Bilim, bilindiği üzere, olgusal, mantıksal, genelleyici, seçici ve değişken sistematik bilgilerdir. Her bilim dalı, kendi alanına giren olguları tespit eder ve açıklar ve tasvir eder. Bilim, nesnelerle ve olgularla tikel olarak (parça parça) uğraşır. Bunları parçalayıp ayrı ayrı konu edinir. Bu nedenle de doğru bilgi, ideal bilimlerde, (mantık ve matematikte ) mantık kuralları ve matematik yasaları ile; doğa bilimlerinde, nedenselliğe dayanan doğa yasaları ile , din ve tarih bilimlerinde ise, belgelere dayanan açıklamalar ve anlama yöntemleri ile elde edilmeye çalışılır.[1]

“Felsefe ise, bilimlerin parçalayarak ele aldığı nesneleri veya olguları, bütünüyle evren ve varlık olarak ele alır ve tümel açıklamalar yapmaya çalışırken, evreni ve varlığı parça parça değil, bütünsel olarak kavramak ve bilmek ister.” Genel anlamda bilimin de, felsefenin de amacı, insan hayatını ve dünyayı anlamak şeklinde özetlenebilir.

Kur’an da insanı ve insan hayatını hedef alır, özellikle insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkilerine yönelik bilgiler verir, bu ilişkilere yönelik ilkeler ve kurallar getirir. Bu yönüyle Kur’an’ın amacının da, bilimin ve felsefenin amacından çok farklı olmadığı, hatta belli oranda kesiştiği ve benzerlik gösterdiği de söylenebilir. Ancak bilim, felsefe ve Kur’an arasındaki belirleyici bir takım farklar bulunmaktadır ve bu farkların da, amaç farlılığından ziyade yöntem, dil ve bilginin kaynağı açılarından olduğu görülür. Mesela hayat ve ölüm, hem bilimlerin, hem de Kur’an’ın konusudur, ama bunların ele alınış tarzları ve açıklama yöntemleri birbirinden çok farklıdır.

Kur’ân’da hayat kelimesi hem kozmolojik-biyolojik hem de ahlâkî bir muhtevaya sahiptir. Çok sayıda âyet, hayatın metafizik prensibinden canlılığın başlangıcı ve tabii âlemdeki çeşitli görünümlerine kadar uzanan bir yelpazede birbirini tamamlayan açıklamalar ihtiva etmektedir. Bu açıklamaların hep birlikte vurguladığı itikadî ve ahlâkî mesaj, canlılığın kaynağının ilâhî yaratma fiili olduğu ve insanın öldükten sonra tekrar diriltileceğidir. Kur’an, tabii âlemdeki tezahürleriyle her türlü var olma ve canlanış olgusunun ölümden sonraki dirilişin bir kanıtı olduğunu vurgulayarak insanların bu olgular üzerinde düşünüp gözlem yapmalarını istemektedir.[2] Dolayısıyla ölüm sonrası hayatı, pozitif ilim metotlarıyla anlamak ve yorumlamak müm­kün değildir, bu nedenle Müslüman, Kur’ân’ın haber verdiklerine inanmak zorundadır.

Arapça’da mevt, vefât, helâk gibi kelimelerle ifade edilen ölüm, “hayatın sona ermesi” anlamına gelir. Genellikle “ruhun bedenden ayrılması suretiyle kişinin maddî hayat kaynağını yitirmesi” olarak tanımlanır. “Her canlı ölümü tadacaktır”.[3] Bu değişmeyen ve asla değişmeyecek olan bir hayat kanunudur! Öyleyse “Al­lah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz. O, sizi diriltti. Yine öldürecek, sonra O’na döndürüleceksi­niz” [4]“Nutfeden insanı yarattı, ona biçim verdi, sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü ve kabre koydu. Sonra dilediği zaman onu yeniden diriltir” [5] ayetleri bunu ifade eder. Bu âyetler, hayatın ve ölümün yaratıcısını ve yaratı­lış sebebini şüpheye yer vermeyecek kesin­likle açıklar. Yaratan Allah, yaradılış sebebi­miz ise imtihandır. [6]

