SİYASET

Devletler içindeki geleneksel otoriter yapılar, İslamcıların başarısızlığından sonra siyasal demokratik İslam’ın Anadolu, Ortadoğu veya Uzakdoğu’da toplumsal demokratik-hukuki bir dönüşüm yapamayacağını gördüler. Bu yapılar, siyasal İslamcılarla bir otoriter güvenlik sentezine girerek popüler anlamda halkı da ikna edebildiler. İronik bir espri ile bu yeni üst kimlik sentezini belki ülkemiz için “Türk tipi yeni bir ulusalcılık” olarak da isimlendirebiliriz.

Son günlerde ülkemizde ‘güler misin ağlar mısın’ kabilinden kimlik endeksli trajikomik sahneleri yaşamaktayız. İktidarın kendi sivil tabanına organize ettirdiği Filistin’e destek mitingi esnasında elindeki Kelime-i Tevhid bayrağını sallayan bir vatandaşa, Ogün Samast motivasyonu tavrı içinde olduğunu hissettiren bir genç tarafından Türklük ve Müslümanlık adına yumruk atılıp, vatandaşın ağzı kanlar içinde kaldığında da mağdurun yumruk atan gence yumruğu neden yediğini anlamaz halde sen Türk ve Müslüman değil misin serzenişi bu durumun ilk örneği. Yumruğu yiyen vatandaşın genci affedebileceğini belirtmesine rağmen gencin tutukluluğunun sürmesi ve destek verenlerin bir kısmının “1944” Türkçülüğüne referans vermeleri de ayrı bir ilginç durumdur. Diğer trajikomik iki örnek de Anıtkabir’de muhtemelen meczup birinin Cumhuriyet’e hakaret edip hilafeti talep etmesi ve Suudi Arabistan’da protokolleri, İstiklal ve 100. Yıl marşı provası iki gün önce yapılmış Süper Kupa finalinde son anda sürpriz şekilde Fenerbahçe’nin Ali Koç vesilesi ile dağıtılan Atatürk formaları ile ısınmaya çıktığında Suudların engellemeleri, Galatasaray’ın da Atatürk duyarlılığına ortak olup benzer tavır almasıyla takımların birlikte ülkeye dönmeleridir.

Tabii ki bu trajikomik hadiseleri örnek vererek giriş yaptığımız yazımızda, dizi niteliğinin ötesinde ciddi bir toplumsal ve kısmen de siyasal gündemi oluşturan “Kızıl Goncalardan”dan da bahsetmemek olmayacaktır. Dizi, toplumdaki tüm yapısal ve güncel kırılganlıkları adeta bir sıkıştırma programı içinde ilk iki bölümde özetledi. Bu da her kesimde karşılık bulduğu için gündeme yerleşti. Tarikatlar, cemaatler, muhafazakârlar ve sekülerler dizide iletişim içine girmişlerdi. Bu durum, kutuplaşmaya alışan sivil ve bunu arzulayan siyasi kesimleri oldukça rahatsız etti. İktidar erkini elinde bulunduran bir kısım belki de ayağına kurşun sıkarcasına diziye yaptırım uygulatmayı kısmen başardı. Bir diğer sivil Kemalist duyarlılık da bu işin içeriğine vakıf olmadan ‘tarikatların içyüzü bu, kapatılsınlar’ kampanyasına motive oldu. Seçim sonrası yeniden kutuplaşma endeksli tasarlanmış muhalif medya da bu durumu destekledi.

Yukarıdaki ironik örnekler, toplumsal alanda yoğunlaşan öznel bir kimlik krizinin belirtilerinin ipuçlarını bizlere vermekte. Göründüğü kadarıyla ülkemizde insanlar öncelikle bulunduğu durumu ve geleceğini güvende hissedememekte. Sanki bilinç üstünden futbol krizi örneği olarak ilgili takım “Yurtta sulh, cihanda sulh” pankartı açarken ‘Atatürk bizi saplandığımız Ortadoğu çölleri bataklığından kurtardı, bizi daha neden buralara gönderiyorlar’ mesajını vermekteydi. Toplumun ciddi kesimi her ne gerekçe ile olursa olsun Suriye, Irak ve Gazze derken askerimiz şehit olmakta, radikal İslamcı teröristler yükümüz olmakta, Arap göçmenler sorunları ile rekor kırmakta demektedir. Arap karşıtlığı ve kurtarıcı Atatürk figürü ile tarihsel gerileme ön plandadır. Ayrıca insanın kendini güvende hissettiği psikolojik ve fiziksel sınırlar da Ortadoğu’ya açılmanın maliyeti altında zorlanmıştır. Güncel siyasette göçmen ve aşı karşıtlığı ile maruf sınırlarını katılaştıran YRP ve ZP’nin yüzde 4’leri aşmakta sorun çekmemelerini de böyle anlayabilmekteyiz.

