Diğer

09 Aralık 2023

2023'ün son ayına girdik. 2023 Türkiye için önemli bir tarih çünkü cumhuriyet rejimine geçme yılı. Yüzyıl önce bugünlerde bu geçiş kararını veren (ve bunu sınırlı bir çevrede ilan eden) "kurucu", bu geçişin olmaması durumunda "bazı kafaların kopması" ihtimalinden söz etmiş! Az buz laf değil. Demek ki öyle basit bir olaydan söz etmiyoruz. Ama o aşamada kafalar kopmadan geçiş yapılmış. Ama kritik bir dönem yaşandığını herkes bir biçimde biliyor. Derken, bir yığın keskin virajı dönerek yüzüncü yıla geliyoruz. Yüzüncü yılda, cumhuriyetin kuruluşuna ve kendisine ve ona ilişkin hemen hemen her şeye karşı olan en belli başlı politik güç ve hareket iktidarda. Cumhuriyete ve kurucusuna iyi bir gözle bakmadığını her fırsatta gösteriyor.

Dolayısıyla çok "ilginç" bir dönemde yaşamaktayız. "İlginç" zamanlar genellikle "zor" zamanladır. Şaka değil, bunca yıldır içinde yaşamayı bir biçimde becerdiğimiz bir siyasi yapı ve onunla birlikte (kaçınılmaz olarak) bütün toplumsal yapı değişme, başka bir şeye dönüşme ihtimaliyle karşı karşıya. Bu başka şeyin tam ne olduğu henüz belli değil; ama en çarpıcı değişimin dinin Türkiye toplumundaki yeri olduğunu tahmin edebiliriz.

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ve Reis'i Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği iktidar şimdiye kadar gördüğümüz hiçbir iktidara benzemiyor. Şimdiye kadar Türkiye'yi yönetme konumunda olan güçler, karşılaşılan güçlüklere rağmen cumhuriyeti kuruluş ilkeleri çerçevesi içinde devam ettirmek, yaşatmak misyonuyla davranıyorlardı. Bu iktidar bunları değiştirme amacıyla iş başında. "Düzeltmek" falan değil, düpedüz iptal etmek ve yerine yenisini koymak. Hedef bu. Bunun bilinmeyen bir yanı yok. Yirmi küsur yıldır çoğunluk oylarını alarak bunu yapıyor. Evveliyatını da biliyoruz bu iktidarın, iktidar partisinin. Ama başında Necmettin Erbakan'ın bulunduğu "milli görüş" hareketi bile AKP kadar açık açık (ve her cephede) karşı değildi, bu cumhuriyeti kuran iradeye.

Dünyada her siyasi hareketin taraftarları ve muhalifleri olur. Her siyasi hareket kendisine destek olmuş kesimlere belirli biçimlerde yardımcı olmak, borcunu ödemek ister. Dediğim gibi, "muhalifleri olur". Ama "muhalifleri" olur. Bunların "düşman" olduğu çok fazla örnek yoktur. Zaten iktidar kendisine muhalefet edenleri de bir şekilde hoş tutmak, kendisine çekmek ister, ona göre davranır. AKP'nin ve Reis'inin benimsediği politikayı böyle betimleyemeyiz. Burada iktidar toplumun bir kesimine "düşman" gözüyle bakıyor. Dilini de buna göre ayarlıyor. Dili "hakaretamiz"; durmadan sağa sola "hakaret davası" açmakta, ama kendi yetkin ağızlarından saçtığı hakaretler ağır mı ağır.

Bireysel hakaretleri savurma fırsatını kaçırmıyor ama asıl vahim olan suçlamaları. Son seçimde bu suçlamalar için bildiğimiz, tartıştığımız temelsiz görüntülerle takviye edilerek yeni bir aşamaya yükseldi. Bir tarafta "beka" sorunu var: Türkiye'nin kum gibi kaynayan düşmanları bu "beka"yı tehlikeye sokuyor. "Düşman'ın da iki türlüsü var: "iç düşmanlar, dış düşmanlar". Birincisinin daha tehlikeli olduğunu söyleyebiliriz tabii. İktidar bu düşmanlarla kahramanca dövüşüyor, savaşıyor. Bu savaşında hepimiz ona yardımcı olmalıyız ve bu düşman güçlerin köküne kibrit suyu dökmeliyiz.

Türkiye'nin düşmanları, daha doğrusu düşmanlarını ballandıra ballandıra anlatanları hep vardı. Baskının öne çıktığı dönemlerde, örneğin darbe ortamlarında bunu daha sık görürdük.

