklı bir tavrı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu belirtmiş oldu: “Ben CHP’liyim ama ben bu partiye, bu partililere değil, bu şehrin her insanına hizmet ediyorum; her siyasi görüşten olan insanına. Öyle, ‘Ben belediye başkanı olursam, şu partilileri belediyeye almam, şu partililer hariç şunlarla görüşürüm, diyen ya kendine başka bir iş bulacak, ya da başka parti bulacak onu söyleyeyim.”

İkinci konu Mevzular Açık Mikrofon programına katılan İmamoğlu yayını sırasında gerçekleşti. Soru soran seyircilerden biri önce DEM Parti ile ilgili eleştirilerde bulundu ardından İmamoğlu’nun ‘DEM Parti’ye oy veren 7-8 milyonu vatan haini mi ilan edelim’ demesine ‘evet’ diye yanıt verdi.

Bu tabloya birkaç açıdan bakılması mümkün. Türkiye’de Kürtlerin yoğunlukla oy verdiği partiler, daha önce HDP, bugün ise DEM iktidar tarafından güvenlikleştirilmiş bir dil üzerinden “güvenlik-beka” söylemi içerisinde, dışarıda bırakılıyor. İktidarın son yıllardaki kampanyasının önemli bir sürekliliği, tehdit algısını ve güvensizlik hissini HDP ve aktörlerinin üzerinden çerçeveliyor ve bu anlatı ile korkuyu üretiyor olması.[3] Dolayısıyla ‘halkın bloğu’ ve ‘tehdit bloğu’ ayrımı ile seçim kampanyalarında halkın yaşayabileceği iddia edilen güvensizlik koşullarını ve mağduriyetini aktararak siyaset sahnesindeki idealize edilen ve meşru görülenler ile tehdit olanları ‘inşa ediyor’. Özellikle Kürt sorunu ile ilgili çözüm-barış arayışlarının ‘buzdolabına konduğu’nun söylendiği tarihten itibaren, burada siyaset yapan siyasetçiler, bu parti-partiler ile işbirliği yapmak isteyen diğer partiler iktidar tarafından sıklıkla hedefe konuldu. Özellikle seçim zamanında mitinglerde, medyada ‘itibarsızlaştırılmaya’ çalışıldı, pek çok siyasetçi yargı yoluyla ‘sistem dışı bırakıldı-bırakılmaya çalışıldı’. Ana sebep muhalefet ile hareket ettiklerinde, Kürt seçmenin yoğun ilgi gösterdiği gelenek-parti iktidara kaybettiriyordu.

CHP’nin bir önceki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2021 sonundan itibaren başlattığı ‘helalleşme’ perspektifinde partinin uzun süre mesafe koyduğu Kürtlerle-Kürt sorunuyla yüzleşme çabası vardı. ‘Helalleşme’ ile partinin yeni pozisyonu tanımlandı, sadece ‘diğer’ partileri eleştirmektense kendi tabanı ve partisini de değiştirmeyi hedefledi. Fakat o günden beri varlığını sürdüren bir soru bu son tartışmalarla yeniden güncellik kazandı: Bu duruş parti-toplum içinde ne kadar yaygınlaştı? Cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu da hatta Diyarbakır’da uzun süre sonra milletvekili çıkartan CHP de atılan adımların karşılığını gördü. Ancak seçimlere giderken Altılı Masa’daki ortaklardan bazılarının HDP-Yeşil Sol ile yan yana gelinmemesi için çabası, iktidar benzeri dille eleştirisi, Kılıçdaroğlu’nun 2023 seçimlerinin ikinci turuna giderken Zafer Partisi ile yaptığı protokolün detayları Kürt seçmende muhalefete karşı yeniden bir mesafelenme getirdi. Mart seçimlerine DEM Parti yeni yönetim ve yeni bir anlayışla ‘üçüncü yol’ ile gidiyor.

Burada partilerin örgütsel bazında değil seçmen bazında da durumuna bakmak gerekiyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden hocalarım Emre Erdoğan ve Pınar Uyan-Semerci'nin yürütücülüğünde benim de araştırmacı olarak dahil olduğum "Türkiye'de Kutuplaşmayı Azaltmak İçin Stratejiler ve Araçlar" (TurkuazLab) projesi için yapılan araştırmayı yeniden kaynak gösterebiliriz. Araştırmaya katılanların yüzde 34’ü kendilerini AK Parti taraftarlarına, yüzde 22’si CHP taraftarlarına, yüzde 11’i MHP, yüzde 9’u HDP ve yüzde 9’u da İYİ Parti taraftarlarına “yakın” bulduklarını belirtiyorlar. En uzak hissedilen siyasi parti taraftarları söz konusu olduğunda, HDP taraftarlarına kendisini uzak hissedenlerin oranı yüzde 40’ken; bu partiyi yüzde 23 ile AK Parti taraftarları ve yüzde 14 ile CHP taraftarları izliyor. MHP taraftarlarına kendisini uzak hissedenlerin oranıysa yüzde 8.[4]

Daha önce yürütülen araştırma sonuçlarına bakıldığında da HDP taraftarlarının ‘en uzak hissedilen’ taraftarlar sıralamasında birinci olduğu görülüyor. Parti taraftarları arasındaki ilişkiye baktığımızda, her partinin taraftarının kendisine ait bir ‘diğer’ parti taraftarı olduğu ortaya çıkıyor, bu açıdan kutuplaşmanın yalnızca bir tek parti taraftarları için geçerli olmadığını, bütün parti taraftarları arasında gözlemlendiğini söyleyebiliyoruz. Ancak HDP’nin ortak ‘öteki’ olduğu da bir gerçek. AK Parti taraftarları için HDP ve CHP taraftarları, CHP taraftarları için AK Parti ve HDP taraftarları, İYİ Parti taraftarları için AK Parti ve HDP taraftarları ve MHP taraftarları için HDP ve CHP taraftarları en uzak hissedilen siyasi parti taraftarlarını oluşturuyor. HDP taraftarları için AK Parti ve MHP taraftarları uzak kabul ediliyor.Durum böyle olunca da çalışmaya katılanların yüzde 75’inin çocuğunun ‘en uzak’ hissettikleri parti taraftarlarının çocuğuyla evlenmesini istememesi hatta yüzde 67’sinin çocuklarının ‘en uzak’ hissettikleri parti taraftarlarının çocuklarıyla oynamasını istemediği gerçeğiyle yüzyüze geliniyor.[5]

Zaman zaman söylemde farklılıklar işaret edilse de iktidardan muhalefete ‘makbul vatandaş’ ortaklıklarının olduğunu söylemek kaçınılmaz bir durumda. 2023 genel seçimleri sürecinde ‘iki aday tek dil’ yani yerlici-millici olarak yorumlayabildiğim durum daha uzun zamana yayılmış bir şekilde bu mesele için. Ortak ‘öteki’ olmuş Kürt seçmenin yoğun oy verdiği partiler kapatılmadan partilileri uzun süreli hapiste tutmaya veya seçilmiş aktörlerin yerine kayyum atamaya pek çok zorlukla mücadele ediyor. Parti yöneticilerinden sıradan seçmene birbirini besleyen bu ayrıştırıcı dil de yeniden görünür oluyor. Yeri geldiğinde siyasal stratejiyi tanımlayan yeri geldiğinde ise nasıl düşündüğümüzü ve neden belli bir şekilde eylemde bulunduğumuzu meşrulaştıran dilin toplumsal-siyasal riskleri göz ardı edilmemeli. Bir süredir popülist söylemin homojen olarak inşa ettiği ‘biz ve onlar’ ayrımının nasıl üretildiğini anlamaya çalışıyoruz ama gündelik siyasetin içerisinde hâkim bir anlatı bu. Çevremizde yaşananları ve bizim deneyimlerimizi anlamlandırmak için en önemli araçlardan biri olan bu anlatı, bu araç ile birlikte kendi pozisyonumuzu belirleyebiliyor, gerçekliği üretebiliyor, duyguyu iletebiliyor, yargıyı oluşturabiliyor, öyküyü aktarabiliyoruz. Konu seçim kazanmanın-oy almanın ötesinde de düşünülmeli.

