Diğer

27 Şubat 2024

Kırklareli’nin İğneada bölgesinde, geçen eylülde meydana gelen sel felaketi sonrasında yaşanan “tuhaflıkları” ve soruşturma evresinde ortaya çıkan gariplikleri daha önce Büyüteç’te duyurmuştum.

Foggy Valley (Sisli Vadi) adıyla bilinen tesiste 6 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan ihmaller zincirinin halkaları üzerindeki sis perdesi, zor da olsa yavaş yavaş kalkıyor.

Aynı zamanda gerek kamu görevlileri, gerekse tesisin sahibi ve ortaklarının ihmaller zincirindeki konumları, bilirkişi raporlarıyla gün ışığıyla buluşuyor.

Tekrara girmeden süreçte yaşanan yeni gelişmeleri ilk ağızdan, yani faciada yeni evli kızı Mihriban ve damadı Selman Bağışlar’ı kaybeden Safiye Yaşa’nın, anlatımlarından aktaracağım bugün.

Süreci yakından takip etmem sebebiyle, Safiye Yaşa ile dün telefonda görüştük.

İddianamenin kabul edilip yargılamaya başlanmasıyla beraber ailece yaşadıkları gelişmeleri tek tek anlattı Safiye Hanım.

Uzunca sayılabilecek telefon görüşmesinin ardından anlatımlarını yazma konusunda izin istediğimde hiç duraksamadan onay verdi.

Yaşa’nın anlatımlarını okuyunca acılı ailenin, İstanbul-Ankara-Kırklareli hattındaki hak arama mücadelesinin türlü engellemelerle karşılaştığını görmek, hem devlet hem siyaset hem de bürokrasi açısından üzüntü verici.

Uzatmadan sözü Safiye Yaşa’ya bıraktım:

“Soruşturma sürecinde yaşadıklarımız nedeniyle, hem Kırklareli Cumhuriyet Başsavcısı Hazım Aslancı, hem de soruşturma savcısı Muzaffer Lekesiz hakkında bakanlığa yaptığımız başvurulara sonuç alamayınca, bir şekilde bakanlıktan randevu talep ettik. Bakan Yardımcısı Ramazan Can’dan randevu verildi. Biz de iddianamenin mahkemece kabul edilmesinden sonra 14 Ağustos’ta eşim Kadir Yaşa ve avukatımız Şahin Gökbulut’la birlikte Ankara’ya geldik.

Bakan Yardımcısı Can, bizi samimi şekilde karşıladı. Oldukça mütevazı davrandı bize. Biz 'Neden buradayız?' anlatmaya başladık. '2 çocuğumuzu kaybettiğimizi ve yaşadıklarımızı' tek tek Can’a aktardık. Asıl problemin Savcılık sürecinde yaşandığını söyledik.

Kendisine, daha önce de bakanlığa geldiğimiz iki gün boyunca randevu için beklediğimizi ancak yanıt alamadığımızı anlattık. Bakan Yardımcısı çok şaşırdı, yanında çalışan Hakim Özlem Hanım’ı çağırdı. Neden randevu verilmediğini sordu. Özlem Hanım, kendilerine bilgi verilmediğini söyledi.

Sonrasında avukatımız, iddianamede Savcılıkça verilen bir kararı kendisine anlattı. Savcı Muzaffer Lekesiz, iddianamede, olayla ilgili delillerin imhasına karar verildiğini yazmıştı. Bunun kabul edilemeyeceğini söylediğimizde Bakan Yardımcısı çok şaşırdı, yanında çalışan Hakim Özlem Hanım’a ‘Hemen araştırılsın’ talimatını verdi.

Bakan Yardımcısı Can’la görüşmede, Savcılık tarafından tehdit edildiğimizi örnekleriyle anlattık. Ve davanın İstanbul’a ya da başka bir kente alınmasını talep ettik. Can, bize, ‘Karşımıza kim çıkarsa çıksın, kimin oğlu, kimin kızı olursa olsun, bedel ödemedikleri için sizlere böyle yapıyorlar. Bu insanlar buralara kadar gelip hak aramak zorundalar mı? Biz onlara koşmak zorundayız’ diyerek Özlem Hanım’a ‘Gereği yapılsın’ talimatını verdi.