Tüm bunları ifade ederken Hrant Dink suikastı nedeniyle gözaltına alınan Ogün Samast ve Yasin Hayal ile polislerin adeta fotoğraf çektirmek için karakolda sıraya girmelerini hâlâ hatırlamamız gerekmekte. Göründüğü kadarıyla Osmanlı’nın Ermeni ve Arap kâbusu, terör veya siyasi yoldan ifade edilen etnik Kürt taleplerinin verdiği rahatsızlık, bugünlerde sıkça kolektif bilinçaltımızdan taşmaktadır. Buna genelde imparatorlukların dağılması sonrası ulus-devletlerde 21’inci yüzyılda yaşanan post-emperyal travma adı da verilmekte. Kim ne derse desin ülkemiz kasıtlı veya doğru yönetilemeyen yaslar ve popülist kutuplaştırıcılık ile post-emperyal Osmanlı travmasını yaşamaktadır.

Güvensiz Dünya

Sovyetlerin yıkılışından sonra ülkelerin sınırlarının değişmesi ve yeni dünya sisteminde düzenin kurulamaması güvensiz bir dünya oluşturdu. Dışsal veya iç odaklı travmaya hedef olan ülkelerde insanlar ‘biz kimiz’ sorularını sorup tarihsel gerileme eşliğinde kimlik arayışlarına girip eski veya inşa ettikleri sentetik büyük grup kimliklerinde güvenli limanlarını aradılar. Bunun en somut örneği 11 Eylül saldırısına muhatap kalan ABD kamuoyundaki kimlik tartışmaları ve sorgulamalarıdır. Ne yazık ki kimlik adına güvenlik arayışları Balkanlar, Kafkaslar ve Afrika’da bu kadar barışçı olamadı.

Tabii ki fütürist ekonomi-toplum bilimcilerinin sıkça değerlendirdiği, dünyanın teknoloji ve üretime bağlı yeni düzenine başta eğitim ve zihniyet olarak ayak uyduramayan toplumlar bu yeni tip kimlik milliyetçiliğinin başka bir kaynağını oluşturmaktalar. Bunlar mesleksiz ve lümpen yığınlar olduğu için yarınlarından endişe duymakta, kendi kimliklerine hapsolarak otoriter liderler ve devlet fetişizminden beslenmekteler. Sosyal bilimciler bunlara Prekarya, güvencesiz çalışanların ordusu da demekteler. Bunların inovasyona ve niteliğe öfke ve hınç duymaları sürecin doğal sonucu. Belki de dünyada artık yoksulların yeni popülist sağ, mesleklilerin ve nitelikli refah sahibi olanların ise yeni sol partileri benimsemeleri bu tartışmaların ardında yatan bir gerçek.

Türkçülüğün Seyri

Şüphesiz ki Türkçülüğün 150 yıllık seyri, iç gelişmelerden ziyade önceki paragrafta belirttiğimiz teknolojik dış gelişmelerin ötesinde siyasal dış gelişmelerin de etkisinde olan bir seyirdir. 1912 Balkan Harbi ve aynı dönem Türk Yurdunda etkin olan Kazan Türklerinin emperyal zihin yapısına, muhalif Ziya Gökalp’in ülke gerçekleriyle realist olmaya zorlanmış Türkçülüğü, tamamen benzerlik teşkil etmiyordu. 1940’ların Türkçülüğü ise sıkça Nazilerle görüşen Cevat Rıfat Atilhan ve Nihal Atsız’la adeta bugünkü gencin tepkisine sahip çıkanların zihniyetini temsil ediyordu. Öyle ki Osmanlı’da bürokrasi ve Kalemiye sınıfı kıyafet, bıyık ve sakalda nasıl Prusya’yı taklit ediyorsa, II. Dünya Savaşı dönemi Cumhuriyetimizin aydınları ve bürokrasisi de 1940’ların Alman Nazilerinin bıyıklarını moda kabul ediyorlardı.

