Bir zamanlar müstakil edebiyat akımı diye sunulan “Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı” konu başlığı gibi bir şeydir. Yahudi tahakkümünde şekillenir. Ülkelere, toplumlara, coğrafyalara yayılır. Yerelde reel politik, genelde diplomasi diye anıldığı olur.

Kavramların ve kavramlaşamamış adlandırmaların fevkinde dünya siyaseti etkin Yahudi varlığına hizmet eder. Gösterge İkinci Cihan Harbi ya da az katılımcılı Yalta Konferansı falan değildir. Simgeler, semboller ve gizlilikle yürütülen faaliyetler, neredeyse tüm dünyada iktidarları elinde bulunduranların tavır, tutum ve davranışlarıyla gün yüzüne çıkar. Toplumların abluka altına alınmış, ipotekli vicdanında antisemitizm söylemleri raks ederken, semitizmin şamil bir tarifi bile yapılmaz. Yahudi sevicilik tüm ülkelerin, devletlerin, toplumların genel geçer siyasetini oluşturur ama kimse kendini semitist diye tanımlamak zorunda değildir. Aksine Yahudi sevgisinin mümkün mertebe gizli kapaklı, platonik olanı makbuldür! Böylece onların kadim zannedilen kadük üstün ırk inançları pekişir.

Mahalle yanarken edebiyata yeltenmek, diplomasiye soyunmak, arabuluculuk hikâyeleri okumak ahlaksızlık olarak nitelense yeridir. Sözün gücü, etkisi, estetize edilişi yangın söndürmez. Yunus hipotezinde söz savaş keser, baş kestirir, zehirli aşı yağ ile bal eder ama mahalleyi saran yangını söndürmek ya da hafifletmek için laf değil eylem gerekir. Üstelik insanlığa haksızca saldıranlara karşı tatlı dil, güler yüz, müşfik söz kâr etmez. Mesele kavga eden iki kardeşi ayırmak, ara bulmak, barıştırmak gibi değildir. Düşmanlık gösteren ve düşmanlıkta aşırıya giden bir topluluk (Bkz. Maide 82) laftan anlamaz. Hem tarih boyunca anlamadığı, karaya her ayak bastığında vermiş olduğu sözden caydığı, yerleştiği her karada çıngar çıkardığı, fırsat bulduğu anda fitne fücur kaynattığı görülür.

Kitabın, Allah’ın dinini yüceltmek için savaşmayı emrettiği iki milyarlık İslam âlemi, emri yerine getiren birkaç milyon Müslüman’a karşı ‘biz bir şey yapamıyoruz, siz direnebiliyorsanız direnin, direnemiyorsanız boyunuzu aşan bir karşı koyuşa yeltenmeyin, kaderinize boyun eğin’ demek suretiyle önüne doğru yuvarlanan topu ustalıklı biçimde taca çıkarır. Ya da havada savaş kokusu duyar duymaz havlu atar. Yahut da olan bitenin kendi savaşı olduğunu kabullenmek istemez. Düşmana karşı savaşanları terörle itham edenleri bile olur. Dertleri savaştan kaçınmak da değildir. Pekâlâ aralarında emre uymak için içinde bulunduğu vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyenler de bulunur. Ancak taşları bağlanmış, köpekleri salınmış halde görünce, uzaktan uzağa ‘hoşt’ çekmekten öteye gidemezler. Cümle köpekleri tenzih ederek ve böyle bir teşbih için köpek cinsinden özür dileyerek söylenmelidir ki; ne taşları bağlayanlara, ne köpek bakıcılığında ihtisas yapmış olanlara hiçbir zarar ilişmez. Onlar mama tedarikine, yer tahsisine, sahipliğe ve hamiliğe devam eder.

