“On yıl sonra bugün yaşadığımız çaresizliğin bir devamını yaşamamak için ne yapabiliriz?” sorusuna cevap aramaya kaldığımız yerden kısa paragraflarla devam edelim.

Terör devleti İsrail’e ve ona payandalık eden ülke ve şirketlere ait ürünleri satın almamak, bu yolla zulme sermaye kazandırmamak üzere birtakım protesto listeleri var önümüzde. Bu kesinlikle doğru bir yöntem ve sürmeli... Ancak bu ürünleri sadece bugünlerde değil, bir daha asla satın almamak için de kararlılık içinde olmalıyız. Alışveriş ettiğimiz her yerin bu sabıkalı marka ve ürünlerce işgal edilmiş olduğunu fark etmek insana kahır veriyor. Buna izin vermemeli, yabancı mal ve marka hayranlığını bırakıp yerli üretim ürünlere yönelmeliyiz. Ve bunu sadece bugünkü gibi olağanüstü zamanlarla sınırlı bırakmayıp bütün zamanlara yaymalıyız.

Türkiye tarımda tohum ihtiyacını gidermek noktasında büyük ölçüde dışa bağımlı... Bu ihtiyacın bir kısmı da İsrail’den sağlanıyor. Bir tarım ülkesi olduğumuz düşünülürse bunun normal bir tablo olmadığını kabul etmek zorunda kalırız. Bugün tohumunu dışarıdan aldığımız ürünlerin kahir ekseriyeti bu topraklarda çok uzun zamandır tarımı yapılan mahsuller... Nasıl oldu da kendi yerli tohumlarımızın yitip gitmesine razı olduk ve dışa bağımlı hale geldik? Bunu değiştirmek üzere gereken her adım devlet öncülüğünde atılmalıdır, atıldığını bildiğim bazı adımlar da kuvvetlendirilmeli ve hızlandırılmalıdır. Bugünün ihtiyacını karşılamak için de İsrail ve destekçisi ülkelerin dışında kalan ülkeler araştırılıp, mümkün mertebe oralardan tohum alınmalıdır. Bu noktada İsrail’in, her konuda olduğu gibi güvenilir olmadığını da buraya önemle not etmek isterim.

Eğitim konusunda adı konmayan ciddi bir kriz yaşıyor Türkiye... Temel eğitimin amacı büyük ölçüde sınav kazandırmaya endekslenmiş vaziyette. İster istemez müfredat da buna göre şekilleniyor. Çocukların okullara bakış açıları da farklı değil... Neredeyse kreşten başlayan ve yirmili yaşların sonuna kadar sürebilen bu sınav dayatmasına hemen herkes teslim olmuş durumda... Bütün diplomaları son diplomayı alabilmek için alıyor öğrenciler... Karşılığında da hayatı öğrenecekleri çocukluk ve gençlik yıllarını veriyorlar. Bütün bu değerli yıllarını kendilerine hiçbir hayat tecrübesi ve analitik kabiliyet kazandırmayan testler çözerek, ezber yaparak geçiriyorlar. Bunun herhangi bir toplumu güçlü kılacak bir model olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin en öncelikli meselelerinden biri budur, çok zor olsa da bir şekilde bu yanlış gidişattan dönmeliyiz. Enforme edilmiş ama hayati tecrübeden yoksun, ilişkileri sıkıntılı, hedefi muğlak, empati kabiliyeti olmayan, içe dönük, moralsiz gençlerle güçlü bir ülke olamayız. Gençlerimizin başka ülkelerin gençlerinden hiçbir eksiği yok, fazlası var ama biz büyük potansiyellerini ortadan kaldırmak için her şeyi yapıyoruz. Ülkemizi her alanda ileriye taşıyacak, gençlerimizin zihinsel ve duygusal gelişimine imkan tanıyacak, onları hayattan koparmayacak ve gerçekten gerekli olan bilgilerle donatacak bir eğitim modeli geliştirmek zorundayız. Amacı sınav kazandırmak olmayan, yani aracı amaç edinmeyen bir model...

Eğitimle ilgili bir başka önemli konu da müfredatın kimi alanlarda çok fazla, kimi hayati alanlarda ise eksik olmasıdır. Her şeyi o kadar teorik ve veri üzerinden düşünüyoruz ki, bilinen konuların aslında anlaşılamadığını, hayatla bağının kurulamadığını göremiyoruz. Çocuklarımızın ezbere bilgilerle doldurmak, onları yarım yamalak ansiklopedi ciltlerine benzetmek bir işe yaramıyor. Çok daha sadeleşmiş bir müfredatla çok daha iyi sonuç alabiliriz. Bize bilgiyi ezberleyen değil, ihtiyacı olanı nereden alacağını bilen gençler lazım... Bugünün dünyasında bilgiye ulaşmak zor değil

ama onu nasıl kullanacağını bilmek çok değerli...

Galiba yine bitiremedik, bir sonraki yazıda bitirelim inşallah...

QOSHE - ‘Ne yapabiliriz?’i düşünmeye devam... - Gökhan Özcan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Ne yapabiliriz?’i düşünmeye devam...

68 1
23.11.2023

“On yıl sonra bugün yaşadığımız çaresizliğin bir devamını yaşamamak için ne yapabiliriz?” sorusuna cevap aramaya kaldığımız yerden kısa paragraflarla devam edelim.

Terör devleti İsrail’e ve ona payandalık eden ülke ve şirketlere ait ürünleri satın almamak, bu yolla zulme sermaye kazandırmamak üzere birtakım protesto listeleri var önümüzde. Bu kesinlikle doğru bir yöntem ve sürmeli... Ancak bu ürünleri sadece bugünlerde değil, bir daha asla satın almamak için de kararlılık içinde olmalıyız. Alışveriş ettiğimiz her yerin bu sabıkalı marka ve ürünlerce işgal edilmiş olduğunu fark etmek insana kahır veriyor. Buna izin vermemeli, yabancı mal ve marka hayranlığını bırakıp yerli üretim ürünlere yönelmeliyiz. Ve bunu sadece bugünkü gibi olağanüstü zamanlarla sınırlı bırakmayıp bütün zamanlara yaymalıyız.

Türkiye tarımda tohum ihtiyacını gidermek noktasında büyük ölçüde dışa bağımlı... Bu ihtiyacın bir kısmı da İsrail’den sağlanıyor. Bir tarım ülkesi olduğumuz düşünülürse bunun normal bir tablo olmadığını kabul etmek zorunda kalırız. Bugün tohumunu dışarıdan aldığımız ürünlerin kahir ekseriyeti bu topraklarda çok uzun zamandır tarımı yapılan mahsuller... Nasıl oldu da kendi yerli tohumlarımızın yitip gitmesine razı olduk ve dışa bağımlı hale........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play