(Geçen haftaki yazının devamı)

Tarih 11 Nisan 1913. Akif’e göre Kur’an-ı Kerîm, her şeyin çaresini gös­termiştir. O da:

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9) ayetinde ifade edilen bilgi idi. İn­san bilgi vasıtasıyla, bütün problemlerini çözebilir, kendisine bir çıkış yolu bulabilirdi. Çünkü bilenle bil­meyen asla eşit değildi. Bilen kişi, olay ne kadar vahim olursa olsun, onun üstesinden gelebilecek bir yeteneğe sahip demekti. İşte Akif, şiirine konu olarak bu ayeti seçmiş ve şöyle yorumlamıştı:

“Olmaz ya… Tabiî… Biri insan, biri hayvan,

Öyleyse ‘cehalet’ denilen yüz karasından,

Kurtulmaya azmetmeli, baştan başa millet,

Kâfi mi değil, yoksa bu son ders-i felaket?

Eyvah, bu zilletlere sensin yine illet…

Ey derd-i cehalet, sana düşmekle bu millet,

Bir hale getirdin ki: ne din kaldı ne namus,

Ey sîne-i İslam’a çöken kapkara kâbus,

Ey hasm-ı hakikî, seni öldürmeli evvel:

Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el.

Akif’e göre en büyük düşman cahillikti. Zira başı­mıza hangi belâ gelmişse sırf bu yüzden gelmişti. Bizi perişan eden de, düşmanları galip getiren de hep cahil­likti. Onu yenmeden, düşmanı yenmenin imkânı yok­tu. Kur’an bize, işte bu gerçeği “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesiyle açıklamaktaydı.

Akif ise, bu gerçeği şiirleştirerek, Kur’an’ın veciz bir yoru­munu yapıyordu. Amacı, bu gerçeğin daha iyi anlaşıl­ması ve milletin uyanmasıydı. Çünkü din düşmanları, geriliğimizi ve mağlubiyetimizi, İslam’a bağlıyorlar, O’ndan kurtulursak terakki edeceğimizi ve başımıza gelen bunca belâlardan kurtulacağımızı söylüyorlardı. Halbuki kurtulmak istedikleri bu din, inananlara ça­lışmalarını ve bilgili olmalarını emrediyordu. Cehale­tin her çeşidini yeriyor, ilmi teşvik ediyordu.

Akif ise, Müslümanların hatasının, dine mal edilmesine tahammül edemiyordu. Ortada bir suçlu varsa o, İslam dini değildi; suçlu onu iyi anlayıp yorumlayamayan Müslümanlardı. Bu nedenle de, öncelikle Müslümanların içinde bulundukları bu durum, onlara izah edilmeli ve daldıkları derin uykudan uyandırılmalıydı. Fakat bu nasıl olacaktı? Şayet bir hasta, hastalığı­nı kabul ederse, ona yapılan tedavi fayda verir, aksi takdirde, yapılan tedavinin hiç bir faydası olmazdı. Bu millet de hastaydı ve onun da bu hastalığını kabul et­mesi, daha sonra da ondan kurtulmak için gayret gös­termesi gerekiyordu. Bu psikolojik hastalık ise, ezil­mişlik, bıkkınlık ve kendine güvensizlikti. Akif bunu çok iyi tespit etmişti. Bunun için de bu milletin kendi­sine olan güvenini güçlendirmek ve takviye etmek ge­rekiyordu.

Tarih 9 Mayıs 1913. Akif, dıştaki düşmanlar kadar, içteki fesatçılardan da rahatsızdır. Aslından o, İslam’a düşmanlıkta birle­şen içteki ve dıştaki insanların düşünce tarzına karşı­dır. Bu insanlara karşı Müslümanları uyarmak için Bakara sûresinin 11. ve 12. ayetlerini, şiirine konu ola­rak ele alır. Bu ayetlerde “Yeryüzünde fasad çıkarmayın! denildiği zaman, ‘Biz ıslahdan başka bir şey yapmıyoruz’ derler. Gözünü aç, iyi bil ki: Onlar yok mu, işte asıl müfsid onlardır, lâkin farkında değil­ler.” denilmektedir. Akif bu ayetleri şöyle yorumlar:

“Bir de halkın dini var sık sık taarruzlar gören,

Hele bak: Millette hissiyatı oymuş öldüren.

Dini kurban etmeliymiş, mülkü kurtarmak için…

Tut da hey sersem, bu idrakinle sen âlim geçin,

Her cemâatten beş on dinsiz zuhur eyler, bu hâl,

Pek tabiîdir, fakat ilhadı bir kavmin muhal.

Hangi millettir ki efradında yoktur hiss-i din,

En büyük akvama bak, dini her şeyden metîn,

Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok vâyesi,

Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi.”

İslam’a yapılan hücumlar, cephelerde devam eden sa­vaş gibi, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bu hücum­lar, inananları yaralıyor ve morallerini bozuyordu. O, bir taraftan, dış düşmanlara karşı millete şevk ve azim vermekte, bir taraftan da İslam’a yapılan hücumlara karşı müdafaada bulunmaktaydı. Hakkın sesinde yer alan sekizinci şiirine konu olarak münafıkları anla­tan bu iki ayeti seçmişti.

Tarih 16 Mayıs 1913. Akif bu defa Al-i İmran suresinin 110. ayetini, şiirine konu olarak seçmiştir. Ayette; “Siz, iyili­ği emreder, kötülükten nehyeder, Allah’a inanır oldu­ğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz.” buyrulmaktaydı.

Akif, bu ayeti yorumlayan şiirinde şöyle diyordu:

“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz,

Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyyetin;

Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin.

Akif, şiirinin devamında Müslümanların haksızlık karşısında susmalarından ve şahsî çıkarlarına olan düşkünlüklerinden yakınarak:

“Göster Allahım, bu millet kurtulur, tek bir mu’cize:

Bir ‘utanmak hissi’ ver gaib hazinenden bize”, diye temennide bulunur.

Bu nedenle 23 Mayıs 1913 tarihinde yazdığı dokuzuncu ve bu bölümdeki sonuncu şiirine ko­nu olarak, Rum sûresinin 50. ayetini seç­er. Bu ayette Allah’ın âsâr-ı rahmetine bir baksa­na: öldükten sonra, tekrar nasıl diriltiyor? İşte O Allah, bütün ölüleri muhakkak diriltecek, hem O, her şe­ye kadirdir.” buyrulmaktadır. Akif, bu sırada içi ümit­le doludur ve bir müjde beklemektedir. Bu duygular içinde bu ayeti şöyle yorumlar ve umutsuz gönüllere umut vermek ister:

“Bir nesîm ister kımıldanmak için canlar bugün;

Bir nesîm olsun İlâhî… Canlanır kanlar bütün,

Nev-baharın ruhu etsin bir de bizlerden zuhur…

Yoksa artık, Sûr-i İsrafile kalmıştır nüşûr”

Tarih 23 Mayıs 1913. Akif nev-bahar’ı beklerken 29 Haziran 1913’de ikinci balkan savaşı, ardından da birinci cihan harbi patlak verince, artık ilkbahar çok gerilerde ve uzaklarda kalmıştı. Yük üs­tüne yük binmiş, sıkıntılar, acılar ve ıstıraplar daya­nılmaz boyutlara ulaşmıştı. Toprak kaybının yanında binlerce ölü, açlık, hastalık ve yoksulluk milleti kasıp kavurmaya başlamıştı. Nur beklenirken, koyu bir ka­ranlık gelmişti.

