|
Ali HakkoymazYeni Asya |
Nisan bir âşiyan ve aşina yüz gibi; Kış artık dağlarda; biraz da öksüz gibi... Oraları bilmem de... buralarda nisan var; Baharlarda...
Bu cehalet var ya... Bu kelimesizlik... Bu, kitaptan uzaklık... Bu fukaralık var ya... Bu, evlerden uzak olası... Bu, boyun...
Bilgin Abi’ye bunları bir bir yaralarını sıyırır, yolar gibi yakına döküne anlattı. Bilgin Abi acı tatlı güldü. Bu hemen çok zaman...
Ders, adını Selim Ali’nin bindiği Şehir Hatları vapurundan alıyordu. O vapur yolculukları hayatının en serin, berrak köşelerinde yüzüp...
Nereye gidecektik? Her tarafta ayrılık her tarafta ölüm vardı. Bir müddet sustular. Mevsimi dinlediler; birbirinden habersiz. Dünyanın...
Şimdi de yılları, yolları durdurmak istiyordu. O şarkıdaki aforizmatik söz aklına düştü; acımsı bir şey dokundu dudağına: “Durdurun...
Cengiz, Hülagu, Birinci, İkinci Dünya Harbi gibi… Dünyanın cehennem olduğu günler, aylar, yıllar hem de on yıllar… ve bitmeyecek gibi bir...
YÜZ SENE RİSALE OKU; SONRA SIRADAN BİRİ OL; OLDU MU ŞİMDİ?! RİSALEYİ YARIM OKUYANLAR’A: RİSALE; TARİKAT DEĞİL; HAKİKAT… ...
Ekmek kokusu; ölümü bağrına basıp oradan ölümlerin geri döndüğünü gördüğümüz toprağa götürüyor bizi… Toprağa basmanın ne...
Daha çok şey vardı bilmediğimiz. Burada misafir olduğumuzu bilmek işimize gelmiyordu. Halbuki burası bekleme salonu idi; birazdan...
Gerçi oldum desen olmamış oluyorsun da… kendinden geçip kendine geldiğin, kendini kendinde bulduğun, dolup boşaldığın, boşalıp...
Kendini çok yoruyorsun. Bu saatten sonra gidilecek hiçbir yer, keşfedilecek hiçbir şey yok; her ân hayret edilecek çok şey var, desem...
Efsane günlerdi efsane… Daha zor yaşanır öyle… Araya kara hattâ siyah, simsiyah… Perdeler çekildi. Duvarlar örüldü. Olmadık...
Aklını, ruhunu, kalbini, merhametini, aşkını, muhabbetini, bakışını, duyuşunu, düşüncesini, duygusunu, gayretini, HAYRETİNİ,...
Bunları ara ara Bilgin Abi’yle paylaşırdı. O da dakikalarca dalar giderdi; bir sarı çiçeğe, çömelip karıncaların kimi telâşlı kimi...
Hemen her yer hırsız girmiş bir evden beterdi. Kapı, kilit kırılmış, eşyalar alt üst edilmişti. “Normal” bir zaman değildi (zaman.)...
Duymuşundur. Duymadıysan da duy ki ahirzaman Deccal ve İsa karşılaşması imiş. Ben kitaplardan öyle okudum. Deccal ve şürekası… Eli...
Uykunun dip köşesindeyken kendimi yatakta oturur buldum. Koca bina lerzeye gelmişti. Beşik gibi, salıncak gibi, oyuncak gibi, yıkıldı...
Maskeli bir hayata bizi kimler mecbur ediyor? Maskeli, riyakar, yalancı, yüzünden, iş olsun diye işler bir türlü bitmeyecek mi? Aşk...
Diplomasız yaşanmaz gibi elime tutuşturulan sıra sıra kuru diplomalar… Yetmedi bir daha, bir daha… Bu hangi işkence… Hangi boşluk…...
Ve bu ki koca âlemi kendisinde taşıyan birkaç kilo et kemik değildik herhalde! Bu etin kemiğin dışında/içinde olan başka bi’ şeydik....
Şimdi… bu ekim telâşı… Ekimin bu gidiyor oluşu… Bu otuz ekimi hep “şimdi”lerde yaşadım… hep. Ne dünü gördüm solumda ne de...
Zaten hangi hesabın toplaması, çıkarması, bölmesi, çarpması ise altmış yıllık bir ömür yirmi dakikaya muadilmiş. Hele diyorum bu...
