İnsan, önemli ve değerli bir varlık. Bu önem ve değer onun diğer varlıklar karşısındaki konumdan ve ontolojik yapısından kaynaklanıyor ve Müslüman için bu durum, bundan daha da öte bir anlam ifade ediyor. Zira Kur’an, insanın mahlukatın pek çoğundan üstün olduğunu[1], bütün varlıkların onun hizmetine verildiğini,[2] vücut azalarının düzgün ve dengeli olduğunu,[3] en güzel şekilde yaratıldığını, [4] ruhunun Allah’a ait olduğunu ,[5] ihtiyaç duyduğu her şeyin kendisine verildiği [6] ve nihayet yeryüzüne halife yapıldığını[7] açıklıyor. Hiç şüphesiz bunlar, insanoğlunun önemini ve değerini artıran niteliklerdir. Ancak Kur’an’da yer alan bu niteliklerden hariç olarak bir de bazı Müslümanlar tarafından üretilen ve dinî terminolojide kullanılan bir diğer nitelik daha vardır ki o da insanın “ eşref-i mahlûkat” oluşu ile ilgi görüştür.

İnsan, gerçekten söylendiği gibi eşref-i mahkûkât mıdır, yoksa bu bir söylentiden mi ibarettir? Şayet söylediği gibi insan eşref-i mahlûkat ise bu şeref, verilmiş bir değeri mi, yoksa kazanılmış bir değeri mi ifade etmektedir? Bu konuda Kur’an’da delaleti kat’î bir bilgi var mıdır, varsa bu bilgi nedir?

Kur’an’da böyle bir kavram, bulunmamaktadır, ancak bazı düşünürlerin,

Andolsun ki, Biz Âdemoğluna ikramda bulunduk. Onlara karada ve denizde ulaşım imkânları sağladık, temiz ve güzel yiyecekler, içecekler lutfettik. Ve onları, (yeryüzüne hâkim kılmakla ve ondan yararlanabilme kabiliyeti vermekle) yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık “[8] ayetinden böyle bir anlam çıkarttıkları da bilinmektedir. Nitekim bu ayette yer alan “kerremnâ” ifadesine kimi müfessirlerin ve meal yazanlarının “şerefli kıldık” anlamını; kimi müfessirlerin ve meal yazarlarını ise “değerli kıldık”, “üstün kıldık”, “saygıdeğer kıldık” anlamlarını verdikleri görülüyor ve “Allah katında en değerliniz/üstününüz takvalı olanınızdır” [9] ayetinin de bu anlama örnek olduğu, dolayısıyla “ eşref-i mahlûkat” görüşünün delalet-i kat’î bir anlam ifade etmediği anlaşılıyor. Nitekim ilk müfessirlerden Mukâtil b. Süleyman’ nın ikramda bulunmaya “üstün kılma”[10]; Maverdî’nin ise “akıl ve temyiz gücü verme”[11] anlamlarını verdiği biliniyor.

Bilindiği gibi “başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değerlere şeref” deniliyor. Kişisel değerler ise, “insanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet ve izzetinefis” [12] olarak açıklanıyor. Diğer bir ifade ile kişisel değerler, insanın kendine olan saygısını, haysiyetini ve izzetinefsini ifade ederken; şeref de başkalarının bu kişisel değerler sebebiyle insana gösterdiği saygıyı, bu da verilmiş bir statüyü değil, kazanılmış bir statüyü ifade ediyor. Bu nedenle ayette geçen “tafdil” kavramı ile Allah’a nispet edildiğinde “kerem” kavramının “lütuf ve ihsanda bulunma” [13] anlamında kullanılmış olması dikkate alındığında, “kerremnâ” ifadesine verilen değerli ve üstün kılma anlamının daha uygun olduğu anlaşılıyor. Zira insanın, diğer canlılardan farklı olarak akıl, irade, vicdan ve bazı duygulara sahip oldukları biliniyor. Dolayısıyla insan, bu fıtrî yetilere sahip olmakla değerli, bu yetileri olumlu yönde kullanmakla da şerefli oluyor.

