Uykunun dip köşesindeyken kendimi yatakta oturur buldum. Koca bina lerzeye gelmişti. Beşik gibi, salıncak gibi, oyuncak gibi, yıkıldı yıkılacak gibiydi.

Böyle durumlarda hayat bir film şeridi gibi hayalinizden geçer, diyor ya ruhiyatçılar. Öyle de oldu.

Ayağa kalkılacak gibi değildi. Ama o beşik, salıncak rahatlığı yoktu. Benzetme gereği öyle söyledim.

Küçük oğlum Ahmet Taha odanın kapısının önünde, ne oluyor… gibisinden bana bakıyordu. Masumluğu bir kat daha artmıştı. Beş yaşındaki bir çocuk zelzele ile tanıştığının farkında değildi belki de. Hayat, ölüm ne demek; nerden bilecekti! Bilir miydi yoksa; bilmem!

Hayatımı önüme koydum. Biraz sonra Çengelköy’den yana bina yatacak gibiydi.

İki şey aklıma düştü.

Allah’a ve kullara borcum harcım var mıydı? Bana her şeyi verene, beni yoktan buraya gönderene zaten sonsuz borçluydum. Bu elde var bir… de yatsı aklıma düştü. Şükür onu sonsuzluğa göndermiştim. Hesaba yatmıştı o.

Yalnız ikinci el Lada bir araba almıştım borçlanıp tanıdıklardan.

Neyin ne kadar azsa hürriyetin o kadar çok ya… Bak; şu zelzelede onu da hatırladım.

Ne diye borçlandın ki! Paran varsa al; yoksa yürü git!

Yok; onu da ödemiştim. Sonra ya da önce ne dediğimi şu ân hatırlamıyorum. Hayretler içinde lâl ü ebkem kalmış da olabilirim.

İşte o ölüm kalım meseli, meselesi dedikleri… Ayniyle vâki… Eksiği yok; fazlasına okkalı kalemler gerek…

Derken günlerce devam edecek sokak hayatımız başlayacaktı geceli gündüzlü…

İyi; Boğaz Köprüsü yerindeydi. Işıkları yanıyordu. Asıl şeyy… Ancak uzaklara gidince gördüğüm yıldızlar şehri basmıştı. Sokak lambaları ve öteki ışıkların gitmesini bekliyormuş o çocukluğumun sihirli Samanyolları… Küçük Büyükayılar… Çoban yıldızları…

Boğaz’ı nazır Cennet Camii o sabah namazı zelzele cemaati olarak dolup taşacaktı.

Mahallede bu kadar adam, çoluk çocuk, kadın var mıymış demek! Fesübhanallah…

İşte her şeyin dizgini elinde olan O; zaten sapan taşı gibi çevirdiği dünyayı kırk beş saniye obratıp ve bizi böyle yerimizden hoplatacaktı.

Sen ne diyorsun bu işe Bilgin Abi!

Bilgin Bey’in bilgeliği her zamanki gibi üstündeydi. Bazen böyle susarak cevap verir, gözleriyle konuşur; gözlerinin de sustuğu olurdu bu durumlarda.

Halk zelzele muhabbetlerine çoktan dalmıştı.

Doksan dokuzuncu sûre… Zilzâl…

Açıp okumuş, üzerine bir şeyler konuşulmuş muydu o gece; hatırlayamadım. Kıyamet gibi herkes kendi derdindeydi.

Oradaki yazılanlar önümüze düşmüştü.

İşlediğimiz zerre kadar hayırlar, şerler…

Biri sizi şöyle tutup sarstığında bu kendine gel demenin hâl diliydi.

Bu uykudan uyandırılış da işte o günün bir provasıydı.

Mikroptan zelzeleye kadar her şeyin insana düşman olduğunu öğrettiler; dostlarımız bile var bunların içinde.

Bilgin Abi, bakış fukaralığı mı bu bakış acısı mı, bakışsızlık mı, yaralı bereli bakışlar mı?

Aslını bilmekti asıl iş…

Okullara “Bakış Bilgisi” dersleri koysak da kim anlatacak ki bunları?!

*

VAKİT MUHASEBESİ

Vakit yaklaşıyor.

Kim çeviriyor sarkaçları?

Akrep, yelkovanları…

Vakit yaklaşıyor.

Saçların…

Beyaza boyamış aynaları.

Vakit yaklaşıyor.

Uzaklaşıyor gençliğin.

Gökyüzü daha yakın…

Vakit yaklaşıyor.

Yol çağırıyor yola.

Tek başına arkadaşlığa…

Vakit yaklaşıyor.

Dönüp bakma geriye;

Gidenler çoktan gitti.

Vakit yaklaşıyor.

Bulut gibi, kuş gibi…

Ne çok unutmuş gibi…

QOSHE - Zelzele gecesi - Ân diyarı (17) - Ali Hakkoymaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Zelzele gecesi - Ân diyarı (17)

4 0
17.02.2024

Uykunun dip köşesindeyken kendimi yatakta oturur buldum. Koca bina lerzeye gelmişti. Beşik gibi, salıncak gibi, oyuncak gibi, yıkıldı yıkılacak gibiydi.

Böyle durumlarda hayat bir film şeridi gibi hayalinizden geçer, diyor ya ruhiyatçılar. Öyle de oldu.

Ayağa kalkılacak gibi değildi. Ama o beşik, salıncak rahatlığı yoktu. Benzetme gereği öyle söyledim.

Küçük oğlum Ahmet Taha odanın kapısının önünde, ne oluyor… gibisinden bana bakıyordu. Masumluğu bir kat daha artmıştı. Beş yaşındaki bir çocuk zelzele ile tanıştığının farkında değildi belki de. Hayat, ölüm ne demek; nerden bilecekti! Bilir miydi yoksa; bilmem!

Hayatımı önüme koydum. Biraz sonra Çengelköy’den yana bina yatacak gibiydi.

İki şey aklıma düştü.

Allah’a ve kullara borcum harcım var mıydı? Bana her şeyi verene, beni yoktan buraya gönderene zaten sonsuz borçluydum. Bu elde var bir… de yatsı aklıma düştü. Şükür onu sonsuzluğa göndermiştim. Hesaba yatmıştı o.

Yalnız ikinci el Lada bir araba almıştım borçlanıp tanıdıklardan.

Neyin ne kadar azsa hürriyetin o kadar çok ya… Bak; şu zelzelede onu da hatırladım.

Ne diye borçlandın ki! Paran varsa al; yoksa yürü git!

........

© Yeni Asya


Get it on Google Play