Sonra birlikte odadan çıktık. Koridordan başka bir makama geçtik. Bakan Yılmaz Tunç’un makamıymış gittiğimiz yer. Bakan Yardımcısı, Tunç’un özel kalemine geçti. Oradan Bakan Yardımcısı, ben, eşim, avukatım, Özlem Hanım ve bir beyefendi başka bir odaya geçtik.

Bu odada da yine bildiklerimizi anlattık. Bakan Yardımcısı odadan ayrıldıktan sonra bizler kaldık. Savcılardan şikayetimizi aktardık bir kez daha. Özel kalemden gelen beyefendinin adı Seçkin’miş. Bakan Yardımcısı çıktıktan sonra Seçkin Bey, avukatımızı 'Neden bu insanları buralara taşıyorsun?' diyerek azarlamaya başladı. Ben söze girdim; ‘Ben bu insanları sürükleyerek getirdim. Evlatlarımın hakkını aramaya geldim’ dedim.

Yaşananlar sırasında küçük kızıma karşı taraftan yapılan teklifleri anlattım. Seçkin Bey, ‘bunlar normal şeyler’ dedi. Sonrasında bize, ‘Sizin savcıyı sürsek yeter mi?’ dedi. Ben, ‘Sayın savcıyı tanımam. Bu olaydan dolayı muhatap olduk. Savcının sürülmesi sorunu çözmez. Neden sürülsün, gereği neyse o yapılsın’ dedim.

Aynı görüşmede, ‘Sürekli Başsavcı ile görüştük. Bizi tehdit etti. Oradaki adalete güveniyorum ama elçilerine güvenmiyorum. Savcı ve Başsavcı için gereğini yapın. Davamızı başka yere alın’ dedim.

Benim konuşmam sırasında Seçkin Bey, halen avukatımızı azarlıyordu. Avukatımız resmi şekilde anlatmaya çalışıyordu. Ben de, ‘Evrakları Özlem Hanım’a teslim ediyorum. Lütfen Bakan Bey’e ulaşsın. Daha önce de dilekçeler verdik, Bakan Bey’e ulaşmadı’ dedim.

Ayrıca Bakan Yardımcısı ile görüşmede Savcılıkça nasıl tehdit edildiğimizi anlattım. Bir keresinde küçük kızımın, diğerinde yıllardır tanıdığım bir arkadaşımın yanında aleni tehdit edildik. Yakınımın yanında Savcı Lekesiz’e, ‘ben bu davada hakkımın alınmasını istiyorum. Sonuna kadar bu davanın peşindeyim’ dediğimde Savcı Lekesiz, koltuğunda geriye yaslanmış şekilde, ‘Safiye Hanım, bu sizin için iyi olmaz’ dedi. ‘Ne olur sayın savcım? Beni öldürürler mi? Gırtlağımı mı keserler? Yoksa davada gelişme mi olmaz? Davanın önünü mü keserler?’ dedim. ‘Bilmem artık’ dedi.

Ben bunları Ramazan Bey’e ve Seçkin Bey’e anlattım. Seçkin Bey, ‘Bizden ne istiyorsun?’ dedi. Bunları anlatırken aynı zamanda ağlıyordum. ‘Evlatlarım hukuksuzluk içinde gitti. Onların hakkını koruyun, korusunlar’ dedim. İçişleri Bakanlığı’na da gittiğimizi, Bakanlığın müfettiş görevlendirdiğini, müfettişlerin bizi dinlediğini ve çok detaylı biçimde incelediğini söyledim. Bunun üzerine, ‘Tamam o zaman, bizim müfettişler sizi de dinlesinler' dedi. ‘Orada müfettişler var. Hemen sizi de dinlesinler’ dedi.

Bu arada Kırklareli Adliyesi’nde müfettişlerin 15 gündür çalışma yaptığını biliyordum. Bize oradan da haberler geliyor. Savcılar bizi tehdit etse de helal süt emmiş insanlar bize yardım ediyorlar. Müfettişler için ‘rutin denetime gittiği” söylense de bizim dosya için gittiklerini biliyoruz öncesinde.

