“İbtida-ı hayr-ı küllî Bismillâhtır. Biz dâhi evvelâ onunla teşrîf oluruz. İdrâk eyle ey nefs-i insan, bu kelime-i mübâreke İslâm'ın alâmet-i fârikası olduğu gibi, kün mevcudâtın lisân-ı hâliyle eyledikleri vird-i zebândır.”

Bu ifâde, Risâle-i Nûr okuyucularına yabancı gelmeyebilir. Çoğunun aklına, Sözler’in Birinci Söz’ünün ilk paragrafı gelecektir:

“Bismillâh, her hayrın başıdır. Biz dâhi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübârek kelime İslâm nişânı olduğu gibi bütün mevcudâtın lisân-ı hâliyle vird-i zebânıdır.”

Bediüzzamân Hazretleri, Risâle-i Nûr’ları basît ve âvam lisânıyla yazdığını belirtmişlerdir.[1] Bu bağlamda, günümüzde insanların eserin dilini “ağır, anlaşılır değil” olarak nitelendirmeleri üzerine düşündük: Bediüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûr’daki bu ifâdeyi yukarıdaki ifâde gibi de yazabilirdi.

Bediüzzamân Hazretleri, bu veya daha ağır ve daha sanatlı ifâdeleri yazamaz mıydı? Eski eserlerinden ve İstanbul'da bulunduğu yıllarda gazetelere yazdığı yazılardan anlaşılacağı üzere, yazabilirdi. Bu yazılarını okuyanlar, onun ne derecede sanatlı ve derîn bir dil bilgisine sâhip olduğunu iyi bilir ve bunu müşâhede eder.

Gelin öncelikle bu iki ifâdeyi analiz edelim ve Risâl-i Nûr’u biraz daha iyi tanıyalım:

İki ifâdeyi karşılaştırdığımızda, her ikisi de aynı temel mesâjı taşıyor, ancak dil kullanımı ve stil açısından farklılıklar gösteriyorlar. Risâle-i Nûr’un ifâdesi daha sâde ve günümüz Türkçesine yakın bir kullanım sergilerken, diğer ifâde daha ileri düzey ve edebî bir Osmanlıca kullanımına sâhip:

DİLBİLGİSİ VE YAPI:

STİL VE EDEBÎ DEĞER:

SEMANTİK (ANLAM) VE İÇERİK:

OKUYUCU ETKİLEŞİMİ:

Her iki ifâde de aynı temel konuyu ele alıyor, ancak diğer ifâde, dilin ve edebiyâtın sanatsal yönlerini kullanarak daha derîn bir etki bırakıyor. Risâle-i Nûr’un ifâdesi ise mesâjını daha geniş bir kitleye ulaştırmak için sâde ve anlaşılır bir dil tercih ediyor. Bu farklı yaklaşımlar, her iki metnin de kendi içinde değerli olmasını sağlıyor, ancak farklı kitlelere ve amaçlara hizmet ediyorlar.

Her iki ifâdeyi de hizmet ettikleri amaca göre analiz ettiğimizde şu sonuçlara varıyoruz:

Her iki ifâdenin amacı, İslâmî kavramları ve inânçları ifâde etmek olsa da bunu yaparken kullandıkları yöntemler ve hedef kitleleri farklıdır. Risâle-i Nûr’un ifâdesi daha geniş ve çeşitli bir kitleye ulaşmayı hedeflerken, diğer ifâde daha dar ve spesifik bir kitleye, özellikle edebiyât ve dilbilimi ile ilgilenenlere hitâp eder.

Risâle-i Nûr’u okuyanlar ve inceleyenler onun, İslâm inâncı ve ahlâkı üzerine derîn felsefî ve teolojik konuları işlediğini görmektedirler. İslâm inâncı ve ahlâkı üzerine derîn felsefî ve teolojik konuları basît bir dil ile ifâde etmek zor bir iştir ve bunu başarabilmek büyük bir beceri ve mârifet göstergesidir. İşte bunun nedenleri:

Risâle-i Nûr'un bu başarısının altında yatan, bu tür zorlukların üstesinden gelme yeteneğidir. Soyut ve karmaşık konuları basît bir dille ifâde edebîlmek hem derîn bir konu hâkimiyeti hem de olağanüstü bir ifâde becerisi gerektirir. Bu yüzden, bu tür bir başarı, büyük bir mârifet ve beceri olarak kabûl edilir.