İnsanlık ve Müslümanlar nezdinde Filistin direnişi, mevsimlik işçi meselesi gibidir. Mevsimi geldiğinde mezkur işçilerin yaşam standardı konuşulur, tartışılır, sonra ortada bir problem kalmamış gibi unutulur. Yahut da Müslümanlar ve insanlık için Siyonizm sorunu, asgari ücret belirleme komisyonunun işbaşı yaptığı dönemi andırır. Talep söz konusu olduğunda asgari bir ücret belirlemek için toplanıp dağılırlar. Her miladi yılbaşına doğru bu eylem tekrarlanır. Tıpkı bunun gibi coğrafyanın çoğu ülkesinde yılda en az bir kez konsolosluk civarı ziyaret edilir, yahut alanlarda birikilir ve “Kahrolsun İsrail” diye bağırılır. Pek ilginçtir ki Müslüman havsalası, savaşmakla emrolunduğu halde inatla, ısrarla hiçbir savaşı üstlenmez. Hop oturup hop kalkarak izlenen savaş bir başkasına aittir! Çok çok milli maç heyecanıyla tezahürat, holigan dürtüsüyle slogan savrulur. Zaman geçip kudurganlığı yine ayyuka çıktığında İsrail denen şeyin pek de kahrolmadığı anlaşılır. Nasıl kahrolacağına, kimin nasıl kahredeceğine dair akıl yürütülmez. Muhatabın güçten anladığı bilinir de o gücün ne olduğu, mevcut şartlarda güce hükmedenlerin kimin malı olduğu, Müslümanların neden siyasi bir varlık göstermesi gerektiği ve başlarına çöreklenen işbirlikçileri tez zamanda derdest etmenin lüzumu tartışılmaz.

Şuur sahibi birkaç milyon Müslüman’ın başarısızlığı, içinde yaşadıkları halkı, başlarındaki iktidarların Siyonizm’e hizmet ettiğine, semitist yahut işbirlikçi olduğuna ikna edememektir. Bu sorumluluğu cihat anlayışıyla ve mücahedenin girizgâhı olarak yerine getirememek, cennet hayaline tutunan herkesin belini büker. İnsanlık onurunu korumak da canlarını ortaya koyan birkaç milyon Filistinliye kalır. Onlar, bu kokuşmuşluk içinde fazla insandır. Yaşamı da ölümü de herkesten iyi anladıklarından, dünyanın onları hak etmediği söylenmelidir. Gayrısının cennet umudu bile azalırken onlar, emin bir şekilde cennete, hakikate, izzete doğru yürürler.

QOSHE - Asrın Siyaseti - İshak Koç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Asrın Siyaseti

8 4
21.11.2023

Bir zamanlar müstakil edebiyat akımı diye sunulan “Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı” konu başlığı gibi bir şeydir. Yahudi tahakkümünde şekillenir. Ülkelere, toplumlara, coğrafyalara yayılır. Yerelde reel politik, genelde diplomasi diye anıldığı olur.

Kavramların ve kavramlaşamamış adlandırmaların fevkinde dünya siyaseti etkin Yahudi varlığına hizmet eder. Gösterge İkinci Cihan Harbi ya da az katılımcılı Yalta Konferansı falan değildir. Simgeler, semboller ve gizlilikle yürütülen faaliyetler, neredeyse tüm dünyada iktidarları elinde bulunduranların tavır, tutum ve davranışlarıyla gün yüzüne çıkar. Toplumların abluka altına alınmış, ipotekli vicdanında antisemitizm söylemleri raks ederken, semitizmin şamil bir tarifi bile yapılmaz. Yahudi sevicilik tüm ülkelerin, devletlerin, toplumların genel geçer siyasetini oluşturur ama kimse kendini semitist diye tanımlamak zorunda değildir. Aksine Yahudi sevgisinin mümkün mertebe gizli kapaklı, platonik olanı makbuldür! Böylece onların kadim zannedilen kadük üstün ırk inançları pekişir.

Mahalle yanarken edebiyata yeltenmek, diplomasiye soyunmak, arabuluculuk hikâyeleri okumak ahlaksızlık olarak nitelense yeridir. Sözün gücü, etkisi, estetize edilişi yangın söndürmez. Yunus hipotezinde söz savaş keser, baş kestirir, zehirli aşı yağ ile bal eder ama mahalleyi saran yangını söndürmek ya da hafifletmek için laf değil eylem gerekir. Üstelik insanlığa haksızca saldıranlara karşı tatlı dil, güler yüz, müşfik söz kâr etmez. Mesele kavga eden iki kardeşi ayırmak, ara bulmak, barıştırmak gibi değildir. Düşmanlık gösteren ve düşmanlıkta aşırıya giden bir topluluk (Bkz. Maide........

© Milli Gazete


Get it on Google Play