Ocak 1914 yazdığı şiirde Akif Takat getiremeyeceğimiz yükü bize yükleme, Allah’ım” (Baka­ra, 2/286) diye feryat ediyor ve şöyle diyordu:

“Ey bunca zamandır bizi te’dib eden Allah;

Ey âlem-i İslam’ı ezen, inleten Allah,

Bizler ki Senin va’d-i İlâhine inandık,

Bizler ki bin üç yüz bu kadar yıl Seni andık

Balkanlardaki yangın daha kül bağlamamışken,

Bir başka cehennem çıkıversin… Bu ne erken,

Lâkin bu cehennem onu yıldırdı mı?

Asla, ilâya seğirtip duruyor nâmı hâlâ.

Tarih 20 Ağustos 1914. Akif, Ey Müslümanlar Allah’tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkunuz.” (Al-i İmran, 3/102) ayetini konu alan bir başka şiir daha yazıyordu. Bu şiiriyle o, toplumu ıslah etmeyi, manevî hastalıkları tedavi etme­yi amaçlıyordu. Harbin getirdiği sıkıntı, fertlerde ah­lak bunalımı meydana getirmişti. Toplumdaki çözülme daha da artmıştı. Kanun hakimiyeti sağlanamaz ol­muştu. Akif, bu ayeti şöyle yorumluyordu:

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havi-i Yezdânın…

Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen, ne vicdanın.

O cemiyet ki vicdanında hakim havf-i Yezdândır;

Bütün dünyaya sahiptir, bütün akvama sultandır.

Fakat efradı Allah korkusundan bî-haber millet,

Çeker, milletlerin menfuru kıbtîler kadar zillet.

Bu hissizlikle cem’iyyet yaşar derlerse pek yanlış:

Bir ümmet göster, ölmüş mâneviyyatiyle sağ kalmış?

Tarih 13 Haziran 1914. Akif şiirinin konu­sunu bu defa, Kim Müslümanların derdini kendisine mal etmezse onlardan değildir.” hadisinden alır. Bu şiirinde Akif:

“Müslümanlık nerede, Bizden geçmiş insanlık bile…

Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile.

Kaç hakîkî Müslüman gördümse, hep makberdedir.

Müslümanlık, bilmem ama galiba göklerdedir.” diye haykırmaktadır.

Tarih 16 /Ekim 1914. Akif bu defa şiirine, “Kimin bu dünyada gözü kapalı ise, ahirette de kapalı, hattâ oradaki şaşkınlığı daha ziyadedir.” (İsrâ, 17/72) ayetini konu olarak seçmiştir. Bu ayete getirdiği yorumda dünya ve ahiret kavramlarına ve ilişkisine dair önemli yorumlar getirmiştir. Bu yorumunda, Kur’an’dan ilhamlar alarak, Müslümanların günlük hayatına ve ahiretine yön verici tavsiyelerde bulun­muştu. O, şöyle diyordu:

“Nihayet neyse idrak ettiğin şey ömr-ü fânîden;

O’nun bir aynıdır mutlak nasibin ömr-ü sânîden.

Hatadır ahiretten beklemek dünyada her hayrı:

Öbür dünya bu dünyadan değil, hem hiç değil ayrı.

Bu âlem şöyle bir rü’ya imiş, yahut muvakkatmış…

Evet ukbada anlarsın ne müthiş bir hakikatmiş.

Tarih 20 Haziran 1914. “Müs­lümanlık, huyun güzelliğinden ibarettir” hadîsini konu alan Âkif, bu şiirinde:

“Gökten inmez bir de hiçbir şey, bütün yerden taşar,

Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar.

Çiğnenirsek biz bugün çiğnenmek istihkakımız.

Çünkü izzet nerde bir bak nerdedir ahlakımız?

Müslümanlık pak siretten ibaretken yazık

Öyle saplandık ki levsiyata (pis murdar şeyler) hala çıkamadık.”

