Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, 1 Kasım 1958 tarihinde vefat ettiğine göre içinde bulunduğumuz 2023 yılının Kasım ayı, onun şiirle ve edebiyatla süslemek sûretiyle ebedileştirmek istediği bu fâni dünyayı terk edişinin altmış beşinci yıl dönümünü teşkil ediyor. Altmış beş yıldır eserleriyle yaşayan ve daha nice seneler ikinci ömrünü sürdürecek olan şairimizin en çok işlediği konulardan biri de, “Sessiz Gemi”nin yolcularını ilgilendiren hüzün duygularıdır. Bir örnek vermek gerekirse; “Sonbahar” başlığıyla kaleme aldığı o harika şiirini, bu hazin manzarayı resmeden altın sarısı bir levha olarak gösterebiliriz.

“Son” kelimesi, ne zaman, nasıl ve hangi vesileyle karşımıza çıkarsa çıksın, derhal içimizi bir hüzün kaplar, son derece insanî bir duygu olan gözyaşını dökmesek bile hissettiğimiz üzüntüyü, duyduğumuz teessürü içimize akıtırız. Böylece bir bakıma üzülerek sevinmiş, ağlayarak tebessüm etmiş oluruz.

İşte bu günlerde bir sonbahar hüznünü daha birlikte yaşıyoruz. Takvimden koparılan yaprakların sayısı hızla çoğaldığı gibi, ağaçların dallarını boynu bükük bırakan yapraklar da gazelleşerek güzelleşiyor. İsterseniz, “Son” sözünün telkin ettiği teessürü bertaraf etmek için, son olarak şöyle bir müjde verelim. Bize en büyük mutluluk olarak Âhirzaman Nebîsi’nin, yani Son Peygamber’in ümmeti olmak yeter. Dünyada ve ukbâda bundan daha geniş kapsamlı, bundan daha büyük bir şeref yoktur. Eşref-i mahlûkat olan insanlığın en eşrefi, en efdali, en ecmeli, en ekmeli, en ekremi Resûl-i Ekrem olduğuna göre son ümmet olan onun ümmeti de sonsuzluk kervanının mutlu yolcuları demektir. Şairimiz, bu özelliği ve güzelliği çok iyi fark ettiği için, sonsuzluk kervanının arkasında seke seke giden topal köpek olmayı, kendisine mâverâdan takdim edilen şeref madalyası olarak kabul ediyor.

Şurası da bir gerçektir ki, böyle bir hakikati bildiğimiz ve bunu yegâne teselli kaynağı kabul ettiğimiz halde, hayatın sonu anlamına gelen ölüm olayı öyle kolay geçiştirilemiyor. Başta annelerimiz, babalarımız olmak üzere, en yakınlarımızın ölümlerinden sonra dostlarımızın, arkadaşlarımızın vefatlarıyla da birlikte bu beşerî elemle müteellim, bu insanî teessürle müteessir oluyoruz.

Bilmem ki hangi birini anlatayım. Ömrü kitapların arasında geçen, yıllarca Millet Kütüphanesi’nin müdürlüğünü yapan, odasını ilim ve irfan meclisi hâline getiren bir Mehmed Serhan Tayşi vardı. Onun sohbetlerinden epeyce istifade ettiğim, gösterdiği ilgiden büyük bir mutluluk duyduğum, birlikte olmaktan haz aldığım için, vefatına en çok üzülenlerden biri de -niçin saklayayım- ben oldum. Hatıralarını yazdırmak suretiyle biraz teselli bulmuş oldumsa da ona duyduğum hasrette hiçbir eksilme olmadı.

Bir Ali İhsan Yurt Hoca vardı ki, ona canlı kitap da diyebilirdiniz, sohbet şeyhi de kabul edebilirdiniz. Cumartesi günleri Enderun Kitabevi’nde yaptığı ilmî, dinî, edebî sohbetlerin müdavimlerinden biri de bu fakir kardeşinizdi. Minnet borcumu ödemek üzere “Ayaklı Kütüphaneler” kitabımı onun ismiyle de süsledimse de, hakkında müstakil bir eser yazma arzumdan hâlâ vazgeçmiş değilim.

Ancak bizim gibi yakın âşinâlarının âşinâlık ettiği ve sanki meçhul bir meşhur diyebileceğimiz, ayrıca Babıâli efendisi sözüyle tesmiye edebileceğimiz bir İsmet Elbaşı vardı ki, dört başı mâmur bir kültür adamıydı. O aynı zamanda hazırlanan kitapların ehliyetli bir rapor türüydü. Onunla şakalaşmak, fıkra teatisinde bulunmak beni mutlu ediyordu. Bazen “Elbaşı” olan soyadını “Elebaşı” yapardım da, o da “Dursun Bey, bir baş ol da, istersen soğan başı ol.” diye karşılık verirdi. Son zamanlarda, yazar sayısının çok artmış olduğundan bahsedildiği bir sohbet sırasında yine bana, “Dursun Bey, ben tek bir yazar tanıyorum, o da Gönül Yazar” diyerek espri yapmıştı.

Bir merhum Osman Olcay Yazıcı vardı ki, müteşâir değil, gerçek şairdi. “Kültür Dünyamız” ismiyle intişar eden aylık kültür ve sanat dergisinin yazı işleri müdürüyken benden de her sayı için yazı isteme nezaketini gösteriyordu. Eski Millî Eğitim bakanlarımızdan Tahsin Banguoğlu ile yaptığı röportajları içine alan ve ilgiyle okunan kitabından başka, daha bir takım eserlere de imza atmıştı. Bu kısa boylu, güzel huylu arkadaşımla epeyce İstanbul gezisi yaptık. Ayrılacağımız zaman, “Hoca, dostluğumuz buraya kadarmış.” diyerek lâtife ederdi.