Ama "beka" kavramının bu kadar öne çıktığı bir dönem yaşamamıştık. Bu "sivil" yönetimin "tehdit algılama" araçları daha hassas çalışıyor. Birkaç örneğe bakalım: modern kent hayatında çok çocuklu olmak istenen bir şey değil. Ekonomik güçlük yaratıyor (kırsal, tarımsal düzende olduğu gibi iş gücüne katkısı sözkonusu değil), ama anne-babanın hayatını da zorlaştırıyor. Dolayısıyla doğum oranı düşüyor. Düşmesi normal. Vay, "normal mi dedin?" İşin aslı, Türkiye'nin düşmanlarının nüfusu kalabalık bir Türkiye görmek istememeleri. Bizi, nüfusumuzu azaltarak çökertecekler. Sen de, Tayyip Erdoğan'ın "Çok çocuk yapın" kampanyalarına destek vermiyor, üstelik bunları eleştiriyorsan, o düşmanlarla aynı dili tutturuyorsun demektir; yani hainsin. Durum apaçık!

Cumhurbaşkanı alkollü içkiler "haram" olduğu için onları sevmiyor, içmiyor. Tabii sevmek ve içmek zorunda değil. Bir yandan, ciddi bu durumda "zam" yapmak kaçınılmaz. İçkiye de zam; ama "içkiye zam" sanki farklı işliyor. Yaşadığımız ekonomik zorlukları hafifletmek için vergi almaktan öte, sanki içki seven ve içenleri cezalandırmak gibi bir siyaset uygulanıyor. Bu kaçıncı zam ve ne biçim oranlarda? İçkinin insana zararları ortada. Bu siyasete karşı çıkanlar da sonuçta "beka" konusuna Türkiye'yi zayıf düşürmek niyetiyle girenler olmalı. İç düşmanlar gene iş başında.

Buna benzer mantık yürütmeleriyle CHP tebdil kılığa girmiş PKK oluyor, herkes her şeyi olabiliyor. Herkesin hangi anda ne olduğunu da herkesten iyi Tayyip Erdoğan biliyor. İşi zor olabilir, ama neyse ki yardımcısı bol.

Tayyip Erdoğan, bu hareketin içinde yetişti, başına da geçti. Esinlenmek için şimdiye kadar dini kaynaklara baktı. Karşı olduğu "cumhuriyeti kuranlar" güruhunun "ilahi" kaynaklardan feyz almak gibi bir iddiaları yoktu; zaten böyle şeyleri reddediyorlardı. Ama Tayyip Erdoğan bunları gözetiyordu. Bunun örneğini "nass" konuşmasında verdi, "Sana, bana ne oluyor?" dedi. Tanrısal iradenin paralelinde konuşuyor ve davranıyor olmak bunu yapan özel bir güven veriyor olmalı. Ama ne olduysa bu durumda "nass" tutmadı: "Ekonomist" Erdoğan'ın faiz politikasının uygulanmasından bu yana olanlar ortada. Erdoğan kendisi de "Ben -şimdilik- Şimşek arkadaşımıza bıraktım" diyor ve karışmaz gibi yapıyor. Nass olunca böyle bir politika olur mu, bilmiyorum, ama böyle yapıyor. Bakalım, nereye kadar...

"İlahi kaynakları" gözetmekten geri durmayan Tayyip Erdoğan onları gözetmeden bazı işler yapılabileceğine ve aynı zamanda bunların hangi zamanlarda ve durumlarda mümkün olduğunu en iyi kendisinin bildiğine inanıyor olmalı. Beğenmediği cumhuriyeti "beğenilir" kılmak için yaptığı yasal, anayasal değişiklikler, düzeltmeler böyle düşündüğünü gösteriyor. Kendisi ve yandaşları olanı başka kelimelerle anlatmaya çalışacaktır ama yapılan şeylerin gerekçesi yeterince açık: "Tayyip Erdoğan'ın dediği doğrudur, yapılmalıdır."

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

Solun bütün çeşitleri, renkleri Marx’tan etkilenmiştir, kimi daha az kimi daha çok

İstanbul Sözleşmesi'nin gerçekleşmesine yardımcı olan Tayyip Erdoğan’ın değil de, bu bağlamda “sapık ideoloji” telinden çalan Tayyip Erdoğan’ın daha otantik bir siyasi kişi olduğu kanısındayım

İktidarı onun elinden çekip almak yalnız Erdoğan’a değil, bu ülkede İslamcı görüşün iktidar olmasına “ihanet” gibi görülebilir, gösterilebilir

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Yüzüncü yıldönümünde - Murat Belge
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yüzüncü yıldönümünde

