Bovary’den Hamlet’e, İMÇ’den Pera’ya; İstanbul Tiyatro Festivali’nin yeni dili: İstanbul kaç perde?
Diğer
12 Ekim 2025
İstanbul Tiyatro Festivali Programlama Yöneticisi Handan Uzal Dündar | Fotoğraf: Fatih Yılmaz
29. İstanbul Tiyatro Festivali, bu yıl altısı uluslararası olmak üzere toplam 16 oyun ve performansla, 20 Ekim-22 Kasım tarihleri arasında tiyatroseverlerle buluşuyor. Küratöryel yaklaşımıyla her yıl farklı sanatsal bakış açılarını bir araya getiren festival, yalnızca seçkin yapımları değil, aynı zamanda izleyiciyle güçlü bir etkileşim kurabilen, güncel meselelerle bağ kuran eserleri merkeze alıyor. Yerli ve yabancı topluluklar arasındaki denge, tematik çeşitlilik ve sahneleme biçimlerindeki yenilik, programın en belirleyici unsurlarından biri olmayı sürdürüyor.
İstanbul Tiyatro Festivali Programlama Yöneticisi Handan Uzal Dündar, tiyatrodan dansa, roman uyarlamalarından mekâna özgü işlere kadar uzanan bu geniş seçkinin nasıl şekillendiğini, programlama sürecinde hangi kriterlerin öne çıktığını ve izleyiciyle kurulan ilişkinin festivalin geleceğini nasıl biçimlendirdiğini T24’e anlattı.
TIKLAYIN | 29. İstanbul Tiyatro Festivali 20 Ekim'de başlayacak
- Festival programında bu yıl altısı uluslararası toplam 16 oyun ve performans yer alıyor. Bu gösterileri belirlerken nasıl bir planlama süreci izliyorsunuz ve hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?
Bu sorunun yanıtı çok uzun ve kapsamlı aslında. Böyle, maddeler hâlinde sıralayabileceğimiz, "şimdi de bu yılda şunlara dikkat ettiğimiz" diyeceğimiz şablonik yanıtlarımız yok. Önce tabii ki bazı kriterlerimiz var. Uluslararası yapımlar tarafına baktığımızda, özellikle Avrupa menşeli yapımlar daha çok festival programımızda yer alıyor.
Belirli bir artistik kalitenin üzerindeki yapımlar olmasına dikkat ediyoruz ama aynı zamanda buraya geldiğinde, İstanbul izleyicisine, tiyatro festivali izleyicisine bir şey diyebilecek mi? Yani çünkü pek çok farklı güzel yapım var. Biz de izliyoruz, görüyoruz, takip ediyoruz festivallerde. Ama izleyiciyle olan entegrasyonu bizim açımızdan çok önemli. Konular bakımından olabilir, sahneleme biçimleri bakımından olabilir.
Biz, izleyicinin ne dediğini, ne düşündüğünü dert eden bir festivaliz. Dolayısıyla, o entegrasyonu önemsediğimiz için de nitelik ve izleyicinin ne diyeceğini düşündüğümüz uluslararası yapımlardan bir seçki oluyor tabii ki.
Tiyatro festivalinin hiçbir zaman bir teması olmadı ama küratöryel yapıya geçtikten sonra küratörlerin bakmak istedikleri yönlere biz de festival ekibi olarak bakıyoruz ve o tarafa doğru baktığımızda sunabileceğimiz, getirebileceğimiz işler neler olabilir diye birlikte onlara çalışıyoruz. Çünkü aslında bizim çok büyük bir havuzumuz var. Biz kendi araştırmalarımızı yapıyoruz. Tabii ki İKSV'nin bağlantıları çok geniş olduğu için bize teklif edilen işler olabiliyor. Pek çok iş izliyoruz. Bir yıl boyunca, artık pandemiden sonra kayıt izleme pratikleri çok gelişti, eskisi gibi değil.
Bu bence olumlu bir artı. Eskiden sadece gidilip izlenebiliyordu. Şimdi artık pek çok şeyi önden izleyip belki bir ilgi olabiliyorsa, birazcık daha üzerine düşünülecekse gidip izlemek gibi bir pratik de geliştirdik. Bu hem ekonomik açıdan iyi hem de zaman açısından çok iyi. Hiç ilgilenmeyeceğimiz bir şey için kalkıp gitmeye gerek kalmadı gibi olabiliyor. O bakımdan uluslararası taraf böyle.
Yerli yapımlar tarafında da İstanbul Tiyatro Festivali sezondan bağımsız değil, zamanın ruhundan hiç bağımsız değil. Dolayısıyla yerli üreticiler o yıl özelinde ne üretmek isterlerse, ne tarafa doğru bakıyorlarsa, onlarla birlikte konuşuyoruz, görüşüyoruz. Çünkü açık çağrı kapandı ama hâlâ tiyatro festivali sanatçılardan başvuru kabul ediyor. Dolayısıyla "ben festivalde şu oyunumu yapmak istiyorum" diyen herkese 12 ay boyunca aslında festival ofisi açık, üzerine tartışmak, konuşmak istersek. Bazen bugün konuştuğumuz işler iki yıl sonra gerçekleşebiliyor.
