Bir kimse ya da topluluk kimlik ve köken duyarlılığından vazgeçmemeli.

Sebebi, zaman biriktirdiklerimizi, bilgimizi ve gündelik işlerimizi aşındıran bir yapıya sahip. Bugünkü hızlı zaman akışı ise her şeyi olması gerekenden daha çabuk eskitiyor, aşındırıyor ve unutturuyor.

Kelimeler gibi…

Çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz kelimelere bir cümle içinde alışılmadık hâline rastladığımızda ya da alışılmadık hâlde kullanmak istediğimizde manası üzerinde düşünmemiz ve araştırmamız gerekir. Çünkü kelimeler de manaları da zamanla silikleşiyor ya da siliniyor.

Duyarlı bir okur ve yazar, iyi bildiği hatta üzerine uzun uzun söyleştiği kelimelerin mana ve kökenlerine uzaklaştığını hissedince bilgisini tazeleme ihtiyacı duymalıdır. Yazar kelimeden emin olana kadar sözlük karıştırmalı, kökenini araştırmalı, kelimeyi doğru yerde ve doğru manada kullanıp kullanmadığına, bunun metnine katkı sunup sunmadığına kafa yormalıdır. Okur ise okuduğunu doğru manalandırmak ve bir okuma hatırası olarak doğru kaydedebilmek için kelimeye vâkıf olmalıdır.

Bu hassasiyet yalnızca bir kelime için böyleyse bilgi yığınları, eğitim içerikleri, gündelik olaylar, hatıralar, tarih ne durumda? Elbette unutma hâli hepsine sirayet ediyor. Çünkü hafızamızın yönetimi bütünüyle bizim kontrolümüzde değil. Büyük resimde toplum için de durum aynı. Fakat gayret ve ihtimamla unutulmaması gerekenler devamlı tazelenerek bunun aşılması mümkün.

Milan Kundera, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda büyük olayların başka büyük olayları nasıl unutturduğunu –kendi zaviyesinden- şöyle anlatıyor:

“Allende’nin öldürülmesi, Bohemya’nın Ruslarca işgalinin anısını çabucak sildi, Bangladeş’teki kanlı toplu kırım, Allende’yi unutturdu, Sina göllerindeki gürültülü savaş, Bangladeş’in sızlanmalarını bastırdı, Kamboçya’daki toplu kırım, Sina’yı unutturdu ve böylece ve böylece her şeyin, herkes tarafından tümüyle unutulmasına kadar olaylar sürüp gitti.”

Bu manzaraya göre unutuş, domino taşlarının yıkılmasından farksız. Ve unutuşun kodları var. Bu kodları çözenler bir topluma acı günlerini unutturarak uyuşturmanın ve böylece daha kullanışlı hâle getirmenin yollarını biliyor.

Doğu Bloku Avrupa’sı İkinci Dünya Savaşı’nın izlerini kolay silemedi. Savaş sarsıntıları en ziyade siyasi arenada kendini gösterdi, ideolojik kutuplaşmalara yol açtı. Kolay kolay unutmadıkları ve bu sancıları genç nesillere de aktarabildikleri için Rusya-Ukrayna savaşıyla daha büyük bir felakete karşı daha hazırlıklı olmanın tedirginliğini yaşıyorlar. Çünkü yaşananlar bir daha yaşanabilir. Savundukları her neyse hayatta kalma mücadelesi verirken unutabilirler.

Aliya da bu unutkanlığın farkında bir mütefekkir olarak halkını uyarmamış mıydı? “Unutulan soykırım tekrarlanır.” derken yaşanan felaketin tekrarını unutuşa dayandırmıştı. Nitekim Bosna Savaşı henüz taze sayılsa da yeni nesil Boşnakların bu acıları ne kadar idrak ettiği, korku sebepli suskunluk sarmalından ne kadar etkilendikleri mücadele anında anlaşılacak… yani kestirmek güç. Aliya’nın denklemine göre soykırım tekrarlanmadığı sürece unutulmamıştır.

Unutmak zaman zaman şifadır, karamsarlığa, kötümserliğe… Fakat Kur’ân’da içinde unutma geçen ayetlerde unutuş olumlu bir manayla karşılanmaz. Bunlardan biri Karun kıssasında geçer:

“Kavmi ona şöyle demişti:

‘Gururlanıp şımarma, şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez.

Allah’ın sana verdiği mal ile ahiret yurdunu gözet. Dünyadan da nasibini unutma.

Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun.

