|
Ali HakkoymazYeni Asya |
Cumhuriyetle kavga ederek nereye gideceksiniz, diyor Bilgin Abi. İstibdattan başka nereye? İçine bu cumhuriyetin hakkı, hukuku, hürriyeti,...
Haberler kan revan... Bırak hep çocuk kalsın yüreciğin. Dayanamaz sonra döndüğünü gördükçe dolapların. Dünyanın fotoğrafına...
Bak şu bulutların keyfine yeniden yeniye. Alnına değen rüzgârı gör! Okşa; -aha şuracıktaki- gökyüzünü. Şehrin çığlıklarını...
Hamaset, istibdat, ben bilirim ben/sen ne bilirsin sen, inat, kin, nefret, düşmanlık, insanın insana ettiği, zalimlerin, münafıkların çalıp...
Öyle ya dün bugüne; bugün yarına aynaydı. Bugün bir köprüydü aslında. Bugünden kasıt da “şimdi” derdi, sık sık. Bir gün,...
Her şeyin bu kadar “hızlı” değişeceği hayalimize gelir miydi? Kara trenlerin, mektupların, kağnıların, taş değirmenlerin, kar...
Hem okuyup hem çalışıyordum. Sonra işte (böyle) ne tam okuyabildim ne çalıştım. Edebiyatçı mı ilim adamı mı ticaret erbabı mı...
Kendi başınalık… Suların en berrak hâli… Bulutlardan, pamuklardan (daha bir) aklık… Sabah dinginliği ve ferahlık… Sessizliğin...
İkisine de ne kadar yabanî olduğumuzu… İkisi ikiz mi acaba Bilgin Abi? Çok zaman ayıramadığım bundan mı? Öylesine ölüme gidiyor...
Albümleri karıştırdı bir ara. İlkokuldan tek bir fotoğrafa uzun uzun daldı. Ağladı belki! Uzaklara bakan bir çocuk vardı ön tarafta. O...
“Öleceğin kimse bilmez.” diyorsa şair; kimseler ölüme koştuğunun farkında değil demek! Şundan diyorum bunları. Babam öldü de… Onu...
Benim çocukluğumda köyde, bağda olmasak da şehirde kuşlar vardı. Şimdi de var ama tek tük… Sabahın o er vakitlerinde nasıl da...
Dünyanın bu kadar sanallaşacağını… Helal ve haramın bu kadar karışacağını… Yalanlarla doğruların canciğer kuzu sarması...
Okullara edebiyat dersi konmuş ama adı var kendi yok; öteki dersler gibi… Edebiyat okumakla başlar. Okumuyoruz. Okumayınca düşünemiyoruz....
“Ah, ah! Hürriyet! Çok nazlı çok pahalısın. Namık Kemal aradı; bulamadı. Ne efsunkâr imişsin, dedi. Orhan Veli (bile) gördü; esaretin...
Hâlbuki zamanla kuşatılı değil miyiz? “Zamansız…” dediğimiz neler varsa; zamanın gözlerine bakıp saatleri kurmadığımız için…...
Gel, kapatalım bu s/ağır şeyleri. Nefeslerimiz sayılı... Yıllardır aynı şey; ne değişti? O-yalandığımız yeter. Daha beter olmadan...
Korku, esaret, fukaralık, cehalet, yüzsüzlük, netsizlik, zamansızlık, sanatsızlık, zanaatsızlık, hâl dilini tercüme edememek...
Ayna kendini göremez, derler; ondan mı? Kendi söküğünü dikemeyen iğne mi insan yoksa? Terazi miyiz ya da kendini tartamayan? Her şeyi merak...
İnsan unutandır, alışandır. Hep aynı nefesleri alacağımızı sanırken birden duruverir kalbimiz. Sonsuz sanırız dünyayı. İşlerimiz...
HÜVEL BÂKÎ Hayat nöbetini tutarken… Birden geliyormuş ölüm. Babam… öldü. Ölüm… hep ötelenen… Fakat yanı başımızda gezen…...
Çok adı var da… ego, ene, enaniyet, gurur yani ben, ben, ben gibi birkaç ismini sayayım bu çağın. Burnundan kıl aldırmıyor, denir ya…...
Ta eski mahallede, doğduğum yerde eli yüzü kanlı mı kızıl mı bir adam hayalimde durur. Küçük Ali Mallesi… İyiler Sokak… Çocukları...
İnsanın insana köle olduğu… Adım başı muhabbetin ve yan yana, can cana durmanın ötelendiği… Çok zengin görünen ama fakir bir...
İsrafın saltanatı vardır orta yerde. Yiğit namıyla anılırken… namsız, imzasız, atsız, cansız asılsızların yiğit/kahraman olduğu...