Her doğan varlık, bir müddet yaşa­dıktan sonra ölmektedir. Bu bir hayat kanunudur ve asla değişmemektedir. Ancak Kur’ân-ı Kerim’de hayat­ta iken öldürülen, fakat yeniden bu dünyada diriltilen altı olaydan bahsedildiğini görmekteyiz. Bu altı olay­dan beşi bir Medenî sûre olan Bakara’da yer almakta, diğeri ise Al-i İmrân ve Mâide sûrelerinde geçmektedir. Kur’ an’ın mevcut tertibine göre nakledeceğimiz bu altı olaydan birincisi, Bakara sûresinin 2/55 ve 56. âyetlerinde anlatılan olaydır:

“Bir zaman da: “Ey Mûsâ, biz Al­lah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayız” demiştiniz de derhal sizi yıldırım çarpmıştı. Siz de bunu görüyordu­nuz. Sonra belki şükredersiniz diye sizi ölümünüzün ardından tekrar diriltmiştik.”

İkincisi, Bakara sûresinin 2/72 ve 73. âyetlerinde anlatılan olaydır:

“Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hak­kında birbirinizle atışmıştınız, oysa Allah, gizlediğini­zi ortaya çıkaracaktı. Onun için “(ineğin) bir parçasıy­la O öldürülene vurun” demiştik. İşte Allah böyle ölüle­ri diriltir, size âyetlerini gösterir ki düşünesiniz.”

Üçüncüsü, Bakara sûresinin 2/243. âyetinde anla­tılan olaydır:

“Şu binlerce kişi iken ölüm korkusu ile yurtların­dan çıkanları görmedin mi? Allah onlara ölün dedi de sonra kendilerini diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükret­mezler.”

Dördüncüsü, Bakara sûresinin 2/259. âyetinde an­latılan olaydır:

“Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvar­ları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir kasabaya uğramıştı: “Allah bunu böyle öldürdükten sonra nasıl diriltecek? demişti. Allah da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” dedi, bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldım, dedi. Al­lah “hayır” dedi. Yüz yıl kaldın: Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için (kud­retimize) bir işaret kılalım diye (bunları böyle yaptık). Kemiklere hak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz. Bu işler ona açıkça belli olunca: Biliyorum Allah her şeye kadirdir, dedi.”

Beşincisi, Bakara sûresinin 2/260. âyetinde anlatı­lan olaydır;

“İbrahim de bir zaman: ‘Rabbim ölüleri nasıl di­rilttiğini hana göster’ demişti. Allah ‘inanmadın mı?’ dedi. İbrahim: ‘Hayır (inandım) fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum)’ dedi. ‘O halde kuşlar­dan dördünü tut, onları kendine çek, (iyice incele) son­ra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra onları kendine çağır sana gelecekler. Bil ki Allah daima galip ve hikmet sahihidir’ dedi”.

Altıncısı, Âl-i İmrân sûresi 3/49. âyetiyle Mâide sûresi 5/110. âyetinde anlatılan Hz. İsâ’nın olayıdır. Aynı olay iki yerde, fakat biraz farklı bir biçimde sunulmaktadır. Bu olay, Mâide sûresi 5/110. âyetinde şöy­le anlatılmaktadır:

“Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu Isa, sana ve annene olan nimetimi hatırla, hani seni Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim, beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun, sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. Benim iznimle ça­murdan kuş şeklinde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun, benim iznimle kuş oluyordu. Anadan doğma körü ve alacayı benim iznimle iyileştiriyordun, benim iz­nimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun ve İsrail oğulları­nı senden savmıştım. Hani senden onlara açık deliller getirdiğin zaman içlerinden inkâr edenler: ‘Bu açık büyüden başka bir şey değil’ demişti.”

Bu altı olaya ilâveten bir mağarada uzun seneler uyuyarak kalan ve daha sonra uyandırılan ‘Ashab-ı Kehf’’i de sayabiliriz. Bunlar, her ne kadar öldükten sonra diriltilmemişlerse de ölümden sonraki dirilmeye bir misâl teşkil etmektedir.

