Diğer

01 Şubat 2024

AKP iktidarı hayatın her alanına müdahale etme misyonunu şevkle sürdürüyor.

Elini sürdüğü yerde de tahribat yaratıyor. Ancak, bu iktidarı oylarıyla destekleyen kesimler sözkonusu tahribattan rahatsız olmuyor ya da olmuş görünmüyorlar. AKP’nin “kötü politika”sının en belirgin olduğu ekonomi alanında da benzer bir durum geçerli. İşte emeklilerin sefalet koşulları…

Gelgelelim, bunlardan yakınıp, dert yanıp, sonra seçimde gene AKP’ye oy veren azımsanmayacak sayıda insandan söz ediliyor. Bu niye böyle? Bu insanlar ekonomi sorunlarına da ekonomik olmayan anlayışlarla mı yaklaşıyorlar?

Yalnız “ekonomi” de değil. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, bir şeyler söyleyen (esip savurmak üslubuyla söyleyen), kestirip atan ve sonra o söylediklerinin tersini yapan iktidar mensupları artık bir gündelik olgu haline geldi. Muhtemelen gene aynı insanların bu sözleri dinleyip sonra tam tersi uygulamaları seyretmekten de rahatsız olmadıklarını mı düşünmemiz gerekiyor? Bu nasıl bir bağlılıktır?

Bu böyle bir bağlılık. Türkiye’nin yakın dönem tarihinin en belirleyici olayı sözkonusu. “Batılılaşma”nın bu toplumda alınış ve algılanışı, yarattığı trauma ve yarattığı derin toplumsal yarılma… Cumhuriyet’ten çok önce başlamış: İttihat ve Terakki iktidarı ve 31 Mart deyin isterseniz, isterseniz Tanzimat deyin; “kısa” geliyorsa Vaka-i Hayriye’den başlayın ya da Lale Devri’ne kadar uzanan Kabakçı Mustafa’yı unutmadan. Önce başlamış ama Cumhuriyet tarihinin de tuzu biberi olmuş, darbelere gerekçe olmuş ama darbelerle giderilememiş “tehdit”!

“Türkiyeli kimliği”nin dayandığı ikileşme diyebiliriz.

İki güçlü akım. Bu oldukça uzun tarih boyunca bitmeyen bir mücadele var, olagelmiş. Ama süreçte “başat” diyeceğimiz akım Batılılaşmacı akım. Zor kullanarak, şöyle, böyle. Ama sonuç olarak “başat.”

İlk defa, AKP iktidarında (Tayyip Erdoğan önderliğinde) bu denge tersine dönmüş gibi görünüyor. Bu zaten başlı başına ciddi bir araştırma konusu: o kadar kudretli görünen Kemalizm nasıl oldu da böyle “çaresiz” kaldı? Ama şimdilik bunu başka yazılara bırakalım. Bu yazıyı olayın “mahiyet”ini tesbit etmek amacıyla yazıyorum.

Bugünlerde Mehmet Yılmaz bir yazı yazdı ve AKP iktidarının ekonomik alanda nasıl bir “sınıfsal” tavır aldığına dikkat çekti. Bugünlerde bayağı sık sık tartışılıyor: en tepedeki yüzde yirminin toplam gelirden aldığı pay. En alttakilere kalan vb. Besbelli ki iktidar açıkça en tepedekilerin yanında yer alıyor. Kafa göz yarmaktan da çekinmeden kendi burjuvazisini oluşturma faaliyeti yürütüyor. Mehmet Yılmaz bu faaliyet ve benzer tutumlardan yola çıkarak AKP olayının sınıfsal yönüne bakıyor ve yaşamakta olduğumuz olayın “kültürel” (dindar-laik, doğulu-batılı vb. çatışması) değil, sınıfsal olduğunu söylüyor. Aynı fikirde değilim (aşağıda anlatmaya çalışacağım nedenlerle) ama konuyu tam da düğümün adını koyarak açmasını çok yerinde buldum: “kültürel/sınıfsal.”

Türkiye’nin son iki yüz yılını nasıl geçirdiğini incelemek için Althusser’in işlediği “üst-belirlenme” kavramından yararlanıyorum. Marx, tarihi hangi dinamiklerin yürüttüğü, neyin “belirleyici” olduğu sorusunu sormuş ve buradan “altyapı/üstyapı” ayrımına gelmişti.