Yine bir seçimde daha ‘değişimin içeriğini’ kaybediyor gibiyiz. Değişim aktörlerin dışında genel politika ve bunların içselleştirilmiş tarifiyle kendini belli eder… İliç gibi felaketlerin ‘kader referansları’ ile açıklanması ya da sıkıştırılmış baskıcı bir alanda sesi yansıtmadaki zorluklar iktidar açısından bıkkınlık yaratırken muhalefet açısından da Türkiye’nin ana problemleri konusunda patinaj yapmak aynı hissi uyandırabilir.

[1] Lütfen bakınız: Damore, 2004, The Dynamics of Issue Ownership in Presidential Campaigns, Political Behavior, 27, 71-97.

[2] Lütfen bakınız: https://t24.com.tr/yazarlar/tugce-ercetin/bir-populist-iktidar-muhalefetin-ayarini-bozar-mi,43544.

[3] Erçetin ve Erdoğan, 2023, The Reproduction of Fear in Populist discourse: An Analysis of Campaign Speeches by the Justive and development Party”, Southeast European and Black Sea Studies, https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/14683857.2023.2262241.

[4] Lütfen bakınız: https://www.turkuazlab.org/ilgili-projelerimiz/turkiyede-kutuplasmanin-boyutlari-2020/.

[5] Lütfen bakınız: https://www.turkuazlab.org/ilgili-projelerimiz/turkiyede-kutuplasmanin-boyutlari-2020/.

Dr. Tuğçe Erçetin
İstanbul Bilgi Üniversitesi

İktidarın hesap vermeyen, sorumluluk üstlenmeyen, ‘kader-fıtrat’ gibi referanslarla oluşturduğu anlatının süreci biliniyor. Üstelik muhalefet tarafında hanesine ‘olumsuz’ puan yazılacağı iddia edilen konular söz konusuyken de iktidarın seçmen kitlesini koruduğu da görülüyor

Seçim sonrası ana muhalefet partisinde yaşanan "değişim"in sadece yönetim değişimi mi yoksa politika-gelecek tahayyülü değişimi mi olduğuna dair kaygılar artıyor. Popülizm yerine peopleism denildiğinde veya toplu taşıma araçlarına milliyetçi sloganlar yazdırıldığında, yeni adaylar sosyal medyada askerlik fotoğraflarını paylaştıklarında iktidar diline yakın mesajlarla "bu düzeni değiştireceğiz – değişimin yanındayız" demenin önemini ve ikna ediciliğini kaybedebilirsiniz

Türkiye siyasetinde yükselen sağ popülizmi ve milliyetçiliği anlamak için bağlamın etkisini ve toplumsal iç dinamiklerini birlikte düşündüğümüzde tercihleri doğrudan veya dolaylı krizlerin ve sarsıntıların şekillendirdiğini görebiliriz

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Muhalefette değişememenin halleri ve dili - Tuğçe Erçetin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Muhalefette değişememenin halleri ve dili

