Osmanlı Türkçesinde mübahase, muhasebe ve musahabe isimlerini taşıyan üç kelime vardır ki, ses itibariyle benzeştikleri için zaman zaman birbirine karıştırılır. Böyle bir ihtilata meydan vermemek için bunların anlamlarının iyi bilinmesi gerekir. Şimdi lügate müracaat edip aradaki farkları bir kere daha hatırlatalım:

Muhasebe, bilindiği üzere hesapla ve saymakla ilgilidir. Bu işi yapana da muhasib ve muhasebeci denilmektedir. Bir resmi dairenin hesaplarını yürütmekle ve kontrol etmekle görevli kimseler için de bu kelime kullanılmaktadır.

Mubahase, karşılıklı konuşma manasınadır. İlmi, fikri ve edebi bir konu üzerinde tartışma ve münazara diye de tarif edilebilir.

Musahabeye gelince, onu da sözlük şöyle açıklıyor: Sohbet, arkadaşlık etmek, beraber olmak demektir. Karşılıklı konuşma, görüşme ve sohbet etme diye de ifade edilir. Ben de önceki yıllarda bir radyoda “Tarih Musahabeleri” adıyla uzun soluklu bir program yapmıştım ve hocam tarih muhasebelerinizi zevkle dinliyorum diyerek kelimeyi yanlış telaffuz eden bazı dinleyicilerle de karşılaşmıştım.

Bu vesileyle hatırlatmak gerekirse, tarih musahabeleri adıyla bazı eserler de neşredilmiştir. Mesela son vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi’nin yanı sıra Yahya Kemal’in de bu ismi taşıyan eserler kaleme aldıklarını biliyoruz. Unutmayalım, Yahya Kemal kuvvetli bir şair olduğu kadar da iyi bir tarihçidir. Aynı isimde daha başka kitaplar da var. Kütüphanemdeki Osmanlıca eserlerden birinin adı da “Tıbbi Musahabeler”dir ve Doktor Galip Ata Bey tarafından yazılmıştır.

Bu isimle kaleme alınan bir güzel çalışma daha var ki o da büyük İslam âlimi Prof. Kâmil Miras’ın kaleminden çıkmıştır ve “Ramazan Musahabeleri” adını taşımaktadır. Ben şimdi bu değerli eserin muhtevasından değil de, Talat Paşa’nın orucundan bahsetmek istiyorum. Kâmil Miras merhum 1949 tarihli Sebilürreşad’da yayımlanan yazısında şöyle diyor:

“Birinci Cihan Harbi’nin devam ettiği yılların birinde, Ramazan’a birkaç gün kala Fatih Camii’nin yanındaki Tabhâne Medresesi’nde yapılacak imtihanlarda bulunmak üzere Sadrazam Talat Paşa da gelmişti. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmet Han, caminin iki tarafında yaptırdığı medresenin ders programlarıyla, talebenin tahsil hayatıyla meşgul olur ve her sene imtihanlarda bulunurmuş. Bunu duyan Talat Paşa merhum, talebeler için teşvik olur düşüncesiyle imtihanlardan birinde bulunmuştu. Bu türlü resmi imtihanlarda, âdet olduğu üzere, en seçme talebeler, güzide muallimler tarafından imtihan ediliyordu. Mesela edebiyat imtihanı şair Mehmet Akif ve Cenap Şahabeddin Beyle, matematik imtihanı ise Ziya Bey tarafından yapılmıştı. İmtihanlar bittikten sonra beşer hafız, karşılıklı iki sıra halinde oturarak Aşr-ı Şerif okudular. Bu hafızlar henüz halk arasında tanınmayan sadaları ve edaları medrese çevresinde mahfuz bulunan gençlerdi.

Talat Paşa hafızlara bayıldı. Bu sırada sağ tarafında Şeyhülislam Musa Kâzım merhum oturuyordu. Sol tarafında da Müderrisler Meclisi sıfatıyla da ben bulunuyordum. Paşa dedi ki:

- Bizim Edirne’de Ramazan’da hafızlar mukabeleyi mihrabın önünde dizilip sırayla okurlar. Buradaki gibi caminin şurasında burasında tek tek okumazlar. Edirne’deki bu âdeti, bu Ramazan Fatih Camiinde ihya etsek, biz de gelip dinlesek…

Paşanın bu arzusu üzerine Şeyhülislam:

- Pekâlâ, bu hafızları hazırlayalım, dedi.

Ve hakikaten başta Reisülkurra Hafız Hasan, Fatih başimamı Filibeli merhumlar olmak üzere yedi güzide hafız hazırlanarak o Ramazan Fatih Camii’nde cumhur halinde mukabele okundu. Paşa merhum da mukabele dinlemeyi düzenli bir şekilde sürdürdü. Resmi meşguliyeti dolayısıyla iftara bir saat kala gelirdi. Hafızlar da o zaman başlardı.

Bir gün mukabele bittikten sonra – her zaman olduğu gibi – cami sohbeti başlamıştı. Bu münasebetle dedim ki:

- Paşa hazretleri! Bu mukabele merasimini siz düzenlediğiniz için devam ediyorsunuz. Çok güzel. Fakat oruç da tutabiliyor musunuz?

- Evet, tutuyorum. Allah uzun ömür versin. Annem sağ oldukça oruç yemem mümkün değildir.

- Fakat paşam, oruç Allah için tutulur.

- Bunu ben de biliyorum. Fakat ilk orucumu annemin hatırını hoş etmek için tutarım. Öbürlerini ise tamamen Allah rızası için tutarım. Oruç tam anlamıyla irade gücüne dayanan bir mücadele ibadetidir. Benim gibi mücadele içinde yetişen bir kimse için oruç bir mümarese (maharet) kaynağıdır. Oruç tutamadığım günler iradesiz ve mağlup kabul edip kınarım.

Bu musahabeden sonra kalktık. Sadrazam, gitmesini bekleyen halkın arasından geçerken bir dostunu gördü ve hatırımda kaldığına göre, İbrahim Bey diye seslendi ve eliyle işaret etti. Şu suali sordu:

- Günün birinde benin sadrazam olacağım aklından geçti mi?

- Yüksek dehanızdan bunu her zaman beklerdim.

- Yarın sadarete (başbakanlığa) gel beklerim deyip ayrıldı.

Bu güzel giyimli, orta yaşlı, sevimli zat kimdi acaba? Zeki Talat, bu kısa konuşmanın bir merak konusu olacağını anladı.

- Ben Edirne tutukevinde hapis yattığım yıllarda bu zat hapishane müdürüydü. Doğrusu, güzel muamele ediyordu, dedi.”

Talat Paşa’nın oruç hakkında söyledikleriyle ilgili herhangi bir yorum yapmadan bir de onun namazla olan alakasından bahsetmek istiyorum. Şubat 1963 tarihli “İslam” Mecmuasında “Talat Paşa ve Namaz” başlığıyla ve M. C. Rumuzuyla yayımlanan yazıda şunlar söyleniyor:

“İstanbul’da yayınlanan bir tarih dergisinin bir nüshasında eski İttihat ve Terakki Fırkası meşhur ricalinden ve Umumi Harpte Osmanlı İmparatorluğu sadrazamı Talat Paşa’nın hanımının, merhum zevcine dair röportaja cevaplarını okuduk. Sonra da meselenin başka bir cephesini ele alarak, derin derin ve acı acı düşündük.

Bir müslüman beş vakit namazını ihmal etmeden kılmakla mükelleftir. Namaz vaktini geçirirse kaza edecek ve kaza müessesesini tatbik edecektir. Şüphesiz, bu ferdi bir ibadettir. Cemaatle ve bilhassa Cuma namazlarında içtimaileşir. İbadet, sadece namazdan ibaret değildir. Namaz kılmayana Allah sual açacağına göre, kılmayanlara karışmaya hakkımız yoktur. Onu muahaze edip (ayıplayıp) Allah’ın hiç de muhtaç olmadığı avukatlığını yapmaya cevaz ve müsaade yoktur. Dünyamızda artık bir mü’minin beşeriyete hizmeti, onun ibadeti değil de daha ziyade dışarıda insanlara karşı olan hüsn-ü muamelesiyle (güzel davranışlarıyla) ölçülüyor ki, en doğrusu da budur. Müslüman, maşeri ve içtimai ibadetlerini tatbik edip yerine getiriyor mu? Zarar veriyor mu? Bunları sormalı ve ölçü kanaatimizce bu ahlaki kıstaslar olmalıdır.

Merhum Talat Paşa beş vakit namazını kılan bir Müslümandı ve sabahları “Feth-i Mübin Suresi”ni okuyordu ama altı yüz senelik bir İslam-Türk İmparatorluğunu bir macera uğruna perişan etti ve yüz binlerce Müslümanın, Müslüman Türkün şehadetine, beldelerin yıkılmasına, Müslüman milletlerin esarete düşmesine sebep oldu! İnsanın bu hazin maziyi dehşet ve ızdırapla hatırladıktan sonra keşke diyeceği geliyor, beş vakit namazı tehir etseydi de Müslüman âlemine o kadar kötülüğü dokunmasaydı ve yurttan, batmasına sebep olduğu devletin milli hudutlarından kaçıp yâdellerde yabancı kurşunuyla can vermeseydi! Cennetmekân Sultan İkinci Abdülhamid o devirde Beylerbeyi Sarayında sağ olmalıydı. Koca hükümdarın üzüntüden herhalde yüreğine inerdi. Demek ki sadece yurtsever olmak bir lider için asla kâfi değildir. Meziyet iyi işler görmek, hayırlı işler başarmak, cemiyetleri refah ve saadete ulaştırmaktır. Kıstas ve gaye bu olmalıdır.”

