TCMB'den gelen itiraf
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) kasım 2025 tarihli enflasyon raporu, teknik bir metin olmanın ötesinde, ekonomi politikasının ekonomi-politik sınırlarını da yansıtan bir belge olarak okunabilir. Raporda enflasyonun 2025 sonunda yüzde 31-33, 2026’da yüzde 13-19, 2027’de ise tek haneli seviyelere ineceği öngörülüyor. Ancak tarih edilen bu patika, maliye politikasının sıkılaştırıldığı, kamu harcamalarının azaltıldığı ve ücret artışlarının sınırlı tutulduğu bir çerçeveye dayanıyor. Bu yönüyle rapor, fiyat istikrarı söylemiyle meşrulaştırılan bir kemer sıkma sürecinin teknik/ideolojik altyapısını oluşturuyor.
TCMB resmi açıklamasında, son iki ayda politika faizini toplam 350 baz puan indirerek yüzde 39.5’e çektiğini bildiriyor. Bu, görünürde bir ‘gevşeme’ olsa da, sıkı para politikasının sürdüğü vurgusu yineleniyor. Dezenflasyonun talep, kur ve beklenti kanalları üzerinden sağlanacağı iddiası, talebi baskılayan bir stratejiyi ima ediyor. Ancak raporun satır aralarında görülen temel sorun, dezenflasyon sürecinin üretim ve gelir bölüşümü üzerindeki etkilerine dair hiçbir değerlendirme içermemesi. TCMB, enflasyonu yalnızca parasal bir sorun olarak ele alırken, ücretlerin reel kayıplarını ve şirketlerin fiyatlama gücünü dışarıda bırakıyor.
Bu çerçevede, TCMB Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay’ın soru-cevap kısmındaki açıklamaları, Merkez Bankasının mevcut stratejisinin sınırlarını da açıkça ortaya koyuyor:
“Faiz yüksekken eğer şirketlerin finansman tarafında sisteme ihtiyaçları yoksa faizin yüksek olması sıkılık anlamına gelmiyor. Ne zamanki tamponlar eriyor ve şirketler fonlama tarafında sisteme muhtaç hale geliyorlar, yüksek faiz o zaman sıkılık anlamına geliyor.”
Bu değerlendirme, teknik olarak doğru bir tespiti içeriyor gibi görünse de, politik ekonomi açısından........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein