|
Bahri ÖmeroğluKaradeniz'de sonnokta |
sevgili günlüğüm öyle böyle değil bugün kente de ganita'ya da çok güzel yağıyor yağmurdan ötürü ganita çokça sessizdi sonyaz'ın...
ne kadar da birbirine benziyoruz aynı göğün altında aynı suya inanan kendimi bildim bileli insanlardan çok diğer canlılara duyarlı...
önceleri solmuş eski fotoğraflardan tanımıştım ishakpaşa sarayı'nı en çok gitmek istediğim yerlerden olsa da nasip kısmet bugüne imiş...
2017 yılı ağustos'unun son haftası -trabzon hentbol kültür ve sanat derneği- öncülüğünde öncesi iran/tebriz eyaletine sonrası...
yalnız mısın sen de sokak lambaları gibi düşün dağları kaldırımlar gibi üzerine mi basılıp geçiliyor düşün denizleri taş duvarlar...
yaz bitti sonyaz'ın son günlerini yaşıyoruz değişmeye başladı ağaçlar kadar da suların rengi * yaşadığımız kentin tüm zamanlarına...
kesilip atılan tırnak misali kaldırıp atmış kendisini sanki gündoğumundaki yüzüne kentin yeryüzüne yeniden doğumun başlangıcına...
anadolu’da konargöçer avşar obaları yaylaklara göçleri yola koyulduğunda; büyük ve küçükbaş canlılarının boyunlarındaki cırnaklar...
bugün ganita rüzgârlı çiçeklenmiş de kardeniz sanırım ikisi de seninle buluşmanın coşkusu içerisinde * sonra senin ellerinin kokusunu...
eylül yağmurlarla birlikte geldi arada bir sin sin yağıyor yağmıyor da selam veriyor sanki öyle böyle değil gerçekten de çok severim * av...
radyoda türkü kendi ekseninde dönüyor pir sultan abdal'ın 'inanmazsan ol Allaha sal beni' diye çığırmakta solist türkünün yakıldığı...
yol bize ne anlatır ne söyler: yolculuk insanı besler doyurur düşündürür sorgular kime neye nereye gidersin-giderler anlatır gitmekten...
ezidi kadınları gibi güneşi üzerime doğdurtmam alacakaranlıkta kalkıp mutfağa geçer bi'kaç yudum da olsa bir bardak su alır içerim sonra...
kimseyi küçümsemek istemem gerçekleri söylemekten de sakınmam türk şiirinin piramidinin en tepesinde nâzım vardır türk dilini onun kadar...
sadece insanların mı? peki ya suların ağaçların kuşların çiçeklerin böceklerin kedilerin köpeklerin domuzların kertenkelelerin...
yağmur damlaları denizin üzerine ürkek serçelerin zarafetinde değiyorgörseniz denizin sevinç çığlıklarını çocuğuna kavuşmuş ana gibi...
geçenlerde yolumu van'ın erciş kazasına düşürdüm amacım ercişli emrah'tan birkaç türkü dinlemek hem de 'inci kefali' eşliğinde birkaç...
sevgili'm bir ülke bir kent bu kadar kültürden uzak yönetilir aslında suçu öteye beriye atmaya da gerek yok çünkü yıllardır aynı terane...
o yar gelir bazı insanlar istese de kötü olamazlar sanat adına gerek icra ettikleri rol gereği ve de gerekse yaşadıkları toplum içerisinde...
köstereci kentin ana caddesine konulan bankta oturmuş geleni geçeni izliyordum çoğunlukla yüzlerine yapıştırdıkları yapmacık...
haiku'yu bugünkü yazım tekniğine uyarlayan matsuo basho'dan (1644-1684) kuzeye giden ince yol'u çeviren *coşkun yerli'nin (1950-2007) ondan...
taş bana hiçbir kötülüğü dokunmasa da ben onu her şekle soktum onun timsalinde neleri yansıtmadım ki dökme demir ile kurşunun taş ile...