İnsan sahip olduğu bu yetileri sayesinde , bir çok canlıdan üstündür ve bu üstünlüğe de sahip olduğu yetilerini iyiye, doğruya, güzele ve hayra kullandığı sürece erişebilmektedir. Bu yetilerini kullanmadığı veya kötüye kullandığı takdirde ise insan, hayvanlar derekesine inmekte, hatta onlardan daha aşağıya “esfel-i safilin” e düşebilmektedir. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, Kur’an’da insanın cahilliğinden ve zalimliğinden[14], nankörlüğünden,[15] aceleci oluşundan[16]; zayıf,[17] kıskanç,[18] kaba[19], az­gın,[20] tartışmacı,[21] riya­kar,[22] cimri,[23] hasetçi[24] kibirli [25]oluşundan söz etmekte, bu olumsuz duygu, tutum ve davranışlardan kurtulduğu ölçüde insan olabileceğini ifade etmiş olmaktadır. Nitekim bir tarafta merhametli, şefkatli, yardım sever bir insan tipinin, diğer tarafta zalim, gaddar, acımazsız bir insan tipinin mevcut olduğu görülüyor.

Bir tarafta şükreden vefalı insan, diğer tarafında nankörlük eden insan, Bir tarafta bilgide, iyilikte, “mekârim-i ahlak”ta ve sevgide yarışan insan; diğer tarafta cahillikte kötülükte, nefrette, vahşilikte sınır tanımayan insan. Bir tarafta hayvanlara acıyan ve koruyan insan, diğer tarafta bebekleri katleden insan. Dolayısıyla insan, fıtrî olarak şerefli olma potansiyeline sahip olsa da, bunu iyiye, güzele, doğruya yöneltmediği sürece o şerefi hak edememektedir. Bu nedenle insanın şerefli olabilmesi için onu hak etmesi, kısaca “insan-ı kâmil olması” için çaba göstermesi gerekiyor. Bundan da şerefin verilmiş bir kimlik değil; kazanılmış bir kişilik olduğu anlaşılıyor. Neticede insanlıktan nasibi olmayanların onurdan da nasipleri olmuyor. Bu nedenledir ki Kur’an, insanın hüsran içinde olduğunu, ancak iman edip salih amel işediğinde, hakkı ve sabrı tavsiye ettiğinde hüsrandan kurtulabileceğini ifade ediyor. Bu da gösteriyor ki insan, verilmiş bir şerefe değil, şerefi elde edebilecek potansiyel değerlere sahiptir. Bu nedenle insan, şayet şerefli olmak istiyorsa onu kazanmak zorundadır. Nitekim Ferit Kam,

“Şeref-i zat iledir insanlık

Himmetin kesbine masruf olsun,

Sûretin kıymeti yoktur aslâ,

Nazarın sîrete ma’tûf olsun.” der.

Ziya Paşa da bunu,

“Âsaf’ın mikdârını bilmez Süleymân olmayan,

Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan.” Beyti ile ifade eder.

2. Cihan savaşı sırasında Almanya’da yaşanan faciaya şahit olan bir lise müdürünün, her eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlerine gönderdiği şu mektup, bu hususu açık bir şekilde gözler önüne serer:

“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetişmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşerilerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar…Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizden istediğim şudur:

Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Eğitim, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa, ancak o zaman önem taşır.”

Ne hazindir ki bu acıyı yaşayanların çocukları, bugün Gazze’de çocuk, kadın ve yaşlı demeden halka zulmediyor, benzer kıyımı yapıyor ve bu vahşeti onlara yaşatıyorlar. Gazze’de bu vahşeti yaşatanlar, Birinci ve ikinci cihan savaşlarında milyonlarca insanı öldürenler, nasıl “eşref-i mahlûkat” olabilirler? Bu nedenle Kur’an, insanın eşref-i mahlûkat olduğunu söylemiyor, ama yaratılmışların bir çoğundan potansiyel olarak değerli ve üstün olduğunu ve bunu hak etmesi için de çaba göstermesi gerektiğini söylüyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

[1] İsra, 17/70

[2] Casiye, 45/13

[3] İnfitar, 82/7

[4] Tin, 95/4)

[5] Hicr, 15/29, Sad, 38/72

[6] İbrahim, 14/34

[7] Bakara, 2/30

[8] İsra,17/70.

[9] Hucurat, 48/13.