Belirleyici “altyapı”ydı ama Marx olsun, Engels olsun, bunu her zaman “son kertede”, “son analizde” gibi bir niteleme ile söylerlerdi. Mekanik bir ilişki değildi bu ve toplumdaki bütün yapıların birbiri üzerinde koşullara göre değişen belirleme etkileri vardı. Yerine göre üstyapının da öne çıktığı görülebilir. Bütün bu çelişik yapıların altyapının “son kertede” belirleyiciliği içinde aldıkları genel biçimlenme “üstbelirlenmeyi” verir.

Tabii üstbelirlenme üstyapıda bir alana belirleyicilik işlevini verdi diye altyapı “tatil yapmaz”, o da etkilerini genelde ve öne çıkan yapıda göstermeye devam eder. Bu karşılıklı belirlenme hiçbir zaman kesintiye uğramayan, sürekli bir durumdur. Bu çerçevede Türkiye’de verilen “modernleşme” kararı toplumun aldığı bütün biçimleri, geçtiği bütün aşamalarla başa çıkma tarzlarını etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Kararın kapsadığı alan son derece geniş olduğu için (“hayatın bütünü” diyebiliriz) etkisini de her an hissederiz. Onun içinde hareket etmek durumundayızdır. Dolayısıyla elbette “kültür” bu oluşum içinde baş roldedir.

Böyle olunca da ekonomik sıkıntılar içinde bunalan emekli -“ikileşme”nin o hanesine mensupsa- gidip oyunu AKP’ye verecektir. “Nihayet toplumu inandığımız şekilde yönlendirme fırsatını elde ettik. Bunu boşa harcayamayız. Reis, eli rahatlayınca, bizim gelir işini de düzeltecektir.”

Dolayısıyla sözkonusu yüzyıllar içinde Batılılaşma ideali çerçevesinde yapılmış, uygulanmış çeşitli dayatmalar, zorlamalar bugün yeni biçimler alarak devam etmekte olan mücadele ortamında “gereksiz, geçersiz” değildir. Sorun, bu gibi konularla uğraşmak değil, bunlarla ve başkalarıyla etkili biçimde uğraşmanın yöntemini bilmemektir.

Bilmenin ilk adımı, tanımak. Bu iki çizgi kocaman bir toplumun iki yüzyıl tutan kariyerinin temel temposunu oluşturuyor olmalarına rağmen, birbirlerini gerçek anlamda tanımıyorlar. Kulaklarına doldurulmuş yalan yanlış şeylerden ötürü bildiklerini sanıyorlar ama aslında bilmiyorlar.

Bugün toplumun bu tedirgin yüz yüze gelişi bir “tanışma” fırsatı doğuruyor, ama ortamı belirleyenler bunun olmasını değil, olmamasını ve koşulların şimdiye kadar olduğu gibi devam etmesini isteyenler. Korkarım gene onların dediği revaç bulacaktır. Bu ise Türkiye’nin “bir toplum” olma imkanını ciddi şekilde güçleştirecektir.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

Tarih, olumlu ile olumsuzun kolay kolay ayrılmaz bir şekilde iç içe geçtiği bir karmaşa

Elinin altında, başlattığın sürecin arkasını getirmene yetecek fiziksel güç varsa, sen de o fiziksel gücün orada olduğunu biliyorsan, bu artık cesaret filan istemez

Siyasiler topluma kendilerinin yol gösterdiğini varsayarlar. Çok zaman gerçekten de böyledir. Ama toplumun siyasilerine yol göstereceği konjonktürler de olabilir. Örneğin şimdiki durum: "O da var, bu da var" diyor toplum, "Ve birbirlerinin düşmanı olmaları, birinin ötekini yok etmesi gerekmiyor"

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Müslüman-laik çatışmasının dinamikleri - Murat Belge
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Müslüman-laik çatışmasının dinamikleri

82 34
01.02.2024

Diğer

01 Şubat 2024

AKP iktidarı hayatın her alanına müdahale etme misyonunu şevkle sürdürüyor.