Eğer o festivalin çerçevesinde yerini bulacağını düşünüyorsak, yine bu eserin kalitesinden bağımsız, çok çok iyi bir iş, sadece o festivalin programında bir yere oturmuyor diye bile aslında festival programında yer almamış olabilir. Ona bakıyoruz. Bir bağlam oturtmaya çalışıyoruz. En büyük kriterimiz bu. Tabii ki artistik olarak nitelikli işlerin olması, festival programı içerisinde bir bağlamı olması ve izleyiciyle bir entegrasyon içerisinde olabilmesi gibi böyle çok temel ama hani bunun çok daha kapsamlı ve detaylı alt maddeleri var dikkat ettiğimiz diyebilirim.
- Festivalde hem ustaların eserleri hem de yeni keşifler bir arada sunuluyor. Küratöryel açıdan bu dengeyi sağlarken nelere dikkat ediyorsunuz ve izleyiciye nasıl bir deneyim sunmayı hedefliyorsunuz?
Aslında biraz önce yaptığım açıklamanın bir parçasıyla bağlantılı çok. Genelde bir tane itici kuvvet oluyor mutlaka. Bir eser etrafında bazı şeyler şekillenebiliyor. Mutlaka yapmak istediğimiz, mutlaka beğendiğimiz, mutlaka festival programında olsun ve işte İstanbul izleyicisi de bunu görsün dediğimiz bir şey oluyor. Sonra bazı şeyler onun etrafında şekillenebilir. O bir kıvılcım yakmış olabiliyor ve oradan başka bir konuya bağlayabiliyoruz. Yani mesela bu yıl özelinde New York Üçlemesi vardı. Paul Auster ülkemizde de çok sevilen bir yazar.
O iş özelinde çalışırken yaratıcı tartışma tabii ki yürütülüyor. Bu arada hayal ettiğimiz şeylerin belki yüzde 10'u gerçekleşiyor ama mesela şunu konuşmaya başlamıştık: Avrupa'da özellikle roman uyarlamalarının sahneye ne kadar çok yön verdiğini ama ülkemizde ne kadar bu konuya temkinli yaklaşıldığını, hem yazarlar bakımından hani romanlarının sahnede görülmesi bakımından, hem yönetmenlerin bu işi ele alması bakımından ne kadar temkinli olduğumuzu konuşmaya başladık ve sonra ister istemez, bazen de algıda seçicilik de olduğu için roman uyarlamalarına da bakmaya başladık.
Mesela Madam Bovary öyle geldi. Bovary bizim dünyamızda vardı ama sanki New York Üçlemesi yerleştiğinde Bovary de yerini bulmuş gibi oldu. Biraz bu bağlantılar şekillendiriyor. Neyi merkeze almak istediğimizi netleştirdikten sonra üzerine örüyoruz.
Dans tarafında biraz daha farklı. Daha az sayıda dans eseri festival programında yer alabiliyor. Dolayısıyla evet orada çok seçici olmaya çalışıyoruz. Tabii ki izleyicilerimiz hâlihazırda bildiği toplulukları yeniden görmek istiyorlar ama burada bizim önemli bir misyonumuz var bence: Yeni topluluklar ve yeni koreografların festival izleyicisiyle tanıştırılması kıymetli bir misyon.
Dolayısıyla evet bazen tekrar ediyoruz festival izleyicisinin aradığı, sevdiği, çok istediği, görmek istediği toplulukları ama sıklıkla da bir tane hakkımız olduğu için de yeni bir topluluk, yeni bir koreograf olsun diye mesela uğraşıyoruz o tarafta da. Tiyatro tarafında biraz böyle konuyu bağlamakken dans tarafında acaba hem izleyicimize hitap edebilecek hem de yeni kimi tanıştırabiliriz diye çalışıyoruz. Bu tarafı böyle şekillendirebilirim.
Bir de mesela şunu da söyleyebilirim, hani bu yılın mesela Katedral'in olmasının bir sebebi var. Onlarca dans işi var. Onlarca yeni koreograf var tabii ki Türkiye izleyicisi ile tanıştırabileceğimiz ama neden Katedral derseniz mesela küratörümüz Mehmet Birkiye'nin sahne üstünde görmeyi sevdiği biçim biraz daha fiziksel tiyatro, daha teatral. Dolayısıyla daha fiziksel tiyatro dünyasında dolaşan, o taraflarda üretim yapan bir koreografın işini koymak, hani o tarafa bakmak, tabii ki filtrelerimizi daraltıyoruz bu seçkiyi yaparken de.
BERNA ABİK'İN YAZISI | Çifte Cinayet: Dün gece kaç cinayet işlendi bilemiyorum ama böylesini hiç görmedim!