Şimdi biraz da, geçenlerde fâni ömür yolculuğunu tamamlayıp, ebediyetin kapısını çalan hikâyeci ve kadim dostum Recep Seyhan’dan söz etmek istiyorum.

Recep Seyhan, hikâye sahasında hayli mesafe kaydeden çalışkan ve değerli bir arkadaşımızdı. Onunla orta, lise yıllarında başlayan dostluğumuz vefatına kadar devam etti. Tokat İmam-Hatip Okulu’yla İstanbul Fikirtepe Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü beraber okuduk. Yedi yıllık İmam-Hatip Lisesi’ni altı yılda bitirme başarısını göstermişti.

İkimizin de edebiyatla ve kültürle ilgili yazıları aynı dergilerde yayımlandı. Meş’ale dergisi bunlardan biridir. Necip Fazıl üstadımızı Cağaloğlu’ndaki Büyük Doğu Bürosu’nda, Cemil Meriç’i de Göztepe’deki evinde birlikte ziyaret ettik. Divan edebiyatının otoritelerinden hocamız rahmetli Ali Tanyeri’yi de -keza- Cerrahpaşa’daki hanesinde yine birlikte ziyaret etmiştik.

Recep Hoca, uzun süre yurt dışında öğretmenlik yaptığı için asıl ilgi alanı olan kültürel faaliyetlerden biraz uzak kaldı. Emekli olduktan ve İstanbul’a yerleştikten sonra bu açığı bir an önce kapatmak amacıyla hızlı ve heyecanlı hareket etmeye başladı. Bu arada Kubbealtı’nda verdiğim Osmanlıca derslerine katılmayı da ihmal etmedi. Ödüllendirilen bir takım eserlere de imza attı. Hoca, hem çalıştı, hem okudu. Pek bilinmez, Yaşar Nuri Öztürk, Kocamustafapaşa’da küçük bir camide imamken müezzini de Recep Seyhan arkadaşımızdı. Onunla ilgili hatıralarım tabii ki sadece bu yazılanlardan ibaret değil. Anlatılması gereken daha bir çok anekdot var. Zamanı gelince inşallah onlar da gün ışığına çıkar. Allah, kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe eylesin.

Yahya Kemal’le başladık, Yahya Kemal’le bitirelim ve “Evvel giden ahbâba selâm olsun!” mısrâını terennüm ederek teselli bulmaya çalışalım.

QOSHE - “Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler!” - Dursun Gürlek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler!”

36 0
05.11.2023

Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, 1 Kasım 1958 tarihinde vefat ettiğine göre içinde bulunduğumuz 2023 yılının Kasım ayı, onun şiirle ve edebiyatla süslemek sûretiyle ebedileştirmek istediği bu fâni dünyayı terk edişinin altmış beşinci yıl dönümünü teşkil ediyor. Altmış beş yıldır eserleriyle yaşayan ve daha nice seneler ikinci ömrünü sürdürecek olan şairimizin en çok işlediği konulardan biri de, “Sessiz Gemi”nin yolcularını ilgilendiren hüzün duygularıdır. Bir örnek vermek gerekirse; “Sonbahar” başlığıyla kaleme aldığı o harika şiirini, bu hazin manzarayı resmeden altın sarısı bir levha olarak gösterebiliriz.

“Son” kelimesi, ne zaman, nasıl ve hangi vesileyle karşımıza çıkarsa çıksın, derhal içimizi bir hüzün kaplar, son derece insanî bir duygu olan gözyaşını dökmesek bile hissettiğimiz üzüntüyü, duyduğumuz teessürü içimize akıtırız. Böylece bir bakıma üzülerek sevinmiş, ağlayarak tebessüm etmiş oluruz.

İşte bu günlerde bir sonbahar hüznünü daha birlikte yaşıyoruz. Takvimden koparılan yaprakların sayısı hızla çoğaldığı gibi, ağaçların dallarını boynu bükük bırakan yapraklar da gazelleşerek güzelleşiyor. İsterseniz, “Son” sözünün telkin ettiği teessürü bertaraf etmek için, son olarak şöyle bir müjde verelim. Bize en büyük mutluluk olarak Âhirzaman Nebîsi’nin, yani Son Peygamber’in ümmeti olmak yeter. Dünyada ve ukbâda bundan daha geniş kapsamlı, bundan daha büyük bir şeref yoktur. Eşref-i mahlûkat olan insanlığın en eşrefi, en efdali, en ecmeli, en ekmeli, en ekremi Resûl-i Ekrem olduğuna göre son ümmet olan onun ümmeti de sonsuzluk kervanının mutlu yolcuları demektir. Şairimiz, bu özelliği ve güzelliği çok iyi fark ettiği için, sonsuzluk kervanının arkasında seke seke giden topal köpek olmayı, kendisine mâverâdan takdim edilen şeref madalyası olarak kabul ediyor.

Şurası da bir gerçektir ki, böyle bir hakikati bildiğimiz ve bunu yegâne teselli kaynağı kabul ettiğimiz halde, hayatın sonu anlamına gelen ölüm olayı öyle kolay geçiştirilemiyor. Başta annelerimiz, babalarımız olmak........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play