12 0
11.03.2024

Diğer

Konuk Yazar

11 Mart 2024

Gündem takibi oldukça zor ve belirsiz zamanlarda yaşıyoruz. Gündemin farklı gruplar tarafından başka şekillerde çerçevelenmesi ve gündemdeki olayların farklı nedenlerden dolayı önceliklendirilmesi Türkiye gibi kutuplaşmış ülkelerde daha derin yaşanıyor. T24’te 15 Şubat’ta yazdığım yazıda; İliç’teki altın madeninde yaşanan felaket sonrası aynı endişeyi; ‘gündem kalabalığı’ nedeniyle hızlı unutulma ihtimali ve hesap verebilirlik konusunun yine ‘es geçileceği’ meselesi ile ilgili tartışmıştım. Çünkü daha önceki örneklerde olduğu gibi insani ve çevresel bir felaket olmasına rağmen şeffaf açıklamaların olmaması veya talep edil(e)memesi gibi birçok faktör iktidar ve muhalefetin kapasitesi açısından sorgulanabilir bir durum yaratmaktaydı. Bu ‘sıkıştırılmış olma’ ve ‘açmazda kalma’ hali çoğunlukla birbirine benzer bir dili ve performansı gündemde tutuyor, yeni bir yolun önünü tıkıyor ve değişimin yukarıdan aşağıya çok da ‘değiştirmeyen’ bir şekilde formüle edilmesi nedeniyle sorunlar derinleşiyor.

Geçtiğimiz haftanın siyaset gündeminde öne çıkan olaylardan ikisi ‘günlük’ değerlendirme dışında biraz daha yakından düşünmeyi gerektiriyor. Bunlardan birincisi, aynı zamanda CHP grup başkanvekili olan Afyonkarahisar belediye başkan adayı Burcu Köksal’ın sözleri: “Seçildiğimde belediyenin kapıları DEM Parti hariç her siyasi partiye açık olacak” idi. Bu konuşmanın ardından CHP içinde başta partinin Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere önce ‘dil sürçmesi’ diye yumuşatılmaya çalışılan Köksal’ın farklı şekillerde fikrinde ısrarı ile devam eden bir kriz yaşandı. Bu ayın sonunda gerçekleşecek yerel seçimler genel seçimler havasında geçtiğinden partilerin/adayların söylemsel rekabeti ele aldıkları sorunlar da farklılık gösterebilir. Bununla beraber bağlamsal strateji gereği adaylar avantajı/güçlü oldukları sorunlar/konular üzerine söylemini oluşturabilir[1], il özelinde birbirlerinin ele aldıkları konuları görmezden gelebilirler ya da ortaklaşabilirler.[2] Ama konu ülkenin en önemli sorunlarından birini kapsayan, üstelik CHP açısından ayrımcı-ayrıştırıcı dilden vazgeçmiş-yeni bir söyleme geçilmiş bir noktadan tekrar geriye dönüşü simgeliyorsa olaya daha farklı bakılabilir.

CHP’de daha farklı bir tavrı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu belirtmiş oldu: “Ben CHP’liyim ama ben bu partiye, bu partililere değil, bu şehrin her insanına hizmet ediyorum; her siyasi görüşten olan insanına. Öyle, ‘Ben belediye başkanı olursam, şu partilileri belediyeye almam, şu partililer hariç şunlarla görüşürüm, diyen ya kendine başka bir iş bulacak, ya da başka parti bulacak onu söyleyeyim.”

İkinci konu Mevzular Açık Mikrofon programına katılan İmamoğlu yayını sırasında gerçekleşti. Soru soran seyircilerden biri önce DEM Parti ile ilgili eleştirilerde bulundu ardından İmamoğlu’nun ‘DEM Parti’ye oy veren 7-8 milyonu vatan haini mi ilan edelim’ demesine ‘evet’ diye yanıt verdi.

Bu tabloya birkaç açıdan bakılması mümkün. Türkiye’de Kürtlerin yoğunlukla oy verdiği partiler, daha önce HDP, bugün ise DEM iktidar tarafından güvenlikleştirilmiş bir dil üzerinden “güvenlik-beka” söylemi içerisinde, dışarıda bırakılıyor. İktidarın son yıllardaki kampanyasının önemli bir sürekliliği, tehdit algısını ve güvensizlik hissini HDP ve aktörlerinin üzerinden çerçeveliyor ve bu anlatı ile korkuyu üretiyor olması.[3] Dolayısıyla ‘halkın bloğu’ ve ‘tehdit bloğu’ ayrımı ile seçim kampanyalarında halkın yaşayabileceği iddia edilen güvensizlik koşullarını ve mağduriyetini aktararak siyaset sahnesindeki idealize........

© T24


Get it on Google Play