yoksa bir anlamı olmalı yaşamamızın ey aşk! barhal çayının doğduğu yerlerden biri de gudashev köyü ilk kaynağı iki kola ayrılıp...
kırlangıçlar göğün kamikazeleri bir bakıyorsunuz burada bir bakıyorsunuz orada yarım kalmış hesabı geri dönüp ödeme telaşındaki...
sis göz gözü görmüyor öyle bir çise var ki evlere şenlik her mevsim dönüşünde aynı seremoni biz ne kadar unutmuşsak o o kadar...
sevgili günlüğüm; hiçbir kötü emelim yoktu bu kente ilk geldiğim 1970'de sonra rüzgâr ve yağmur nereye götürüp atmışsa beni onun...
nereden aklıma düşmüşse; 1987’de ankara'da mülkiyeliler birliği lokalinde ilk yaz gününde bir köşeye sığışmış edip akbayram'ın...
noktasız virgülsüz: aşağıdaki dizeleri nedense sıralı-sırasız öylesine eklemek gereğini duyumsadım bir tür öze dönüş içsel...
karadeniz'in yükseltilerindeki dağ köylerinde 1960'lı yıllarda zaman kavramı yoktu sanki birçok insanın evinde değil radyo takvim ya da saat...
mimozalar savmak üzere sahil kesiminde papatyalar çingene menekşeleri şimdi çığlık çığlığa fındıklıkların altında değişmeye...
bugün ganita'da oturmuş gelgitleriyle vuruşuyorum içimin karşımdaki karadeniz’se rüzgârın etkisiyle kuzulanıp çalpalanmakta mevsim...
oldum olası hiç mi hiç sevmem berber koltuğunu çocukluğum gelir aklıma çünkü o zamanlar bugünkü gibi tıraş makineleri yoktu aman...
oldum olası hiç mi hiç sevmem berber koltuğunu çocukluğum gelir aklıma çünkü o zamanlar bugünkü gibi tıraş makineleri yoktu aman...
sazı öylesine alelade çalıyor sol elini göğe kaldırıp serçeyi gösterir gibi sağ elini böğrüne koyup muş ovasındaki yabani lalenin...
bugün hafif çise ve sisler altında trabzon çok severim çiseli şimşekli gök gürültülü sağanak yağışlı kasvetli havaları öyle böyle...
çünkü cumhuriyet; senin insan olduğunu sana öğretti bir gecede değil yüzyıllardır cahil bırakıldığını öğretti dilin ile...
kesilip atılan tırnak misali kaldırıp atmış kendisini sanki gündoğumundaki yüzüne kentin yeryüzüne yeniden doğumun başlangıcına...
ağladım bir insanı ağladığım kadar bir kedi için bir ağaç için ağladım bir çiçek için ülkemin üst üste dizili karataş duvarları...
ölümden öldürmekten zevk alan bir çağ hiçbirimiz bu kötürüm çağın bireyleri değiliz kökünden değiştirmek içinse sanata...
kaç gündür aynı iç sıkıntısıyla yaşadığım kentin daracık sokaklarında serseri mayın gibi volta atıyorum oldum olası hiçbir...
dünkü çise devam ediyor şimdi arnavut taşları ne de güzel ıslanmakta onlardan birkaç kilometre uzaktayım gökbilimcinin söylemine göre...
insan varsa anlamlıdır her şey güneşin doğup batması ay’ın denizin ya da kırların-dağların üzerindeki o eşsiz görüntüsü suların...
Bir kavram ne kadar çok yanlış kullanılırsa o kadar etkinleşip yerleşiyor ülkemizde üstelik bunu kendi kişisel çıkarları için...
Bu mektubu sana bir üniversitenin 1 nolu radyoloji odasının içine gömülen deri koltuğundan yazıyorum * hiç bitmeyen güz ve hiç gelmeyen...