Daha dünyada iken öldürülen, fakat sonra tek­rar diriltilen insanların başından geçen bu olaylar, Kehf sûresinin 21. ayetinde de açıklandığı gibi, ölüm son­rası hayatın gerçek olduğuna inanan ve inanmayan herkese açıkça göstermek içindir. Bu örnekler, o devirdeki insanlar için birer hissî mucize olmuş ve onları bu hissî mucizeler ile imana, özellikle âhirete imana davet etmiştir. Bu misaller, yaşayanlar için hissî mucize olsalar da, bizim için aklî mucizelerdir. Çünkü bu olayları anlatan Allah, olay­ların anlatıldığı yer ise O’nun kitabı Kur’ân’dır .

Determinist ve pozitivist bir düşünce ile bu olguyu izah etmek mümkün değildir. Her ne kadar bu âlem, birtakım kanunlara bağlı ve her şey orada belirli ve gerekli ise de yeni gelişen modern fizik, determinizmin değil, ihtimaliyet kanunlarının geçerli olduğunu göstermektedir. Nitekim Lauıs de Broglie, “Madde ve Işık” adlı eserinde, determinizmin krizinden bahsetmekte ve “yeni fizik, bize ihtimaliyet kanunları verir”[7] demektedir.

Pozitif ilimler, temelde matematik ile de bir ilişki içindedir. Ancak gözlem ve deney sonuçlarının değerlendirilmesi esnasında, akla ve mantığa dayanılması sebebiyle az veya çok bir metafizik yöne de sahiptirler.[8] Bu açıdan pozitif ilimlere bakıldığında, neticelerinin kesin değil, muhtemel ve izafi olduğu görülür. Ünlü filozof E. Boutroux’un felsefesi de tabiat kanunlarının ihtimalî ve izafi olduğu tezine dayanır.[9] Ayrıca bilim felsefesi açısından da bu meseleye bakıldığında, bilimin, bütün meselelerimizi çözmeye yetkili sihirli bir değnek olmadığı, ancak belirli problemlere uygulandığında etkin olduğu genellikle bilinmektedir. Ne var ki bilimin kapsam ve sınırlarını kesinlikle belirleme çok zor olduğun hangi meselenin ilmî incelemeye konu olabileceği, hangi meselelerin olmayacağı öteden beri sürüp gelen bir tartışmadır.[10]

Bu nedenle ölümden sonra dirilme, bilimin değil, dinin konusudur; dolayısıyla determinist bir bakış açısıyla Kur’an’ın verdiği bu bilgileri, bilime aykırı görmek, bilimsel anlayışla bağdaşmayan, fakat materyalist ve pozitivist düşünceleri yansıtan bir yaklaşım tarzıdır.

Prof. Dr. Celal Kırca

[1] Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1994, s.35.

[2] İlhan Kutluer, Hayat, DİA İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998,17/8-12

[3] Al-i İmrân,3/185.

[4] Bakara,2/28.

[5] Abese,80/19-22.

[6] Mülk, 67/2

[7] Lauıs de Broglie, Madde ve Işık, çev. Nusret Kürkçüoğlu, İstanbul 1965, s. 186-196.

[8]Takıyettin Mengüşoğlu, Fenomenoloji ve Nicolai Hartman, İstanbul 1976, s. 53; B. Russell, İlimden Beklediklerimiz, çev. A Yakalıoğlu, Ankara 1957, s. 74.

[9] E. Boutroux, Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu Hakkında, Ter. Hilmi Ziya Ülken, MEB İstanbul 1988.

[10] Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, İstanbul 1979, s. 61. 4 Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, İstanbul 1968, s. 202.