[10] Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut 2003, 2/266.

[11] Maverdi, en-Nüket ve’l Uyûn, Beyrut 1992, 3/257.

[12] TDK Türkçe Sözlük, Onur maddesi.

[13] Bekir Topaloğlu, Kerim, DİA İslam Ansiklopedisi, Ankara 2022, 25/287.

[14] Ahzab,33/72

[15] Lokman, 31.

[16] Enbiya, 21/37.

[17] Nisâ, 4/28.

[18] Nisâ, 4/128.

[19] Bakara, 2/74.

[20] Alak, 96/6-7

[21] Hacc, 22/8-9

[22] Tevbe, 9/75-76

[23] A’raf, 7/100.

[24] Nisâ, 4/54, 2

[25] İsra, 17/37

QOSHE - İNSAN “EŞREF-İ MAHLÛKAT” MI ? - Prof. Dr. Celal Kırca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İNSAN “EŞREF-İ MAHLÛKAT” MI ?

4 3
09.12.2023

İnsan, önemli ve değerli bir varlık. Bu önem ve değer onun diğer varlıklar karşısındaki konumdan ve ontolojik yapısından kaynaklanıyor ve Müslüman için bu durum, bundan daha da öte bir anlam ifade ediyor. Zira Kur’an, insanın mahlukatın pek çoğundan üstün olduğunu[1], bütün varlıkların onun hizmetine verildiğini,[2] vücut azalarının düzgün ve dengeli olduğunu,[3] en güzel şekilde yaratıldığını, [4] ruhunun Allah’a ait olduğunu ,[5] ihtiyaç duyduğu her şeyin kendisine verildiği [6] ve nihayet yeryüzüne halife yapıldığını[7] açıklıyor. Hiç şüphesiz bunlar, insanoğlunun önemini ve değerini artıran niteliklerdir. Ancak Kur’an’da yer alan bu niteliklerden hariç olarak bir de bazı Müslümanlar tarafından üretilen ve dinî terminolojide kullanılan bir diğer nitelik daha vardır ki o da insanın “ eşref-i mahlûkat” oluşu ile ilgi görüştür.

İnsan, gerçekten söylendiği gibi eşref-i mahkûkât mıdır, yoksa bu bir söylentiden mi ibarettir? Şayet söylediği gibi insan eşref-i mahlûkat ise bu şeref, verilmiş bir değeri mi, yoksa kazanılmış bir değeri mi ifade etmektedir? Bu konuda Kur’an’da delaleti kat’î bir bilgi var mıdır, varsa bu bilgi nedir?

Kur’an’da böyle bir kavram, bulunmamaktadır, ancak bazı düşünürlerin,

Andolsun ki, Biz Âdemoğluna ikramda bulunduk. Onlara karada ve denizde ulaşım imkânları sağladık, temiz ve güzel yiyecekler, içecekler lutfettik. Ve onları, (yeryüzüne hâkim kılmakla ve ondan yararlanabilme kabiliyeti vermekle) yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık “[8] ayetinden böyle bir anlam çıkarttıkları da bilinmektedir. Nitekim bu ayette yer alan “kerremnâ” ifadesine kimi müfessirlerin ve meal yazanlarının “şerefli kıldık” anlamını; kimi müfessirlerin ve meal yazarlarını ise “değerli kıldık”, “üstün kıldık”, “saygıdeğer kıldık” anlamlarını verdikleri görülüyor ve “Allah katında en değerliniz/üstününüz takvalı olanınızdır” [9] ayetinin de bu anlama örnek olduğu, dolayısıyla “ eşref-i mahlûkat” görüşünün delalet-i kat’î bir anlam ifade etmediği anlaşılıyor. Nitekim ilk müfessirlerden Mukâtil b. Süleyman’ nın ikramda bulunmaya “üstün kılma”[10]; Maverdî’nin ise “akıl ve temyiz gücü verme”[11] anlamlarını verdiği biliniyor.

Bilindiği gibi “başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değerlere şeref” deniliyor. Kişisel değerler ise, “insanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet ve izzetinefis” [12] olarak açıklanıyor. Diğer bir ifade ile kişisel değerler, insanın kendine olan saygısını, haysiyetini ve izzetinefsini ifade ederken;........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play