Elini sürdüğü yerde de tahribat yaratıyor. Ancak, bu iktidarı oylarıyla destekleyen kesimler sözkonusu tahribattan rahatsız olmuyor ya da olmuş görünmüyorlar. AKP’nin “kötü politika”sının en belirgin olduğu ekonomi alanında da benzer bir durum geçerli. İşte emeklilerin sefalet koşulları…

Gelgelelim, bunlardan yakınıp, dert yanıp, sonra seçimde gene AKP’ye oy veren azımsanmayacak sayıda insandan söz ediliyor. Bu niye böyle? Bu insanlar ekonomi sorunlarına da ekonomik olmayan anlayışlarla mı yaklaşıyorlar?

Yalnız “ekonomi” de değil. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, bir şeyler söyleyen (esip savurmak üslubuyla söyleyen), kestirip atan ve sonra o söylediklerinin tersini yapan iktidar mensupları artık bir gündelik olgu haline geldi. Muhtemelen gene aynı insanların bu sözleri dinleyip sonra tam tersi uygulamaları seyretmekten de rahatsız olmadıklarını mı düşünmemiz gerekiyor? Bu nasıl bir bağlılıktır?

Bu böyle bir bağlılık. Türkiye’nin yakın dönem tarihinin en belirleyici olayı sözkonusu. “Batılılaşma”nın bu toplumda alınış ve algılanışı, yarattığı trauma ve yarattığı derin toplumsal yarılma… Cumhuriyet’ten çok önce başlamış: İttihat ve Terakki iktidarı ve 31 Mart deyin isterseniz, isterseniz Tanzimat deyin; “kısa” geliyorsa Vaka-i Hayriye’den başlayın ya da Lale Devri’ne kadar uzanan Kabakçı Mustafa’yı unutmadan. Önce başlamış ama Cumhuriyet tarihinin de tuzu biberi olmuş, darbelere gerekçe olmuş ama darbelerle giderilememiş “tehdit”!

“Türkiyeli kimliği”nin dayandığı ikileşme diyebiliriz.

İki güçlü akım. Bu oldukça uzun tarih boyunca bitmeyen bir mücadele var, olagelmiş. Ama süreçte “başat” diyeceğimiz akım Batılılaşmacı akım. Zor kullanarak, şöyle, böyle. Ama sonuç olarak “başat.”

İlk defa, AKP iktidarında (Tayyip Erdoğan önderliğinde) bu denge tersine dönmüş gibi görünüyor. Bu zaten başlı başına ciddi bir araştırma konusu: o kadar kudretli görünen Kemalizm nasıl oldu da böyle “çaresiz” kaldı? Ama şimdilik bunu başka yazılara bırakalım. Bu yazıyı olayın “mahiyet”ini tesbit etmek amacıyla yazıyorum.

Bugünlerde Mehmet Yılmaz bir yazı yazdı ve AKP iktidarının ekonomik alanda nasıl bir “sınıfsal” tavır aldığına dikkat çekti. Bugünlerde bayağı sık sık tartışılıyor: en tepedeki yüzde yirminin toplam gelirden aldığı pay. En alttakilere kalan vb. Besbelli ki iktidar açıkça en tepedekilerin yanında yer alıyor. Kafa göz yarmaktan da çekinmeden kendi burjuvazisini oluşturma faaliyeti yürütüyor. Mehmet Yılmaz bu faaliyet ve benzer tutumlardan yola çıkarak AKP olayının sınıfsal yönüne bakıyor ve yaşamakta olduğumuz olayın “kültürel” (dindar-laik, doğulu-batılı vb. çatışması) değil, sınıfsal olduğunu söylüyor. Aynı fikirde değilim (aşağıda anlatmaya çalışacağım nedenlerle) ama konuyu tam da düğümün adını koyarak açmasını çok yerinde buldum: “kültürel/sınıfsal.”

Türkiye’nin son iki yüz yılını nasıl geçirdiğini incelemek için Althusser’in işlediği “üst-belirlenme” kavramından yararlanıyorum. Marx, tarihi hangi dinamiklerin yürüttüğü, neyin “belirleyici” olduğu sorusunu sormuş ve buradan “altyapı/üstyapı” ayrımına gelmişti.

Belirleyici “altyapı”ydı ama Marx olsun, Engels olsun, bunu her zaman “son kertede”, “son analizde” gibi bir niteleme ile söylerlerdi. Mekanik bir ilişki değildi bu ve toplumdaki bütün yapıların birbiri........

© T24


Get it on Google Play