Tarih 4 Eylül 1914. Akif bu tarihte yazdığı şiire O mümin­lere indellah ecr-i azim var ki: bir takım kimseler kendilerine ‘düşmanlarınız sizin için kuvvetlerini topladı­lar; onlardan korkmalısınız’ dedikleri zaman bu haber imanlarını artırır da ‘Allah’ın nusreti bize kâfidir, O ne güzel muhafızdır’ derler” (Al-i İmran, 3/173) ayetini konu olarak ele almıştı. Akif bu ayetin yorumunda şöyle diyordu.

“Şehâmet dîni, gayret dîni, ancak Müslümanlıktır;

Hakîkî Müslümanlık, en büyük bir kahramanlıktır.

Mefahir onların tarihidir; ümmet o ümmettir.

Ki bir yandan celâdetler saçıp dünyayı titretmiş,

Öbür yandan da insanlık nedir dünyaya öğretmiş.

Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlıktır,

Demiştim… İşte da’vam onların hakkında sadıktır.”

Mehmet Akif, bir düşünür olarak, Müslümanların yaşadığı sosyal, siyasi ve ekonomik sorunlar karşısında eli bağlı kalmamış, bu sorunların sebeplerini bulmaya çalışmış, cahillik, tembellik, sorumsuzluk, tefrika/bölücülük ve ye’is/ümitsizlik olmak üzere beş ana sorun tespit etmiş; bu sorunların bir zihniyet sorunu olduğunu görmüş ve “Bir toplum kendi kendini değiştirmedikçe, Allah o toplumu değiştirmez” ayetinden ilham alarak Kur’an’dan aldığı ilhamla Müslümanları uyarmaya çalışmış, böylece bir zihniyet değişiminin olabileceğini ummuştur. Akif’i böyle bir davranışa sevk eden ana etken de bu düşüncedir. Çünkü dinî hayatı ve yaşam biçimini insanın sahip olduğu düşüncesi ve tefekkürü oluşturur. Daha sonra bu dinî düşüncesin ve tefekkürün eyleme dönüşmesine sıra gelir. Bu nedenle Müslüman, dinî bir kimliğe sahip olsa da, yeterli dini bilgiye, bilince ve gerçek anlamda bir kişiliğe sahip olmadıkça sosyal problemlerini çözemez. Her şeyden önce bu gerçeğin Müslümanlara anlatılması gerekmektedir. Akif de bunu yapmıştır.

Sonuç olarak üzerinden bir asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen Akif’in yaptığı bu tespitlerden değişen ne olmuştur? Sorusunu sorduğumuzda verilecek cevap, aynı zamanda günümüzdeki sorunların da bir cevabı olacak, dolayısıyla değişen bir şeyin olup olmadığını da gösterecektir.

Prof. Dr. Celal Kırca

QOSHE - MEHMET AKİF KUR’AN VE MÜSLÜMANLAR (2) - Prof. Dr. Celal Kırca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

MEHMET AKİF KUR’AN VE MÜSLÜMANLAR (2)

15 3
28.10.2023

(Geçen haftaki yazının devamı)

Tarih 11 Nisan 1913. Akif’e göre Kur’an-ı Kerîm, her şeyin çaresini gös­termiştir. O da:

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9) ayetinde ifade edilen bilgi idi. İn­san bilgi vasıtasıyla, bütün problemlerini çözebilir, kendisine bir çıkış yolu bulabilirdi. Çünkü bilenle bil­meyen asla eşit değildi. Bilen kişi, olay ne kadar vahim olursa olsun, onun üstesinden gelebilecek bir yeteneğe sahip demekti. İşte Akif, şiirine konu olarak bu ayeti seçmiş ve şöyle yorumlamıştı:

“Olmaz ya… Tabiî… Biri insan, biri hayvan,

Öyleyse ‘cehalet’ denilen yüz karasından,

Kurtulmaya azmetmeli, baştan başa millet,

Kâfi mi değil, yoksa bu son ders-i felaket?

Eyvah, bu zilletlere sensin yine illet…

Ey derd-i cehalet, sana düşmekle bu millet,

Bir hale getirdin ki: ne din kaldı ne namus,

Ey sîne-i İslam’a çöken kapkara kâbus,

Ey hasm-ı hakikî, seni öldürmeli evvel:

Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el.

Akif’e göre en büyük düşman cahillikti. Zira başı­mıza hangi belâ gelmişse sırf bu yüzden gelmişti. Bizi perişan eden de, düşmanları galip getiren de hep cahil­likti. Onu yenmeden, düşmanı yenmenin imkânı yok­tu. Kur’an bize, işte bu gerçeği “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesiyle açıklamaktaydı.

Akif ise, bu gerçeği şiirleştirerek, Kur’an’ın veciz bir yoru­munu yapıyordu. Amacı, bu gerçeğin daha iyi anlaşıl­ması ve milletin uyanmasıydı. Çünkü din düşmanları, geriliğimizi ve mağlubiyetimizi, İslam’a bağlıyorlar, O’ndan kurtulursak terakki edeceğimizi ve başımıza gelen bunca belâlardan kurtulacağımızı söylüyorlardı. Halbuki kurtulmak istedikleri bu din, inananlara ça­lışmalarını ve bilgili olmalarını emrediyordu. Cehale­tin her çeşidini yeriyor, ilmi teşvik ediyordu.

Akif ise, Müslümanların hatasının, dine mal edilmesine tahammül edemiyordu. Ortada bir suçlu varsa o, İslam dini değildi; suçlu onu iyi anlayıp yorumlayamayan Müslümanlardı. Bu nedenle de, öncelikle Müslümanların içinde bulundukları bu durum, onlara izah edilmeli ve daldıkları derin uykudan uyandırılmalıydı. Fakat bu nasıl olacaktı? Şayet bir hasta, hastalığı­nı kabul ederse, ona yapılan tedavi fayda verir, aksi takdirde, yapılan tedavinin hiç bir faydası olmazdı. Bu millet de hastaydı ve onun da bu hastalığını kabul et­mesi, daha sonra da ondan kurtulmak için gayret gös­termesi gerekiyordu. Bu psikolojik hastalık ise, ezil­mişlik, bıkkınlık ve kendine güvensizlikti. Akif bunu çok iyi tespit etmişti. Bunun için de bu milletin kendi­sine olan güvenini güçlendirmek ve takviye etmek ge­rekiyordu.

Tarih 9 Mayıs 1913. Akif, dıştaki düşmanlar kadar, içteki fesatçılardan da rahatsızdır. Aslından o, İslam’a düşmanlıkta birle­şen içteki ve dıştaki insanların düşünce tarzına karşı­dır. Bu insanlara karşı Müslümanları uyarmak için Bakara sûresinin 11. ve 12. ayetlerini, şiirine konu ola­rak ele alır. Bu ayetlerde “Yeryüzünde fasad çıkarmayın! denildiği zaman, ‘Biz ıslahdan başka bir şey yapmıyoruz’ derler. Gözünü aç, iyi bil ki: Onlar yok mu, işte asıl müfsid onlardır, lâkin farkında değil­ler.” denilmektedir. Akif bu ayetleri şöyle yorumlar:

“Bir de halkın dini var sık sık taarruzlar gören,

Hele bak: Millette hissiyatı oymuş öldüren.

Dini kurban etmeliymiş, mülkü kurtarmak için…

Tut da hey sersem, bu idrakinle sen âlim geçin,

Her cemâatten beş on dinsiz zuhur eyler, bu hâl,

Pek tabiîdir, fakat ilhadı bir kavmin muhal.

Hangi millettir ki efradında yoktur hiss-i din,

En büyük akvama bak, dini her şeyden metîn,

Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok vâyesi,

Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi.”

İslam’a yapılan hücumlar, cephelerde devam eden sa­vaş gibi, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bu hücum­lar, inananları........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play