Risâle-i Nûr Külliyatının bu özellikleri birkaç açıdan önemli:

Risâle-i Nûr'un bu özellikleri, eserin sâdece bir dinî metin olmanın ötesinde, dilin ve ifâdenin gücünü sergileyen bir eser olmasını sağlar. Bediüzzamân Hazretlerinin bu yaklaşımı, eserlerini daha etkileyici ve ulaşılabilir kılarak, onların zamân ve mekân sınırlarını aşmasına imkân tanır.

Bazıları, “Risâle-i Nûr'da Osmanlıca ve Arapça ifâdeler bulunuyor. Bunlar gerçekten basît ve anlaşılır mıdır?” diye sorabilir. Risâle-i Nûr'da kullanılan Osmanlıca ve Arapça ifâdelerin varlığı, eserin dilini önemli ölçüde etkiler. Bunların varlığı, birkaç nedene dayanır. Bunlardan bazıları:

(Risâle-i Nûr'daki âyetler, Kur’ân-ı Hakîm'in en büyük mu'cizesi olan husûsiyetleri kaybettirilmeden, büyük bir san'at ve mehâretle Türkçemize tefsîr edildiği için; Risâle-i Nûr'u kadın, erkek, memûr ve esnâf, âlim ve feylesof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor.)[2]

Risâle-i Nûr'daki Osmanlıca ve Arapça ifâdelerin kullanımı, bu dillerin ifâde gücü, kültürel ve târihsel bağlam, anlam zenginliği ve eserin erişilebilirliğine önemli katkılarda bulunur. Bediüzzamân Hazretleri'nin bu dillerdeki en anlaşılır terimleri seçmesi, eserin daha geniş bir kitleye hitâp etmesini sağlamıştır.

Risâle-i Nûr'daki Osmanlıca ve Arapça kelime ve kavramlar, 1970'lere kadar okunduğunda rahatlıkla anlaşılabilirdi. Ancak, günümüz insanlarının bu kelimeleri ve kavramları anlamakta zorlanmalarının çeşitli nedenleri vardır. Bu konuyu başka bir zamân detâylı olarak ele almayı plânlıyorum.

Risâle-i Nûr eserlerindeki Osmanlıca ve Arapça kelimeleri ve kavramları anlamakta zorlanan günümüz insanları için birkaç tavsiye sunabiliriz:

“Felillahilhamdü velminnetü, Kur’ânın i'câz-ı manevîsinin feyziyle Risâle-i Nûr mîzanları, din-i İslâmın ve hakaik-i Kur’âniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki; DİNSİZ DÂHİ ONLARI ANLASA, TARAFTAR OLMAMAK KABİL DEĞİL.”[5]

Son olarak Bediüzzamân Hazretlerinin Risâle-i Nûr şâheserindeki şu ifâdelere dikkâtinizi çekmek istiyorum:

denilen, mütekellim üslûbunda muhâtâbın derecesine sözüyle nüzûl edip öyle konuşan esâlib-i Kur’âniye, en mütebahhir hükemânın fikirleriyle yetişemediği hakaik-i gâmıza-i İlâhiye ve esrâr-ı Rabbâniyeyi müteşâbihât sûretinde bir kısım teşbihât ve temsîlât ile en ümmî bir âmiye ifhâm eder.” [7]

Risâle-i Nûr da Kur'ân-ı Hakîm gibi, felsefenin varlıklar hakkında bahsettiği tarzda değil, meseleleri daha basît bir şekilde ele alıyor. Risâle-i Nûr, âvâm sevîyesinde olan kişilerin kafalarını karıştırmayacak ve yormayacak bir dil kullanarak, Kur'ân-ı Hakîm gibi konuları mümkün olan en basît şekilde anlatıyor. Bu yaklaşım, Risale-i Nur'un yukarıdaki ifadelerde vurgulanan hakikatlerin aşağıdaki ifâdelerdeki hakikatleri nasıl tasdîk ettiğini ve Risale-i Nur'un ne kadar değerli bir elmâs kaynak olduğunu bizlere gösteriyor.