Yirmiye kadar çocukluk…Yirmi beşe kadar gençlik macerası, serencamı, serüveni… Bir sürü adı var da… ortada ne iş, ne aş… Eş?...
Onlar söz sahibi zaten… Bizde bu kitap işi her şey bittikten sonra -eh işte haydi o da olsun diye- iki yüz yirmi ikinci sırada yerini alır....
Cehaletin olduğu yerde ne sanat olurdu ne ziraat ne de ticaret… Açlığın, yokluğun, hastalıkların gayyası bu idi işte! Kapkara yüzü ile...
Babamın bakışları korkutur, canımı alır; anneminkiler de -o değilden bana yönelişi- içimi titretirdi. Şöyle bir kaşlarını yıkar,...
Başka şeyler de… ama dilin ölümü insanlığın ölümü olduğu için ilk bunu demem gerekiyordu. Dilin paslanmış, çürümüş,...
Bu, yıllarca oturmayabilir de. Belki de bu darmadağınıklık sürüp gider. Bilinir mi? Şehrinizin bütün kokuları, renkleri, sesleri ruhunuza...
Şeddadî binaların Erciyes’le aramıza gireceği aklıma hayalime gelir miydi! O arsız binalara kadar şehrin hemen her yerinden bizi selamlardı...
Uzun çok uzun, sonsuz… Yolcu… Her durakta bir heyecana kapılır. Oyalanır da çok zaman hattâ. Duraklar bitmiyor; çoğalıyor bir de!...
Romanın kolay olduğunu sanırdım. Zormuş. Yazmanın yani… Okuması kolay mı kolay… Romanın kahramanını sıkı sıkıya takip edeceksiniz....
İnsan en çok kendinden mi kaçar, saklanır, siner? Evet, evet; yine de -bu kaç göç oyununda- kendine yakalanır. Yalnız kaldığında,...
eey… Az kalsın unutuyordum. Yok, yok; yaşamak gözlerimin içine sessizce sokuldu. Bir gözümde güneş ötekinde ay… Saçlarıma yıldızlar...
Zorlu dönemlerde okudum. Artık inceliriz sandım. Yok! Sonuç: Yerimizde sayıyoruz. Ve geriye çok zaman… Cenap Şehabeddin Tiryaki...
İki buçuk milyon kendi halinde insan dünyanın gözüne battı. Ey dünya, yaşadığını zannetme; meğer çoktan ölmüşsün de… biz de...
Dünya niye yangın yerine döndü? İtiraf edin dünya işlerini de anlamadığınızı da dünya da başının çaresine baksın! Biliyormuş...
Ey zalimler! Gözyaşları acıdır ve yakar sizi. Ne o? Bu kadar aradınız, sordunuz da…gecenizi gündüze kattınız. Eee! Bu ne? Dünyayı...
Çocukken büyüklerimden sık sık duyardım: “Nâmet (nimet) azgını...” Tatminsiz, yaramaz, bir şey beğenmeyen çocuklar ve şımarık...
Kitap okuyanlar ayrıcalıklı olmalı ki bu iş rağbet görsün. Vergi muafiyeti gibi meselâ... Protokolde yerleri de en önde olmalı... Okuyanla...
* Cehalet; durmadan kavga eder. Ses tonu yüksektir, ağırdır; kulakları yırtar. Fakat sağırdır kendisi. Asık suratlıdır. Pasaklıdır. Olur...
İstanbul’un yolları yolunu şaşırdı. Ömrümüz iki üç sene falan tüneli, beş on sene raylı sistemi, köprüyü, geçiti beklemek ile...
Sancılı… Haksızlığın adım başı olduğu… Dostlukların solduğu… Aceleci… Gürültülü… Geveze… Gevşek… Sınırsız...
Ben zor yolu seçeyim: sevgiyi... Siz kolay yolu seçin: nefreti... SULH VE SULH: Koca dünya bir Suriye konusunda boğuldu. Aklı başında; kalbi...
Ama yıllarca da misafirlik olmaz. Savaş da bitti; evli evine, köylü köyüne… Bizim ekmeğimiz sütümüz bize yetmiyor gayrı. Bu kadar...
Neden birçok şey göstermelik, sanal, banal? Neden hocalar kürsüde, hutbede hür değil? Neden öğretmenler soruşturma açılır mı korkusuyla...
Niye mi? Okul binaları ta uzaktan belli oluyor da... Estetikten uzak mekânlar... Okulların adını yazan tabelalar da fabrika çıkışlı......