Yine Talat Paşa’nın Ramazan orucuna dönecek olursak, onun devrin Adliye Nazırı (Bakanı) İbrahim Bey’in Koska’daki evinde, Ali Emiri Efendiyle bir iftar sofrasında buluştuğunu biliyoruz. Bu buluşmayı da, ayrıca Talat Paşa’nın Divanü Lügati’t – Türk’ün basımı için Ali Emiri Efendiyi nasıl ikna ettiğini de diğer bir yazımızda – inşallah – anlatmaya çalışırız.

Cenab-ı Hakk, mübarek Ramazan ve Kadir Gecesi hürmetine hepimizin taksiratını afvetsin…

QOSHE - Talat Paşa namaz kılıp oruç tutuyor muydu? - Dursun Gürlek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Talat Paşa namaz kılıp oruç tutuyor muydu?

113 6
07.04.2024

Osmanlı Türkçesinde mübahase, muhasebe ve musahabe isimlerini taşıyan üç kelime vardır ki, ses itibariyle benzeştikleri için zaman zaman birbirine karıştırılır. Böyle bir ihtilata meydan vermemek için bunların anlamlarının iyi bilinmesi gerekir. Şimdi lügate müracaat edip aradaki farkları bir kere daha hatırlatalım:

Muhasebe, bilindiği üzere hesapla ve saymakla ilgilidir. Bu işi yapana da muhasib ve muhasebeci denilmektedir. Bir resmi dairenin hesaplarını yürütmekle ve kontrol etmekle görevli kimseler için de bu kelime kullanılmaktadır.

Mubahase, karşılıklı konuşma manasınadır. İlmi, fikri ve edebi bir konu üzerinde tartışma ve münazara diye de tarif edilebilir.

Musahabeye gelince, onu da sözlük şöyle açıklıyor: Sohbet, arkadaşlık etmek, beraber olmak demektir. Karşılıklı konuşma, görüşme ve sohbet etme diye de ifade edilir. Ben de önceki yıllarda bir radyoda “Tarih Musahabeleri” adıyla uzun soluklu bir program yapmıştım ve hocam tarih muhasebelerinizi zevkle dinliyorum diyerek kelimeyi yanlış telaffuz eden bazı dinleyicilerle de karşılaşmıştım.

Bu vesileyle hatırlatmak gerekirse, tarih musahabeleri adıyla bazı eserler de neşredilmiştir. Mesela son vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi’nin yanı sıra Yahya Kemal’in de bu ismi taşıyan eserler kaleme aldıklarını biliyoruz. Unutmayalım, Yahya Kemal kuvvetli bir şair olduğu kadar da iyi bir tarihçidir. Aynı isimde daha başka kitaplar da var. Kütüphanemdeki Osmanlıca eserlerden birinin adı da “Tıbbi Musahabeler”dir ve Doktor Galip Ata Bey tarafından yazılmıştır.

Bu isimle kaleme alınan bir güzel çalışma daha var ki o da büyük İslam âlimi Prof. Kâmil Miras’ın kaleminden çıkmıştır ve “Ramazan Musahabeleri” adını taşımaktadır. Ben şimdi bu değerli eserin muhtevasından değil de, Talat Paşa’nın orucundan bahsetmek istiyorum. Kâmil Miras merhum 1949 tarihli Sebilürreşad’da yayımlanan yazısında şöyle diyor:

“Birinci Cihan Harbi’nin devam ettiği yılların birinde, Ramazan’a birkaç gün kala Fatih Camii’nin yanındaki Tabhâne Medresesi’nde yapılacak imtihanlarda bulunmak üzere Sadrazam Talat Paşa da gelmişti. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmet Han, caminin iki tarafında yaptırdığı medresenin ders programlarıyla, talebenin tahsil hayatıyla meşgul olur ve her sene imtihanlarda bulunurmuş. Bunu duyan Talat Paşa merhum, talebeler için teşvik olur düşüncesiyle imtihanlardan birinde bulunmuştu. Bu türlü resmi imtihanlarda, âdet olduğu üzere, en seçme talebeler, güzide muallimler tarafından imtihan ediliyordu. Mesela edebiyat imtihanı şair Mehmet Akif ve Cenap Şahabeddin Beyle, matematik imtihanı ise Ziya Bey tarafından yapılmıştı.........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play