ÖNEMLİ BİR NOT:

Risâle-i Nûr Kur’ân’a âit olup, MEDH Ü SENÂ Kur’ân'ın esrârına âittir.[10]

RİSÂLE-İ NÛR'U SENÂDAN MAKSADIM, Kur’ânın hakikatlarını ve îmânın rükünlerini teyid ve isbat ve neşirdir.[11]

[1] - Şimdi kısaca ve âvâm lisânıyla nefsime diyeceğim. Sözler - 5 (Birinci Söz)

- Birâder, haşîr ve âhireti basît ve âvâm lisânıyla ve vâzıh bir tarzda beyânını ister isen, öyle ise şu temsilî hikâyeciğe nefsimle berâber bak, dinle. Sözler - 48 (Onuncu Söz)

[2] Şuâlar - 549 (On Dördüncü Şuâ/Risâle-i Nûr talebelerinin müdâfaâtıdır./[Zübeyr'in müdâfaâsıdır])

[3] Sungur Ağabey … şunları anlattılar: “Üstâd bir derste dedi ki: 'Ben yemîn ediyorum bu dersi yeni görmüş gibi istifâde ettim, ders aldım. Halbûki ben bunu on bin defâ okumuşum' (Buradaki sayı da çokluktan kinâye) http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=922&ctgr_id=39

[4] https://www.Risâlehaber.com/salahattin-altundag-birinci-sozun-derinlemesine-analizi-bismillahin-evrensel-mesaji-25579yy.htm

[5] Mektûbât - 34 (Dokuzuncu Mektûb)

[6] Sözler - 243 (On Dokuzuncu Söz/On Dördüncü Reşhâ)

[7] Sözler - 389 - 390 (Yirmi Beşinci Söz/Birinci Şû'le:/Birinci Şuâ:/İkinci Sûret:/Beşinci Nokta)

[8] Sözler - 390 - 391 (Yirmi Beşinci Söz/Birinci Şû'le:/Birinci Şuâ:/İkinci Sûret:/Beşinci Nokta)

[9] Sözler - 452 (Yirmi Beşinci Söz/Emirdağı Çiçeği)

[10] Barla Lâhikası - 165 (Yirmi Yedinci Mektûb'un Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylin Nihâyetidir)

[11] Mektûbât - 465 (İşârât-ı Gaybîye Hakkında Bir Takrîz)

[12] Mektûbât - 330 (Yirmi Altıncı Mektûb/Dördüncü Mebhas/İkinci Mes'ele)

[13] Mektûbât - 426 (Yirmi Dokuzuncu Mektûb/Altıncı Risâle Olan Altıncı Kısım/Beşinci Desise-i Şeytâniye)

[14] Şuâlar - 81 (Dördüncü Şuâ/Altıncı Mertebe-i Nûriye-i Hasbiye:/Üçüncü Bürhân/Üçüncü Nükte

[15] Şuâlar - 515 (On Dördüncü Şuâ/Gençlik Rehberi'nin Küçük Bir Hâşiyesi)

[16] Şuâlar - 648 (On Beşinci Şuâ/Elhüccetüzzehrâ'nın İkinci Makâmı)

[17] Şuâlar - 672 (On Beşinci Şuâ/Elhüccetüzzehrâ'nın İkinci Makâmı)

[18] Şuâlar - 675 (On Beşinci Şuâ/Elhüccetüzzehrâ'nın İkinci Makâmı)

[19] Şuâlar - 678 (On Beşinci Şuâ/Elhüccetüzzehrâ'nın İkinci Makâmı)

[20] Şuâlar - 679 (On Beşinci Şuâ/Elhüccetüzzehrâ'nın İkinci Makâmı)

[21] Şuâlar - 685 (Birinci Şuâ/İkinci Sûal)

[22] Şuâlar - 686 (Birinci Şuâ/İkinci Sûal)

[23] Şuâlar - 749 (Sekizinci Şuâ/Sekizinci Remz)

[24] Barla Lâhikası - 143 (Yirmi Yedinci Mektûb'un Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylin Nihâyetidir)

[25] Barla Lâhikası - 303 (Mektûbât'ın Üçüncü Kısmı)

[26] Kastamonu Lâhikası - 183

[27] Kastamonu Lâhikası - 188

[28] Kastamonu Lâhikası - 247

[29] Emirdağ Lâhikası-1 - 67

[30] Emirdağ Lâhikası-1 - 97

[31] Emirdağ Lâhikası-1 - 125

[32] Emirdağ Lâhikası-2 - 77

[33] Emirdağ Lâhikası-2 - 85

[34] Emirdağ Lâhikası-2 - 196

QOSHE - Risâle-i Nûr: Kur'ân'ın Sâde ve Modern Yorumu - Salahattin Altundağ
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Risâle-i Nûr: Kur'ân'ın Sâde ve Modern Yorumu

4 0
28.11.2023

“İbtida-ı hayr-ı küllî Bismillâhtır. Biz dâhi evvelâ onunla teşrîf oluruz. İdrâk eyle ey nefs-i insan, bu kelime-i mübâreke İslâm'ın alâmet-i fârikası olduğu gibi, kün mevcudâtın lisân-ı hâliyle eyledikleri vird-i zebândır.”