Seçkin Bey'e görüşme devam ederken telefon geldi, odadan çıktı ve gitti. Biz, Özlem Hanım’dan yardım istedik bu konuda. Yanımızda telefon açarak, Ramazan Bey’in talimatı olduğunu ve müfettişlerin bizi dinlemesi gerektiğini ilgisine aktardı.

Biz, hemen 16 Ağustos’ta Kırklareli’ndeki müfettişlerin bizi dinlemesi için Ankara’dan yola çıktık. İstanbul’dan kızımı ve oğlumu alıp Kırklareli’ne geçtik.

5 Ocak’ta Savcı Bey'in kızımın yanında beni tehdit etmesinden bu yana adliye binasına gitmiyoruz. Başımıza ilginç olaylar da geldi orada. Ben 30 yıldır İstanbul’da araç kullanırım, bizi araçla sıkıştırdılar. Az daha kaza yapıyorduk. Vize’de köfteciye sığındık. Hem de Savcı'dan tehdit aldığım gün. Korkutmaya çalıştılar.

Dediğim gibi biz uzun süredir adliye binasına girmiyoruz. Tuvalete gittiğimizde, namaz için mescite gittiğimizde bile arkamızda hep birileri vardı. Takip ettiler, adam taktılar peşimize.

Kırklareli’ne gittiğimizde bir kez daha Ankara’yı, Özlem Hanım’ı aradık. Bize, Bakan Yardımcısı’nın talimatının geçerli olduğunu anlattı bir kere daha.

Adliye’ye girdik, danışmaya haber verdik, Adalet Bakanlığı’nın bizi gönderdiğini, müfettişlerle görüşmek istediğimizi. Kantinde bekledik. Aradan 3 saat geçti, haber gelmedi. Saat 15.00 gibi danışma görevlisine gittim, Savcı'nın bizi her zamanki gibi bekletmeye çalıştığını, mesai saatinin bitiminin yaklaştığını, saat 16.00’ya kadar haber gelmez ve ifade veremezsek Adalet Bakanlığı’nı arayıp durumu ileteceğimizi söyledim.

Bu arada başsavcının, aynı kattaki müfettişlerin odasında uzunca bir süre görüşme yaptığını adliyedeyken öğrendik. Biz bekledik. 15.45’te geldiler. Yukarı çıktık. 16.30’da ifadeye alınacağımız söylendi. Biz sabrettik. Mesainin bitimine yarım saat kala ifadeye girdik. Ben, eşim, kızım ve oğlum ifade verecektik. Ama mesai saatinin dolması nedeniyle yetişmeyecekti.

Müfettişlerle henüz konuşurken saat 17.00’ye geldi. Laf uzayınca ben mevzuya girdim. ‘Biz Bakanlık talimatıyla geldik. Bizim ciddi sorunlarımız var. Başsavcı ve Savcı'dan şikayetçiyiz’ dedim.

Müfettişler, ‘Bize ifade alma talimatı gelmedi’ dediler. Özlem Hanım, talimat için başsavcı ile görüşmüştü. Başsavcıya verilen talimatın müfettişlere ulaşmadığı ortaya çıktı. Müfettişler, ‘Resmi talimat gelmedi’ deyince ben de ‘Ankara’ya dönerim. Olanları anlatırım. Beni orada dinlerler’ dedim.

Bunun üzerine müfettişler bizden 5 dakika istediler, bizi başka odaya aldılar. Gerçekten 5 dakika sonra bizi yeniden odaya aldılar.

Müfettişlerle görüşürken tehdit aldığımı, adliyeye her geldiğimde delil olsun diye yakınlarıma cep telefonundan konum gönderdiğimi söyledim. ‘Siz varsınız diye korkmadan geldim’ dedim.

Bize, müfettişler ‘Madem siz tehdit ediliyorsunuz, yarın sabah 10.30’da gelin’ dediler. Ertesi gün cumartesi olmasına karşın adliyeye gittik. Hepimiz bildiklerimizi anlattık. Önce oğlum, sonra kızım ifade verdi. Yemek molası bile vermediler, akşama kadar ifade aldılar.