QOSHE - BİLİM KUR’AN VE ÖLÜMDEN SONRA DİRİLME - Prof. Dr. Celal Kırca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

BİLİM KUR’AN VE ÖLÜMDEN SONRA DİRİLME

12 0
11.11.2023

Bilim, bilindiği üzere, olgusal, mantıksal, genelleyici, seçici ve değişken sistematik bilgilerdir. Her bilim dalı, kendi alanına giren olguları tespit eder ve açıklar ve tasvir eder. Bilim, nesnelerle ve olgularla tikel olarak (parça parça) uğraşır. Bunları parçalayıp ayrı ayrı konu edinir. Bu nedenle de doğru bilgi, ideal bilimlerde, (mantık ve matematikte ) mantık kuralları ve matematik yasaları ile; doğa bilimlerinde, nedenselliğe dayanan doğa yasaları ile , din ve tarih bilimlerinde ise, belgelere dayanan açıklamalar ve anlama yöntemleri ile elde edilmeye çalışılır.[1]

“Felsefe ise, bilimlerin parçalayarak ele aldığı nesneleri veya olguları, bütünüyle evren ve varlık olarak ele alır ve tümel açıklamalar yapmaya çalışırken, evreni ve varlığı parça parça değil, bütünsel olarak kavramak ve bilmek ister.” Genel anlamda bilimin de, felsefenin de amacı, insan hayatını ve dünyayı anlamak şeklinde özetlenebilir.

Kur’an da insanı ve insan hayatını hedef alır, özellikle insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkilerine yönelik bilgiler verir, bu ilişkilere yönelik ilkeler ve kurallar getirir. Bu yönüyle Kur’an’ın amacının da, bilimin ve felsefenin amacından çok farklı olmadığı, hatta belli oranda kesiştiği ve benzerlik gösterdiği de söylenebilir. Ancak bilim, felsefe ve Kur’an arasındaki belirleyici bir takım farklar bulunmaktadır ve bu farkların da, amaç farlılığından ziyade yöntem, dil ve bilginin kaynağı açılarından olduğu görülür. Mesela hayat ve ölüm, hem bilimlerin, hem de Kur’an’ın konusudur, ama bunların ele alınış tarzları ve açıklama yöntemleri birbirinden çok farklıdır.

Kur’ân’da hayat kelimesi hem kozmolojik-biyolojik hem de ahlâkî bir muhtevaya sahiptir. Çok sayıda âyet, hayatın metafizik prensibinden canlılığın başlangıcı ve tabii âlemdeki çeşitli görünümlerine kadar uzanan bir yelpazede birbirini tamamlayan açıklamalar ihtiva etmektedir. Bu açıklamaların hep birlikte vurguladığı itikadî ve ahlâkî mesaj, canlılığın kaynağının ilâhî yaratma fiili olduğu ve insanın öldükten sonra tekrar diriltileceğidir. Kur’an, tabii âlemdeki tezahürleriyle her türlü var olma ve canlanış olgusunun ölümden sonraki dirilişin bir kanıtı olduğunu vurgulayarak insanların bu olgular üzerinde düşünüp gözlem yapmalarını istemektedir.[2] Dolayısıyla ölüm sonrası hayatı, pozitif ilim metotlarıyla anlamak ve yorumlamak müm­kün değildir, bu nedenle Müslüman, Kur’ân’ın haber verdiklerine inanmak zorundadır.

Arapça’da mevt, vefât, helâk gibi kelimelerle ifade edilen ölüm, “hayatın sona ermesi” anlamına gelir. Genellikle “ruhun bedenden ayrılması suretiyle kişinin maddî hayat kaynağını yitirmesi” olarak tanımlanır. “Her canlı ölümü tadacaktır”.[3] Bu değişmeyen ve asla değişmeyecek olan bir hayat kanunudur! Öyleyse “Al­lah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz. O, sizi diriltti. Yine öldürecek, sonra O’na döndürüleceksi­niz” [4]“Nutfeden insanı yarattı, ona biçim verdi, sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü ve kabre koydu. Sonra dilediği zaman onu yeniden diriltir” [5] ayetleri bunu ifade eder. Bu âyetler, hayatın ve ölümün yaratıcısını ve yaratı­lış sebebini şüpheye yer vermeyecek kesin­likle açıklar. Yaratan Allah, yaradılış sebebi­miz ise imtihandır. [6]

Her doğan varlık, bir müddet........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play