menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Apo'yla sohbet ediyoruz baş başa, “İstanbul’a gidince söyle, Yaşar Kemal gelip romanımı yazsın” diyor

42 3
20.12.2025

Diğer

20 Aralık 2025

Tarih 14 Nisan 1993. Yer, Lübnan’ın Suriye kontrolündeki Bekaa Vadisi

Gece vakti günlüğümün sayfaları arasında dolaşıyorum yaşlı hatıralarla...

Tarih, 14 Nisan 1993, Bekaa Vadisi.

Apo kapıda karşılıyor. Yüzünde güler yüzlü olmaya çalışan bir ifade. Ama hiç de kolay değil, simsiyah posbıyıkları ve püskül gibi gür kaşlarıyla güler yüzlü olabilmesi...

Ters bakıyor insana. Yüz hatları kaba, sert. Nereye baktığını kestirmek de güç... Elini uzatıyor. Sıkacak mıyım?.. Tokalaşıyoruz. Tuhaf bir rahatsızlık içimden dalga dalga yükseliyor. Gazetecilik... Kendine özgü bir meslek... Bunun için ayrı bir kategori, ayrı bir sınıf sayılıyor gazeteci milleti...

Apo’yla karşılıklı koltuklarda sohbet ediyoruz.

Bir köşesinde gaz sobası yanan küçük bir oda.

Şık şık bir ses... Apo’nun elinden tespih düşmüyor. Gözleri bir tuhaf bakıyor.

Lübnan’ın yemyeşil Bekaa Vadisi’ndeki Zahlah kasabasında bir ev. Arabayla Suriye sınırına on dakika, Şam’a en çok bir saat uzaklıkta.

“İstanbul’a döndüğünde Yaşar Kemal’e söyle, gelsin benim romanımı yazsın!” diyor Apo,PKK’nin, Kürdistan’ın romanını...”

Hakkında film yapılmasını istiyor.

Noktasız virgülsüz bir konuşma tarzı var. Arada kendini kaptırıyor, birden ayağa kalkıyor, elleriyle kollarıyla, bağıra çağıra konuşuyor. Bazen gözünü bir noktaya, tavanın bir köşesine dikip dalar gibi oluyor. Konuşurken ayak parmaklarıyla, terlikleriyle oynuyor.

Sözü hep kendine getirmeyi seviyor:

“Peygamberlik diyorlar. Çok yoğunlaşabiliyorum. Şaşıyorlar. Her konuşman bir kitap diyorlar. Peygamber’in vahiy olayı da biraz böyledir.”

Halep Süryani metropoliti de kendisine, “Sen İsa gibisin!” demiş...

Kâğıdı kalemi bıraktığını, artık teyple, videoyla çalıştığını söylüyor. “Zaten bizim insanlarımızı kâğıtla kalemle nasıl idare edeceksin ki” derken keh keh gülüyor. Konuşmalarını teypten deşifre ettirip hiç düzeltmeden kitap halinde bastırıyormuş...

Gözlerini kısıyor şunları söylerken:

“Bıraksalar, legale çıksak, memlekete gelsem, Diyarbakır’da beni rahat beş yüz bin kişi karşılar!”

Hakkında film yapılmasını istiyor.

Kendi kendisiyle dolu, eski deyişle meşbu bir insan. Söyleşinin kendi etrafında dönmesinden o kadar mutlu ki...

Legal politika için PKK’ye bir şans verilmesini istiyor. Ankara’nın kendisini muhatap almamasına içerlemiş:

“Bir hareketi sıfırdan alıp buralara getireceksin, bir önderliğe bağlayacaksın, ama gene muhatap alınmayacaksın, olur mu? Batı’da muhatap alınacaksın, her yerden görüşme talepleri yağacak, ama Ankara görmezlikten gelecek. Batı’da hükümet kapıları, devlet kapıları PKK’ya yardım için açılıyor. Başlangıçta Batı da bize böyle değildi. PKK’nın kesin güç kazandığını gördüler. Bize karşı politikalarını değiştirmeye karar verdiler. Kürt halkına destek zirveye çıkmıştır. Eskisine göre hem askeri hem siyasi olarak daha güçlüyüz. Türkiye kamuoyundaki kabulümüz de eskisinden daha güçlü. Ama hâlâ muhatap kabul edilmiyoruz Ankara’da...”