47 7
09.12.2023

Diğer

09 Aralık 2023

2023'ün son ayına girdik. 2023 Türkiye için önemli bir tarih çünkü cumhuriyet rejimine geçme yılı. Yüzyıl önce bugünlerde bu geçiş kararını veren (ve bunu sınırlı bir çevrede ilan eden) "kurucu", bu geçişin olmaması durumunda "bazı kafaların kopması" ihtimalinden söz etmiş! Az buz laf değil. Demek ki öyle basit bir olaydan söz etmiyoruz. Ama o aşamada kafalar kopmadan geçiş yapılmış. Ama kritik bir dönem yaşandığını herkes bir biçimde biliyor. Derken, bir yığın keskin virajı dönerek yüzüncü yıla geliyoruz. Yüzüncü yılda, cumhuriyetin kuruluşuna ve kendisine ve ona ilişkin hemen hemen her şeye karşı olan en belli başlı politik güç ve hareket iktidarda. Cumhuriyete ve kurucusuna iyi bir gözle bakmadığını her fırsatta gösteriyor.

Dolayısıyla çok "ilginç" bir dönemde yaşamaktayız. "İlginç" zamanlar genellikle "zor" zamanladır. Şaka değil, bunca yıldır içinde yaşamayı bir biçimde becerdiğimiz bir siyasi yapı ve onunla birlikte (kaçınılmaz olarak) bütün toplumsal yapı değişme, başka bir şeye dönüşme ihtimaliyle karşı karşıya. Bu başka şeyin tam ne olduğu henüz belli değil; ama en çarpıcı değişimin dinin Türkiye toplumundaki yeri olduğunu tahmin edebiliriz.

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ve Reis'i Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği iktidar şimdiye kadar gördüğümüz hiçbir iktidara benzemiyor. Şimdiye kadar Türkiye'yi yönetme konumunda olan güçler, karşılaşılan güçlüklere rağmen cumhuriyeti kuruluş ilkeleri çerçevesi içinde devam ettirmek, yaşatmak misyonuyla davranıyorlardı. Bu iktidar bunları değiştirme amacıyla iş başında. "Düzeltmek" falan değil, düpedüz iptal etmek ve yerine yenisini koymak. Hedef bu. Bunun bilinmeyen bir yanı yok. Yirmi küsur yıldır çoğunluk oylarını alarak bunu yapıyor. Evveliyatını da biliyoruz bu iktidarın, iktidar partisinin. Ama başında Necmettin Erbakan'ın bulunduğu "milli görüş" hareketi bile AKP kadar açık açık (ve her cephede) karşı değildi, bu cumhuriyeti kuran iradeye.

Dünyada her siyasi hareketin taraftarları ve muhalifleri olur. Her siyasi hareket kendisine destek olmuş kesimlere belirli biçimlerde yardımcı olmak, borcunu ödemek ister. Dediğim gibi, "muhalifleri olur". Ama "muhalifleri" olur. Bunların "düşman" olduğu çok fazla örnek yoktur. Zaten iktidar kendisine muhalefet edenleri de bir şekilde hoş tutmak, kendisine çekmek ister, ona göre davranır. AKP'nin ve Reis'inin benimsediği politikayı böyle betimleyemeyiz. Burada iktidar toplumun bir kesimine "düşman" gözüyle bakıyor. Dilini de buna göre ayarlıyor. Dili "hakaretamiz"; durmadan sağa sola "hakaret davası" açmakta, ama kendi yetkin ağızlarından saçtığı hakaretler ağır mı ağır.

Bireysel hakaretleri savurma fırsatını kaçırmıyor ama asıl vahim olan suçlamaları. Son seçimde bu suçlamalar için bildiğimiz, tartıştığımız temelsiz görüntülerle takviye edilerek yeni bir aşamaya yükseldi. Bir tarafta "beka" sorunu var: Türkiye'nin kum gibi kaynayan düşmanları bu "beka"yı tehlikeye sokuyor. "Düşman'ın da iki türlüsü var: "iç düşmanlar, dış düşmanlar". Birincisinin daha tehlikeli olduğunu söyleyebiliriz tabii. İktidar bu düşmanlarla kahramanca dövüşüyor, savaşıyor. Bu savaşında hepimiz ona yardımcı olmalıyız ve bu düşman güçlerin köküne kibrit suyu dökmeliyiz.

Türkiye'nin düşmanları, daha doğrusu düşmanlarını ballandıra ballandıra anlatanları hep vardı. Baskının öne çıktığı dönemlerde, örneğin darbe ortamlarında bunu daha sık görürdük.

Ama "beka" kavramının bu kadar öne çıktığı bir dönem yaşamamıştık. Bu "sivil" yönetimin "tehdit algılama" araçları daha hassas çalışıyor. Birkaç örneğe bakalım: modern kent hayatında çok çocuklu olmak istenen bir şey değil. Ekonomik güçlük........

© T24


Get it on Google Play