Kendimizden çok başkalarıyla yatıp kalkıyoruz. Şimdi'den çok geçmiş ve gelecekle oyalanıyoruz. İçimizden çok dışımızla...
Anladık mı iyice; dünya çok kalabalık; insanlık çok tenha… Uçaklar, fabrikalar, yollar, okullar çok kalabalık ve bir o kadar tenha......
Yolda olanların her ân yeni bir kimliğe büründüğünü de görüyordu Selim Ali. Her nefes her adım her bakış yeni bir kimlik diye...
Bilgin Abi’nin bu konuda ne söyleyeceğini merak etmez miyiz! Hele iş kalem, kelam olunca… Kalem… dedi Bilgin Abi, kalemm… bir müddet...
Suistimal… Suihtiyar… Suizan… Suikast… gibi kötülük fotoğrafları hayatımızla kol kolaydı. Gaflet; artık devasını çok az kişinin...
O hancı; biz yolcu… O’ndan başka yolda olmayan ne var! Yerindeki ağır taşlar da yürüyor. Yıldızlar nereye? Güneş, ay nereye?...
Bilgin Abi en zor—lu şey insanın kendisini tanıması diyerek soruların çok sert olduğunu mu imâ etmek istemişti! Bir öğretmenin bir gün...
Sen kimsin Selim Ali, ha? Kendini ne kadar tanıyorsun? Tanıyor musun? Kendinin ne kadar yakınında ve uzağındasın?
Bilgin Abi bu soru karşısında ayrı bir kulak kabarttı: “Edebiyat nedir?” Biz de ona yöneldik. Bilgin Abi bir şeyler diyeceği zaman...
Zaten bu ikisi unutulunca oluyor ne oluyorsa. Yani insanlığın dışına çıkmak; bu ikisini unutmakla başlar, diye parantez açtı Bilgin Abi....
Bin yılda olmuşlar, olacaklar bir yıla bazen bir aya, haftaya hattâ güne düştü müydü? Hayaller bile bu kadar pörsümemiş,...
Ağlatmayan aşk yok Selim Ali, diye söze başladı Bilgin Abi. Âşık ağlar. Mâşuk ağlatır. Biri bitişin, ayrılığın gözyaşı iken;...
Her saniye gönlünün aydınlığını artıranlardan bir manevi sofra açıyordu önümüze. Tarihimizin bir “şiir romancığı” idi;...
Rahat, hazır ol! Sen şöyle geç! Yorucu, bıktırıcı… Elde avuçta yok. Bu hangi hâl? Anlaşılmaz dillerim var nicedir. Ellerimi,...
Gerçi annem de bana öyle derdi; oynarken ya da bisikletten düşüp yaralanıp geldiğimde: “Yaralı, beş paralı…” Yani ne yaran bitiyor ne...
Gözlerin kör, kulakların sağır olduğu bir çağın çocuklarıyız. Aşklar Kalplerden uçup gitmiş. Taşlaşmış kalpler demeliydim. ...
Bu sorunun cevabını ne kadar biliyorsun Selim Ali? Ne kadar biliyorsan o kadar insansın, o kadar insanız yani. Bir yaprağın bile sırrını...
Bir gün: “okuduğun, gördüğün, bildiğin, duyduğun, alıp verdiğin, unuttuğun, hatırladığın… kadar mısın diye sordu. Bilmem ki… Bu...
Şair mi ilim adamı mı ticaret erbabı mı zenatkâr mı siyasetçi mi olacaktım... karıştı gitti. Hep olan hiç olurmuş ya... oradan oraya...
Mayıstı… Kuş cıvıltılarından bir koro idi bahçe…
Bu bir çırpıda hatıraların silinmesinin ardında başka şeyler olmalı… Doğduğum şehir benimle konuşmuyor gayrı. Eski evler, eski...
Çok siyasî olduk; bu gözlük ile bakar, bu terazi ile tartar olduk. Netice hüsran…Kaybolduk. Çocukların bile oyuncağı olmak bu. Çakıl...
Bazı kelimeler, cümleler, mısralar dilime düşer bazen ve hep onunla gezsem derim akşama kadar. Bir beste veya… Bir resme, fotoğrafa,...
Hep “isyankar” bilindim. Çakıl taşları kadar olsun farklı bir yanım, heyecanım, hayalim, olsun istenmiyordu. Nüvit Özdoğru‘nun...
Öylesine… Artık menfaatsiz aramalar, gidip gelmeler, selâmlaşmalar tarihe gömülüp gidiyor gibiydi. Telefondaki ses çok rahatladım,...