Önderliğin kolay oluşmadığını belirtiyor. “Kürt halkıyla biz etle tırnak gibiyiz” diyor Apo, “Nerede bir yürüyüş varsa, ‘Biji Apo!’ (Yaşasın Apo!) sloganı atılıyor. PKK’liler benden daha çok bana bağlı. Şimdi bunu nasıl inkâr edeceksiniz? İnkâr etsen bile kimse ciddiye almaz. Dolayısıyla bizim katkımız olmadan çözüme gitmek zordur.

Demirel’i “aşırı ürkek, aşırı temkinli” buluyor. Erdal İnönü’yü Demirel’in yedeğinde görüyor, “Demirel’in ayrılmaz parçası” diyor. DYP lideri ve Başbakan Demirel’in demagojiyle ülke yönettiğini belirterek soruyor:

“Allasen, bu kadar lafı nasıl buluyor Demirel?”

Apo’ ya göre Demirel gibi Mesut Yılmaz da “statükocu ve fazla devletçi”. Baykal için “Bir şeyler yapmak istiyor, o kadar!” demekle yetiniyor.

Turgut Özal’a gelince... Apo’nun gözünde Özal’ın ayrı bir yeri var:

“Özal’ın bazı yaklaşımları daha özlü. Bazı gerçekleri görüyor. Daha cesur önerileri Özal geliştirebilir. Demirel gibi aşırı temkinlilik içinde kısır kalmayabilir. Ama Özal’ın da asker karşısındaki gücü galiba yetmiyor.”

Özal’la öteki liderler arasında çektiği çizginin ilginç olduğunu söyleyince, şu tepkiyi veriyor gülerek:

“Ne yapalım, bizim işimiz de çelişkileri açığa çıkarmaktır.”

Özal hakkında konuşurken “İkinci Cumhuriyet”e de şöyle bir değiniyor:

“İkinci Cumhuriyet tartışmaları bence anlamlı. Hain bir görüş, çok fantastik entel bir görüş de değil. Gerçekler zorluyor İkinci Cumhuriyet’i...”

Apo’nun Özal dışındaki liderleri küçümseyen bir üslubu var. Apo, Türkiye’de gerçek siyasal gücün askerde toplandığını belirtiyor:

“Güvenlik Kurulu mu yetkilidir? Çankaya mı? Bakanlar Kurulu mu? Türkiye’nin temel sorunlarda bir öneri getirme merkezi tam teşekkül etmiş değildir.”

Laf lafı açarken, Yalçın Küçük’ten söz ediyor. Fikirlerinden, bilgisinden yararlandığını söylüyor.

Bir ara diyor ki:

“Doğu Perinçek’e ‘Gel seni Şırnak milletvekili yapayım’ dedim.”

“Bak sana MİT’i bir seferinde nasıl atlattım, anlatayım” diyor. Meraklanıyorum ama arkasını getirmiyor. Marksist miydi Apo?

“Ben Marksist olmadım. Komünist olmadım. Komünist olmadığım gibi bu konuya eleştirel baktım. Yaklaşımları, yöntemleri ters geldiği için farklı bir tarafa eğilme ihtiyacı duydum. Yani 1970’lerin tanımına göre bir Marksistlik söz konusu değil. Reel komünist olmadım. TKP (Türkiye Komünist Partisi) tarzı komünist de olmadım. En iyisi, demokratik sosyalizmdir. Sosyalizmi, özgür düşünceye en çok değer veren yaklaşım olarak görüyorum. Renklilik, çok seslilik en iyi sosyalizmle mümkün. Ama şimdi diyebilirsin ki, düşündüğün sosyalizm gerçekleşmedi. Olsun. Bu benim için bir inanç meselesidir. Hayat var oldukça, bilimsel sosyalizm de varlığını sürdürecek.”

Dört yıl önce, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla çöken “komünist düzenler” ve tarihe karışan Sovyetler Birliği konusuna değiniyor. “Bilimsel” ve “reel” sosyalizm ayrımını yapıyor:

“Uygulamada, reel sosyalizmde gerçekler çarpıtılmıştır. Toplumsal gerçeklikler, ulusal gerçeklikler fena halde çarpıtılmıştır. İnsanı çok boyutlu ele almak gerekir. İstediğiniz gibi ezerek, yontarak onu sosyalistleştiremeyeceğimizi görüyoruz. İşte siyasal çıkarlar, ulusal çıkarlar diyerek topluma yüklenmeyi çok tehlikeli buluyorum.”

Türkiye solunu hiç önemsemiyor Apo:

“Solun Türkiye’de kıymeti harbiyesi yok. Ciddi bir liderlik krizi içinde...”........

© T24