Ardından NATO düzeni ve Sovyet dağılışı sonrası düzensizlik, Türk-İslam sentezine evrilen Türkçülüğün durumunu yeniden tanımladı. Bir ironi olarak bir dostumun şu çıkarımı hep aklımdadır: “1944 Türkçülüğünün, camiye gidenine Türk-İslam sentezi geleneğine bağlı milliyetçi, camiye gitmeyenine ise ulusalcı denmekte.” Ancak başta ülkemizde İslamcılık ve ulusalcılık, ittifaktan önce devlet potasında aynileşme sürecine girdikleri izlenimini de vermektedirler. Bugün İslam dünyasında İslamcı siyasal akımların kimlik siyaseti veya ulusalcı niteliğe dönüştüğüne ilişkin akademik iddialar ve tespitler yaygınlaşmaktadır. Bunda Türkiye dahil İslam dünyası sosyolojisinde yaygın kabilecilik ve köylülüğün bir türlü dönüşememesi yatmakta. Türkiye sağ siyasetinde de köylülük ve göç belirleyici parametrelerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışında Türkiye dahil kurulan ulus-devletler katı seküler otoriter ulusçuluk ile uzun dönemler yönetildi. İslamcılık-Hilafet, bir imparatorluk ideolojisi çağrışımını hep yaptırdı. Arap Baharı içeriği itibarıyla demokratik talepleri barındırıyordu, ılımlı İslam da İhvan hareketiyle beraber adeta bu koalisyonun parçalarıydılar. Arap Baharı diktatörler ve kralları korkuttu, İhvan kendi iç çelişkileriyle bu dilemmayı aşamadı. Türkiye’de de AK parti hareketi demokrasi ile uyumlu İslam modelini teorik ve uygulama anlamında başaramadı. Gülenist hareketin demokrasiyi perde yapan otoriter ve oportünist yollarla devleti ele geçirme fotoğrafı da bu hayal kırıklığında etkili oldu. Bu yapının iktidar ve devlet tehdidi AK Parti’yi devlete yaklaştırdı.

“Türk Tipi Yeni Ulusalcılık”

Devletler içindeki geleneksel otoriter yapılar, İslamcıların bu başarısızlığından sonra siyasal demokratik İslam’ın Anadolu, Ortadoğu veya Uzakdoğu’da toplumsal demokratik-hukuki bir dönüşüm yapamayacağını gördüler. Devlet içindeki bu geleneksel yapılar siyasal İslamcılarla bir otoriter güvenlik sentezine girerek popüler anlamda halkı da ikna edebildiler. İronik bir espri ile bu yeni üst kimlik sentezini belki ülkemiz için “Türk tipi yeni bir ulusalcılık” olarak da isimlendirebiliriz.

Başa döndüğümüzde İslamcılık ve ulusalcılık, bekacılık adı altında her ne kadar ortak siyasi bir tavrın içinde gözükseler ve yeni bir üst kimliği sergiliyorlarsa da bu iktidar paylaşımı Atatürk, hilafet, tarikatlar ve Araplar gibi temel görüş ayrılıklarında da her an çatırdama potansiyelini taşımakta.

İktidar insan nefsi için vazgeçilemeyecek kadar kutsal bir şey. İki taraf da bu konularda uzlaşırlarsa muhtemelen hilafet, tarikatlar ve Araplar da günün birinde ulusalcılaşacaklar gibi gözüküyor…

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

TARIK ÇELENK

1961 Erzurum doğumlu. İTÜ Elektrik Fakültesi’ni 1982 yılında bitirdi. Müteakiben Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na Mühendis Subay nasp edildi. 1999’da istifa etti. Özel sektör ve İSKİ’de Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. 2006-2012 arası Ekopolitik STK’sının kuruluşunda yer aldı. Akil adamlar çalışmasında bulundu. Vakıfbank Kültür Yayınları’nın kuruluşunda yer aldı. Türk Sağının Düşünce Atlası, Öteki ile Uzlaşmanın Yolculuğu-Ekopolitik, Yüzyıllık Düğüm: Musul Vilayeti ve Türk Sağı: Mahalle, Kriz ve Kritik kitaplarını hazırladı.

TÜM YAZILARI

TARIK ÇELENK

1961 Erzurum doğumlu. İTÜ Elektrik Fakültesi’ni 1982 yılında bitirdi. Müteakiben Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na Mühendis Subay nasp edildi. 1999’da istifa etti. Özel sektör ve İSKİ’de Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. 2006-2012 arası Ekopolitik STK’sının kuruluşunda yer aldı. Akil adamlar çalışmasında bulundu. Vakıfbank Kültür Yayınları’nın kuruluşunda yer aldı. Türk Sağının Düşünce Atlası, Öteki ile Uzlaşmanın Yolculuğu-Ekopolitik, Yüzyıllık Düğüm: Musul Vilayeti ve Türk Sağı: Mahalle, Kriz ve Kritik kitaplarını hazırladı.

TÜM YAZILARI

ÜYE OLUN

İLGİLİ YAZILAR

The post Yerli ve Yeni Bir Ulusalcılık mı? appeared first on PERSPEKTİF.

QOSHE - Yerli ve Yeni Bir Ulusalcılık mı? - Tarık Çelenk
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yerli ve Yeni Bir Ulusalcılık mı?

