İslam cemiyetinin kendi içinde yaşadığı karışıklıklardan faydalanan ve Sanayi Devrimiyle materyal bilimlerde ivmelenen Britanya ve Fransa gibi devletler; Afrika, Asya ve Orta Doğu coğrafyalarında sömürgecilik ve işgal faaliyetlerini arttırmış ve bu topraklarda yaşayan insanları ve kültürlerini hiçe sayan uygulamalarla güçlerine güç katmışlardı. Öyle ki, sömürülen halklar “sömürgecilik yarışı”nın barutu haline gelmişti. Sömürgeler sömürgeciler arasında el değiştirmiş ama sömürülüş bitmemişti...

Bir dönem yedi Cihana hükmeden Osmanlı çökmüş, Hilafet bitmiş, Hindistan’da Muğal Hanedanlığı sona ermiş, Mısır ve Arap yarımadası ile Asya ve Afrika, Fransa ve İngilitere arasında paylaşılmış, Balkanlarda kalan Müslümanlarla bağlar kopmuş, onlara zulmedilmeye başlanmış... Liste uzatılabilir. Özetle İslam Medeniyeti maddeten mağlup olmuştu. Söylemesi zor ama gerçek bu. Günümüzde birçok İslam beldesi halen de işgal altında. Kendi geleceğini tayin edemiyor, başlarına dikilen Nemrutlarla cebelleşiyor, dinini özgürce yaşayamıyor ve adalet susuzluğu ile kıvranıyor.

Bunların hepsi, nesillerce taşınmış ve halen yaşanan büyük travmalar demek. Sağlıklı şekilde yüzleşilmeyen ve anlaşılmayan travmalarımız da maalesef bizim her hareketimizi etkilemekte. Siyasi tavırlarımız, yabancılarla olan ilişkilerimiz, oluşturmaya çalıştığımız sistemler bu travmalara göre şekil almakta.

Örneğin, Batının karanlık ve düşman yüzü, oradan gelen insanlara ve fikirlere karşı tepkisel olmamıza sebep oluyor. Yani Batının “başka yüzü”nü göremiyoruz.

İlk bakışta bu çok büyük bir problem olarak görülmeyebilir: “Batının iyi yüzünü görmesek (varsa tabii (!)) ne olacak sanki? Kendi kendimize yetmez miyiz biz?”

Ama mesele sanılandan daha vahim.

Mağlup olmanın verdiği travmaya kapılmanın en büyük zararı da bu süreçte “kendimizi” özgürce anlayamamız zaten. Siyasetimizi, dinimizi, hukukumuzu ve dış ilişkilerimizi tamamen bu psikolojiyle yönetmemiz demek oluyor bu.

Somut örnek, durumu daha iyi açıklar:

Hamiyet sahibi bir Doğulu, Batı toplumlarını “ileri, gelişmiş, rasyonel” olarak ve Doğu toplumlarını da “geri kalmış” olarak tasvir eden Oryantalist düşünürlerin genelleyici sığ ve kendi amaçlarına hizmet eden eserlerine gereğinden fazla odaklanmışsa, İslam’ı savunmaya yöneldiğinde, öncelikle İslâm’ı onların perspektifine karşı oluşturacağı bir tepki üzerinden yorumlayacaktır.

Örneğin, Oryantalistlerin İslamı “barbar” gösterme uğraşlarının temel dayanaklarından biri “recm” cezasıdır. Bu uygulamanın 1400 yılı aşkın İslam tarihinde kayıtlı örneği yok denecek kadar azdır. Osmanlı tarihi boyunca bir kere olmuştur. Üstelik İslam Peygamberi, recm edilmek isteyen bir adamı, onun ısrarına rağmen, vazgeçirmiştir. Bütün bunlara rağmen, sırf, Batılılar “barbarca” gördü diye recmi savunmaya çalışmak, saydığımız gerçeklerin önüne geçebilecektir.

Aynı şekilde çok eşliliği sırf Batılılar modern bulmadığı için tek eşlilikten üstün gören bir Müslüman da verdiği bu kararda aslında Batının tahakkümü altında olacaktır. Demokrasiye ve insan haklarına, sırf “Batılılar öne çıkarıyor” diye karşı çıkmak, sağlıklı bir bakış açısı değildir. Resulüllah’ı, Dört halife dönemini ve İslam medeniyetlerini, travmalarından sıyrılmış şekilde inceleyen bir Müslüman, görecektir ki İslam kendisiyle uyumlu olan yönetim tarzlarına hep açık fikirle bakmış, bazen onları kendi geleneğine katmış ve kendi malı haline getirmiştir. Örneğin bu doğrultuda Bediüzzaman Said Nursi Cumhuriyeti “İslam namına” savunmuştur.

Özetle; travmalarımızı anlayalım ama onlara köle olmayalım. Uhud zamanında doğduk, şeklen mağlubuz, ama böyle kalacak değiliz.

QOSHE - Travma tedavisi teşhisle başlar - Ahmet Said Aydil
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Travma tedavisi teşhisle başlar

19 20
23.04.2024

İslam cemiyetinin kendi içinde yaşadığı karışıklıklardan faydalanan ve Sanayi Devrimiyle materyal bilimlerde ivmelenen Britanya ve Fransa gibi devletler; Afrika, Asya ve Orta Doğu coğrafyalarında sömürgecilik ve işgal faaliyetlerini arttırmış ve bu topraklarda yaşayan insanları ve kültürlerini hiçe sayan uygulamalarla güçlerine güç katmışlardı. Öyle ki, sömürülen halklar “sömürgecilik yarışı”nın barutu haline gelmişti. Sömürgeler sömürgeciler arasında el değiştirmiş ama sömürülüş bitmemişti...

Bir dönem yedi Cihana hükmeden Osmanlı çökmüş, Hilafet bitmiş, Hindistan’da Muğal Hanedanlığı sona ermiş, Mısır ve Arap yarımadası ile Asya ve Afrika, Fransa ve İngilitere arasında paylaşılmış, Balkanlarda kalan Müslümanlarla bağlar kopmuş, onlara zulmedilmeye başlanmış... Liste uzatılabilir. Özetle İslam Medeniyeti maddeten mağlup olmuştu. Söylemesi zor ama gerçek bu. Günümüzde birçok İslam beldesi halen de işgal altında. Kendi geleceğini tayin edemiyor, başlarına dikilen Nemrutlarla cebelleşiyor, dinini özgürce yaşayamıyor ve adalet susuzluğu ile kıvranıyor.

Bunların hepsi, nesillerce taşınmış ve halen yaşanan büyük travmalar demek. Sağlıklı şekilde yüzleşilmeyen ve anlaşılmayan travmalarımız da maalesef bizim........

© Yeni Asya


Get it on Google Play