Bu ifâde, Risâle-i Nûr okuyucularına yabancı gelmeyebilir. Çoğunun aklına, Sözler’in Birinci Söz’ünün ilk paragrafı gelecektir:

“Bismillâh, her hayrın başıdır. Biz dâhi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübârek kelime İslâm nişânı olduğu gibi bütün mevcudâtın lisân-ı hâliyle vird-i zebânıdır.”

Bediüzzamân Hazretleri, Risâle-i Nûr’ları basît ve âvam lisânıyla yazdığını belirtmişlerdir.[1] Bu bağlamda, günümüzde insanların eserin dilini “ağır, anlaşılır değil” olarak nitelendirmeleri üzerine düşündük: Bediüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûr’daki bu ifâdeyi yukarıdaki ifâde gibi de yazabilirdi.

Bediüzzamân Hazretleri, bu veya daha ağır ve daha sanatlı ifâdeleri yazamaz mıydı? Eski eserlerinden ve İstanbul'da bulunduğu yıllarda gazetelere yazdığı yazılardan anlaşılacağı üzere, yazabilirdi. Bu yazılarını okuyanlar, onun ne derecede sanatlı ve derîn bir dil bilgisine sâhip olduğunu iyi bilir ve bunu müşâhede eder.

Gelin öncelikle bu iki ifâdeyi analiz edelim ve Risâl-i Nûr’u biraz daha iyi tanıyalım:

İki ifâdeyi karşılaştırdığımızda, her ikisi de aynı temel mesâjı taşıyor, ancak dil kullanımı ve stil açısından farklılıklar gösteriyorlar. Risâle-i Nûr’un ifâdesi daha sâde ve günümüz Türkçesine yakın bir kullanım sergilerken, diğer ifâde daha ileri düzey ve edebî bir Osmanlıca kullanımına sâhip:

DİLBİLGİSİ VE YAPI:

STİL VE EDEBÎ DEĞER:

SEMANTİK (ANLAM) VE İÇERİK:

OKUYUCU ETKİLEŞİMİ:

Her iki ifâde de aynı temel konuyu ele alıyor, ancak diğer ifâde, dilin ve edebiyâtın sanatsal yönlerini kullanarak daha derîn bir etki bırakıyor. Risâle-i Nûr’un ifâdesi ise mesâjını daha geniş bir kitleye ulaştırmak için sâde ve anlaşılır bir dil tercih ediyor. Bu farklı yaklaşımlar, her iki metnin de kendi içinde değerli olmasını sağlıyor, ancak farklı kitlelere ve amaçlara hizmet ediyorlar.

Her iki ifâdeyi de hizmet ettikleri amaca göre analiz ettiğimizde şu sonuçlara varıyoruz:

Her iki ifâdenin amacı, İslâmî kavramları ve inânçları ifâde etmek olsa da bunu yaparken kullandıkları yöntemler ve hedef kitleleri farklıdır. Risâle-i Nûr’un ifâdesi daha geniş ve çeşitli bir kitleye ulaşmayı hedeflerken, diğer ifâde daha dar ve spesifik bir kitleye, özellikle edebiyât ve dilbilimi ile ilgilenenlere hitâp eder.

Risâle-i Nûr’u okuyanlar ve inceleyenler onun, İslâm inâncı ve ahlâkı üzerine derîn felsefî ve teolojik konuları işlediğini görmektedirler. İslâm inâncı ve ahlâkı üzerine derîn felsefî ve teolojik konuları basît bir dil ile ifâde etmek zor bir iştir ve bunu başarabilmek büyük bir beceri ve mârifet göstergesidir. İşte bunun nedenleri:

Risâle-i Nûr'un bu başarısının altında yatan, bu tür zorlukların üstesinden gelme yeteneğidir. Soyut ve karmaşık konuları basît bir dille ifâde edebîlmek hem derîn bir konu hâkimiyeti hem de olağanüstü bir ifâde becerisi gerektirir. Bu yüzden, bu tür bir başarı, büyük bir mârifet ve beceri olarak kabûl........

© Risale Haber


Get it on Google Play