Yeryüzünde bozgunculuk isteme. Doğrusu Allah bozguncuları sevmez.’” (Kasas: 76-77)

Bu ayetlerde yeryüzünde ilahî düzenin sağlanması için temel prensipler mevcut. Ama nasibini unutan için bu prensiplerin temini de mümkün değil. Çünkü nasibini unutan zalimleşiyor.

Bugün Filistin’deki zulmünün ayyuka çıkaran ve işi soykırımı “kendini savunma” safsatasına giydirme küstahlığına götüren İsrail’in bu amansız cüretinin temelinde de böyle bir unutuş var.

İsrail, hiçbir zaman bir parçası olmadığı “insanlık” davasında mahkemeye çıkarılıyor. Eğer adalet tecelli etseydi, herhangi bir dava görülmeksizin, uluslararası bütün hukukları çiğneyen Siyonistlerin işgaline son verilir, Filistin topraklarından sürülerdi. Ama ne yazık ki Filistinlilere layık görülmeyen savunma hakkı, İsrail’e veriliyor.

Bu yaşananlar da unutuş yüzünden… Bölgedeki çoğunluğu oluşturan Müslüman halklar, İsrail’in Siyonist olduğunu ve her şeyin öncesinde ırk ve din davası güttüğünü unuttular. O hâlde meseleyi sahiplenmeye dair zikredecek kaç kelimemiz kaldı?

Toplumların gaflet ve rehavet yüzünden yok oluşa sürüklendiği Kısas-ı Embiya’da da sık sık hatırlatılıyor. Bugünün ibret manzaralarını unutmamak, vahşeti yaşatan zalimleri ve zulümlerini unutmamak için Kısas-ı Embiya’nın rehberliği son derece önemli. Başucu kitaplarımızdan biri olursa bugün yaşanan her şeye insanlık tarihi üzerinden bir anlam yüklememiz ve unutmamamız mümkün oldur. Hatta okumaya Sezai Karakoç’un Yitik Cennet’inden başlanabilir yahut devam edilebilir. Zira Karakoç kitabında, en çok neler kaybettiğimize ve gafletimize dikkat kesilir.

QOSHE - 'Yitik Cennet'i Unutunca… - Elif Sönmezışık Aydın
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

'Yitik Cennet'i Unutunca…

19 0
03.02.2024

Bir kimse ya da topluluk kimlik ve köken duyarlılığından vazgeçmemeli.

Sebebi, zaman biriktirdiklerimizi, bilgimizi ve gündelik işlerimizi aşındıran bir yapıya sahip. Bugünkü hızlı zaman akışı ise her şeyi olması gerekenden daha çabuk eskitiyor, aşındırıyor ve unutturuyor.

Kelimeler gibi…

Çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz kelimelere bir cümle içinde alışılmadık hâline rastladığımızda ya da alışılmadık hâlde kullanmak istediğimizde manası üzerinde düşünmemiz ve araştırmamız gerekir. Çünkü kelimeler de manaları da zamanla silikleşiyor ya da siliniyor.

Duyarlı bir okur ve yazar, iyi bildiği hatta üzerine uzun uzun söyleştiği kelimelerin mana ve kökenlerine uzaklaştığını hissedince bilgisini tazeleme ihtiyacı duymalıdır. Yazar kelimeden emin olana kadar sözlük karıştırmalı, kökenini araştırmalı, kelimeyi doğru yerde ve doğru manada kullanıp kullanmadığına, bunun metnine katkı sunup sunmadığına kafa yormalıdır. Okur ise okuduğunu doğru manalandırmak ve bir okuma hatırası olarak doğru kaydedebilmek için kelimeye vâkıf olmalıdır.

Bu hassasiyet yalnızca bir kelime için böyleyse bilgi yığınları, eğitim içerikleri, gündelik olaylar, hatıralar, tarih ne durumda? Elbette unutma hâli hepsine sirayet ediyor. Çünkü hafızamızın yönetimi bütünüyle bizim kontrolümüzde değil. Büyük resimde toplum için de durum aynı. Fakat gayret ve ihtimamla unutulmaması gerekenler devamlı tazelenerek bunun aşılması mümkün.

Milan Kundera, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda büyük olayların başka büyük olayları nasıl unutturduğunu –kendi zaviyesinden- şöyle anlatıyor:

“Allende’nin öldürülmesi, Bohemya’nın Ruslarca işgalinin anısını çabucak sildi, Bangladeş’teki kanlı toplu kırım, Allende’yi........

© Yeni Söz


Get it on Google Play