Müfettişler ifade alınırken bize, ‘Biz sabah 04.00’e kadar sizin dosyanızı inceledik. Adliyedeydik. Gereken her şeyi yapacağız’ dediler.

Şimdi İstanbul’dayız, süreci izliyoruz...”

Safiye Yaşa’nın yitirdiği iki evladı için verdiği hak arama mücadelesini bizzat kendi anlatımıyla aktardım.

Yaşa’nın anlatımları tanıdık geldi doğrusu.

Tıpkı, İzmir Narlıdere’de 2018’de cansız bedeni bulunan ve “İntihar etti” denilerek dosyası kapatılmaya çalışılan Dorukhan Büyükışık’ın babası Emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık’ın yaşadıkları gibi.

Baba Büyükışık’ın bürokrasiye karşı başlattığı mücadele sonunda intihar denilerek kapatılan dosya Adalet Bakanlığı’nın girişimiyle “cinayet” iddiasıyla yeniden açıldı, yakın tarihte.

Bundan sonra ne olursa olsun, yitirilen canlar yerine gelmeyecek kuşkusuz. Ancak, Safiye Yaşa’nın adalet arayışı karşılık bulursa, acılı annenin yüreği bir nebze olsun soğuyabilecek belki.

Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı.

Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu.

Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu.

Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı.

2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor.

Soylu’nun 2021’de çıkarılan il emniyet müdürleri kararnamesiyle mevcut Mersin Emniyet Müdürü Mehmet Şahne İzmir Emniyet Müdürü, Erzurum Emniyet Müdürü Mehmet Aslan ise Mersin Emniyet Müdürü atandı. İşte ne olduysa, bundan sonra oldu!

İktidarın FETÖ'yle mücadelede milat olduğunu ifade ettiği 17 - 25 Aralık 2013'ten bu yana askeriye ve emniyet gibi üniformalı, silahlı kamu kurumlardan başlayan tasfiyelerde boşalan kadrolara yapılan görevlendirmelerdeki tercihlerin yarın ne şekilde sonuçlanabileceği daha bugünden belli

"Atatürk’ün ezanı Türkçe okutması ile başlayan ve 1923 sonrasındaki yaptıklarını tasvip etmediği gibi söylemlerde bulunurken, ben de kendisinin bu tip söylemlerine daha fazla devam etmesine müsaade etmeden susturdum. Yaşanan arbede olayı ile ilgili şikayetini aldığımı, gerekli işlemleri başlatacağımı, başka tartışma ve münakaşalara girmemesini tembihleyerek gönderdim"

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Adalet arayan acılı bir annenin feryadı ve bürokrasi isyanı - Tolga Şardan Büyüteç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Adalet arayan acılı bir annenin feryadı ve bürokrasi isyanı

113 1
27.02.2024

Diğer

27 Şubat 2024

Kırklareli’nin İğneada bölgesinde, geçen eylülde meydana gelen sel felaketi sonrasında yaşanan “tuhaflıkları” ve soruşturma evresinde ortaya çıkan gariplikleri daha önce Büyüteç’te duyurmuştum.

Foggy Valley (Sisli Vadi) adıyla bilinen tesiste 6 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan ihmaller zincirinin halkaları üzerindeki sis perdesi, zor da olsa yavaş yavaş kalkıyor.

Aynı zamanda gerek kamu görevlileri, gerekse tesisin sahibi ve ortaklarının ihmaller zincirindeki konumları, bilirkişi raporlarıyla gün ışığıyla buluşuyor.

Tekrara girmeden süreçte yaşanan yeni gelişmeleri ilk ağızdan, yani faciada yeni evli kızı Mihriban ve damadı Selman Bağışlar’ı kaybeden Safiye Yaşa’nın, anlatımlarından aktaracağım bugün.

Süreci yakından takip etmem sebebiyle, Safiye Yaşa ile dün telefonda görüştük.

İddianamenin kabul edilip yargılamaya başlanmasıyla beraber ailece yaşadıkları gelişmeleri tek tek anlattı Safiye Hanım.

Uzunca sayılabilecek telefon görüşmesinin ardından anlatımlarını yazma konusunda izin istediğimde hiç duraksamadan onay verdi.

Yaşa’nın anlatımlarını okuyunca acılı ailenin, İstanbul-Ankara-Kırklareli hattındaki hak arama mücadelesinin türlü engellemelerle karşılaştığını görmek, hem devlet hem siyaset hem de bürokrasi açısından üzüntü verici.

Uzatmadan sözü Safiye Yaşa’ya bıraktım:

“Soruşturma sürecinde yaşadıklarımız nedeniyle, hem Kırklareli Cumhuriyet Başsavcısı Hazım Aslancı, hem de soruşturma savcısı Muzaffer Lekesiz hakkında bakanlığa yaptığımız başvurulara sonuç alamayınca, bir şekilde bakanlıktan randevu talep ettik. Bakan Yardımcısı Ramazan Can’dan randevu verildi. Biz de iddianamenin mahkemece kabul edilmesinden sonra 14 Ağustos’ta eşim Kadir Yaşa ve avukatımız Şahin Gökbulut’la birlikte Ankara’ya geldik.

Bakan Yardımcısı Can, bizi samimi şekilde karşıladı. Oldukça mütevazı davrandı bize. Biz 'Neden buradayız?' anlatmaya başladık. '2 çocuğumuzu kaybettiğimizi ve yaşadıklarımızı' tek tek Can’a aktardık. Asıl problemin Savcılık sürecinde yaşandığını söyledik.

Kendisine, daha önce de bakanlığa geldiğimiz iki gün boyunca randevu için beklediğimizi ancak yanıt alamadığımızı anlattık. Bakan Yardımcısı çok şaşırdı, yanında çalışan Hakim Özlem Hanım’ı çağırdı. Neden randevu verilmediğini sordu. Özlem Hanım, kendilerine bilgi verilmediğini söyledi.

Sonrasında avukatımız, iddianamede Savcılıkça verilen bir kararı kendisine anlattı. Savcı Muzaffer Lekesiz, iddianamede, olayla ilgili delillerin imhasına karar verildiğini yazmıştı. Bunun kabul edilemeyeceğini söylediğimizde Bakan Yardımcısı çok şaşırdı, yanında çalışan Hakim Özlem Hanım’a ‘Hemen araştırılsın’ talimatını verdi.

Bakan Yardımcısı Can’la görüşmede, Savcılık tarafından tehdit edildiğimizi örnekleriyle anlattık. Ve davanın İstanbul’a ya da başka bir kente alınmasını talep ettik. Can, bize, ‘Karşımıza kim çıkarsa çıksın, kimin oğlu, kimin kızı olursa olsun, bedel ödemedikleri için sizlere böyle yapıyorlar. Bu insanlar buralara kadar gelip hak aramak zorundalar mı? Biz onlara koşmak zorundayız’ diyerek Özlem Hanım’a ‘Gereği yapılsın’ talimatını verdi.

Sonra birlikte odadan çıktık. Koridordan başka bir makama geçtik. Bakan Yılmaz Tunç’un makamıymış gittiğimiz yer. Bakan Yardımcısı, Tunç’un özel kalemine geçti. Oradan Bakan Yardımcısı, ben, eşim, avukatım, Özlem Hanım ve bir beyefendi başka bir odaya geçtik.

Bu odada da yine bildiklerimizi anlattık. Bakan Yardımcısı odadan ayrıldıktan sonra bizler kaldık. Savcılardan şikayetimizi aktardık bir kez daha. Özel kalemden gelen beyefendinin adı Seçkin’miş. Bakan Yardımcısı çıktıktan sonra Seçkin Bey, avukatımızı 'Neden bu insanları buralara taşıyorsun?' diyerek azarlamaya başladı. Ben söze girdim; ‘Ben bu insanları sürükleyerek getirdim. Evlatlarımın hakkını aramaya geldim’ dedim.

Yaşananlar sırasında küçük........

© T24


Get it on Google Play