18 0
05.01.2024
SİYASET

Devletler içindeki geleneksel otoriter yapılar, İslamcıların başarısızlığından sonra siyasal demokratik İslam’ın Anadolu, Ortadoğu veya Uzakdoğu’da toplumsal demokratik-hukuki bir dönüşüm yapamayacağını gördüler. Bu yapılar, siyasal İslamcılarla bir otoriter güvenlik sentezine girerek popüler anlamda halkı da ikna edebildiler. İronik bir espri ile bu yeni üst kimlik sentezini belki ülkemiz için “Türk tipi yeni bir ulusalcılık” olarak da isimlendirebiliriz.

  • TARIK ÇELENK
  • 5 Ocak 2024

Son günlerde ülkemizde ‘güler misin ağlar mısın’ kabilinden kimlik endeksli trajikomik sahneleri yaşamaktayız. İktidarın kendi sivil tabanına organize ettirdiği Filistin’e destek mitingi esnasında elindeki Kelime-i Tevhid bayrağını sallayan bir vatandaşa, Ogün Samast motivasyonu tavrı içinde olduğunu hissettiren bir genç tarafından Türklük ve Müslümanlık adına yumruk atılıp, vatandaşın ağzı kanlar içinde kaldığında da mağdurun yumruk atan gence yumruğu neden yediğini anlamaz halde sen Türk ve Müslüman değil misin serzenişi bu durumun ilk örneği. Yumruğu yiyen vatandaşın genci affedebileceğini belirtmesine rağmen gencin tutukluluğunun sürmesi ve destek verenlerin bir kısmının “1944” Türkçülüğüne referans vermeleri de ayrı bir ilginç durumdur. Diğer trajikomik iki örnek de Anıtkabir’de muhtemelen meczup birinin Cumhuriyet’e hakaret edip hilafeti talep etmesi ve Suudi Arabistan’da protokolleri, İstiklal ve 100. Yıl marşı provası iki gün önce yapılmış Süper Kupa finalinde son anda sürpriz şekilde Fenerbahçe’nin Ali Koç vesilesi ile dağıtılan Atatürk formaları ile ısınmaya çıktığında Suudların engellemeleri, Galatasaray’ın da Atatürk duyarlılığına ortak olup benzer tavır almasıyla takımların birlikte ülkeye dönmeleridir.

Tabii ki bu trajikomik hadiseleri örnek vererek giriş yaptığımız yazımızda, dizi niteliğinin ötesinde ciddi bir toplumsal ve kısmen de siyasal gündemi oluşturan “Kızıl Goncalardan”dan da bahsetmemek olmayacaktır. Dizi, toplumdaki tüm yapısal ve güncel kırılganlıkları adeta bir sıkıştırma programı içinde ilk iki bölümde özetledi. Bu da her kesimde karşılık bulduğu için gündeme yerleşti. Tarikatlar, cemaatler, muhafazakârlar ve sekülerler dizide iletişim içine girmişlerdi. Bu durum, kutuplaşmaya alışan sivil ve bunu arzulayan siyasi kesimleri oldukça rahatsız etti. İktidar erkini elinde bulunduran bir kısım belki de ayağına kurşun sıkarcasına diziye yaptırım uygulatmayı kısmen başardı. Bir diğer sivil Kemalist duyarlılık da bu işin içeriğine vakıf olmadan ‘tarikatların içyüzü bu, kapatılsınlar’ kampanyasına motive oldu. Seçim sonrası yeniden kutuplaşma endeksli tasarlanmış muhalif medya da bu durumu destekledi.

Yukarıdaki ironik örnekler, toplumsal alanda yoğunlaşan öznel bir kimlik krizinin belirtilerinin ipuçlarını bizlere vermekte. Göründüğü kadarıyla ülkemizde insanlar öncelikle bulunduğu durumu ve geleceğini güvende hissedememekte. Sanki bilinç üstünden futbol krizi örneği olarak ilgili takım “Yurtta sulh, cihanda sulh” pankartı açarken ‘Atatürk bizi saplandığımız Ortadoğu çölleri bataklığından kurtardı, bizi daha neden buralara gönderiyorlar’ mesajını vermekteydi. Toplumun ciddi kesimi her ne gerekçe ile olursa olsun Suriye, Irak ve Gazze derken askerimiz şehit olmakta, radikal İslamcı teröristler yükümüz olmakta, Arap göçmenler sorunları ile rekor kırmakta demektedir. Arap karşıtlığı ve kurtarıcı Atatürk figürü ile tarihsel gerileme ön plandadır. Ayrıca insanın kendini güvende........

© Perspektif


Get it on Google Play