O kadar da hani bağımsız, o kadar da sebepsiz değil. Ya da daha önce mesela Hofesh Shechter’in Çifte Cinayet’ini yapmamızın Işıl Kasapoğlu zamanında bir sebebi vardı. Çünkü o da böyle Işıl Bey'in beden kullandığı beden diline, ifade biçimine, sahne üzerinde kurduğu söyleme çok yakın bir görüştü. Dolayısıyla o zaman Hofesh Shechter olmuştu gibi.
- Oyunları nasıl seçiyorsunuz?
Hepsinin farklı koşulları var. Bazen bir festivale gidiyoruz. Festivalleri takip ediyoruz. Gittiğimiz bir festivalde karşılaştığımız şeyi çok beğeniyoruz ve onu takip ediyoruz. "Bu keşke olsa" diyoruz. Bazen bir koreografi takip ediyoruz. Onun mesela işte repertuarında neler var diye bakıyoruz. Bir tur daha izliyoruz bütün kayıtları ve diyoruz ki, "bu çok iyi." Kayıttan izliyoruz. Sonra tekrar canlı izlemeye gidiyoruz.
Bazen canlı izleme fırsatımız olmuyor. Kayıttan izlediğimiz şey o kadar iyi çekilmiş oluyor ki, artık o teknoloji inanılmaz gelişti. Sadece kayıttan izlediğimiz ve aldığımız ve hiç hayal kırıklığına uğramadığımız mesela Hofesh Shechter'ın Çifte Cinayeti'ni biz pandeminin hemen çıkışındaydı, zaten canlı izlememiştik. Onun bizi yanıltmayacağına da çok emindik. Dolayısıyla öyle ilerledik.
Yani aslında her oyun, her gösteri, her eser için farklı dinamikler, koşullar var diyebilirim. Ama mutlaka görülmüş oluyor. Öyle bizde ilk defa İstanbul izleyicisiyle aynı anda karşılaşmıyoruz yani. Çünkü fikir, oyuncular muhteşem olabilir kâğıt üzerinde ama onun gerçekleşmiş halinin ne olduğu görmemiz lazım.
FARUK EKİCİ'NİN SÖYLEŞİSİ | Yönetmen ve oyun yazarı Işıl Kasapoğlu: Sansür ve otosansürü aşmak için ideolojimden değil ama politikadan taviz verebilirim
- Bir tiyatro festivali nasıl planlanıyor?
Bu da çok kapsamlı bir soru aslında. Benim iki görevim var diyebilirim. Hem bu programlama aşamasında küratörün gitmek istediği doğrultuya uygun eserleri seçmek konusunda küratöre yardımcı olmak hem de bu organizasyonun, A'dan Z'ye hem izleyici tarafında, hem sanatçılar tarafında, hem çalışanlar tarafında sorunsuz akabilmesi için planlamaya liderlik etmek. O tarafı tabii ki çok kapsamlı ve büyük.
Programlama yapmak tarafı için doğum gibi diyoruz biz hep. Çok sancılı, doğru işi buluncaya kadar pek çok şey izliyoruz. İnsan bir yandan böyle izlediği şeylere bir duygu da beslediği için acaba o da mı olsa bu da mı olsa, en iyi, en mükemmeli yaratmaya çalışıyor. Gerçekten doğum süreci gibi sancılı oluyor. Oranın yaratım süreci, çalıştırma süreci çok ayrı. Yaklaşık bir buçuk-iki yıl sürebiliyor. Bazı büyük topluluklar zaten turne programlarını çok çok uzun yıllar öncesinden planlıyorlar. Bazı ekiplerle mesela dört yıl önce konuştuğumuz ve ancak 2026 yılında yapabileceğimiz bir topluluk var. Bazı nev'i şahsına münhasır, büyük böyle topluluklar var.
Bazı özel yıllar var. Mesela geçtiğimiz yıl Japonya ile Türkiye ilişkilerinin 100. yılıydı. Dolayısıyla o mesela iki buçuk yıllık bir çalışmaydı. Japonya'dan bir heyet, "biz kültür alanında da faaliyetler gerçekleştirmek istiyoruz. Lütfen siz de bizim festivallerimize gelin" deyip, "bizim programlarımıza bakar mısınız, sizin festival programlarınızda nasıl yer alabiliriz" deyip bizi bu konuya davet ettiler diyebilirim. Bazen çok daha kapsamlı oluyor, bazen daha küçük de gerçekleşebiliyor. Dolayısıyla biraz topluluğuna da bağlı.
FARUK EKİCİ'NİN SÖYLEŞİSİ | Prof. Dr. Mehmet Birkiye: Herkese sanatçı diyebilirsiniz, bir beis yok; insan beyni namussuzun tekidir, her şeyi düşünebilir
Bazen de şöyle bir şey bile olabiliyor. Mesela biz programı aslında Mayıs ayında mutlaka finalize etmeye çalışıyoruz. Ama o kadar da böyle hareketli bir........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein