Diğer

Konuk Yazar

08 Ocak 2024

“Demokrasi yaşayacak mı, ölecek mi 2024’ün sonunda göreceğiz.” İddialı bir cümle. Hele de kastedilen belirli bir ülke değil de dünyanın tamamı ise… Nobel Barış Ödüllü araştırmacı gazeteci Maria Ressa bu yılın dünyaya neleri getirip, neleri götürebileceğiyle ilgili konuşurken kuruyor bu cümleyi. Onu bu kadar iddialı bir ifade kullanmaya sevk eden şey ise 2024’ün yeryüzünün şimdiye kadar gördüğü en “seçimli” yıl olması.

Öyle böyle değil. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası, 4 milyarın üstünde insan bu yıl içinde sandık başına gidecek ve kaderlerini tayin edecek. Bu tüm zamanların rekoru. Kimler kimler yok ki listede… ABD, Hindistan, Pakistan, İran, Güney Afrika, Rusya, İngiltere, Tayvan, Portekiz… Altmıştan fazla ülke...

Şimdiye kadar bu kadar çok seçim yaşanan bir yıl olmadı ve uzmanlar bu yılın bir benzerinin ancak 2048’de yaşanabileceğini söylüyorlar. Tabii o zamana dek “demokrasi” diye bir şey kalırsa. Evet, doğru okudunuz. Kalırsa… Zira konunun uzmanları gidişatın ve demokrasi kavramının geleceğinin pek parlak olmadığını söylüyor. Zaten modern zamanların en büyük paradoksu iki yüz yıllık bir tarihi bize “ezeli ve ebedi” bir gerçeklik diye yutturmaya çalışması değil mi?

Sanki insanlar geçmişten bu yana hep bugün sosyal medyada göründüğü kadar politik doğruculuk konusunda “hassas” oldular. Sanki gündemlerini oldum olası kadın-erkek eşitliği, hayvan hakları ve çevre mücadelesi gibi önemli konular meşgul etti. Sanki bir insanın kendini yönetecek kişiyi sandığa gidip oy vererek seçmesinden daha “doğal” ve aşina olduğumuz bir hâl yok yeryüzünde…

Üzgünüm ama maalesef durum bu değil. Bundan bir on-yirmi yıl sonra bugünün demokrasi havarisi bazı ülkelerini krallar, çarlar, sultanlar için ihtişamlı törenler düzenlerken görme ihtimalimiz hiç de sandığımız kadar uzak olmayabilir. Uluslar kaderlerini pekâlâ bir tek adamın tayin etmesine razı gelebilirler. Zaten kâğıt üzerinde demokrasi olarak tarif edilen yönetimlerin yarısına yakınında “seçimli otokrasi” hüküm sürüyor. Yani çok sayıda ülke “yalancıktan” seçime gidiyor. Kuzey Kore’de de seçim var, yerseniz… Belarus’ta da…

Washington merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un hazırladığı “Küresel Özgürlük” endeksine göre dünya çapında özgürlük aralıksız tam 17 yıldır düşüşte. Haklar kısıtlanıyor, pek çok otoriter rejimde seçimler göstermelik olarak yapılıyor, yine pek çok ülkede birkaç dönem üst üste iktidarını koruyan ve devletin ta kendisine dönüşen “tek adam” rejimlerine rastlanıyor.

Bir de tabii Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyadan giderek yeniden iki kutuplu bir sisteme geçildiğini görüyoruz. Dolayısıyla başrol oyuncusu ülkeler dışında kalan periferi ülkeleri ABD’ye yakın olanlar ve Çin/Rus bloğuna yakın olanlar olarak ikiye ayrılıyor. Yahut bu ülkelerdeki başkan adayları bu iki bloktan hangisinin “adamı” olduklarına göre farklı avantajlar veya dezavantajlar elde ediyor.

Mesela Tayvan’ı ele alalım. İktidardaki Demokratik Atılım Partisi (DPP) yerini korumayı başarırsa Çin’le yaşanan gerginliğin süreceği, ülkenin ABD’yle iş birliğinin bugünkü seviyede devam edeceği söyleniyor. Yok böyle olmaz da başkanlık koltuğuna muhalif Kuomintang Partisi’nin adayının oturursa bu defa da Çin’le ilişkilerin daha yakın hale geleceği ve eski müttefik ABD’nin “Bir dakika, burada ne oluyor” diyerek kıskanç bir sevgili gibi devreye girebileceği yazılıp çiziliyor.

Keza Güney Afrika… Mandela’nın partisi ANC’nin apartheid sonrası dönemde ilk kez iktidarını kaybetme riski var. Yine yazılanlara bakılırsa böyle bir durumda Rusya ve Çin’le gelişen ilişkilerin eski samimiyetini kaybetme, buna karşın ülkenin ABD ve Batı ittifakıyla daha sıkı ilişkiler içine girme ihtimali bulunuyor. Dediğim gibi merkezde kendine yer bulamayan hemen her ülkede böyle dikotomik, iki yüzü keskin bıçak muhasebeler yapılıyor.

Aday profilleri de ne yazık ki pek parlak değil. Misal, Meksika’daki gibi birbirleriyle dezenformasyon yarışına giren mi istersiniz, Belarus’taki gibi kendini emeklilik sonrası herhangi bir yargılamadan muaf tutacak yasayı yakın zamanda meclisinden geçiren mi… Ayrıca dediğim gibi Hindistan, Bangladeş, tabii ki Rusya ve daha pek çok ülkede mevcut liderlerin üçüncü, beşinci, yedinci… kez koltuğunu savunmak için seçime girdiğini görüyoruz.

Tabii bir de ABD var. Dünyanın en yaşlı demokrasisinde de vaziyet hiç parlak değil. The Economist dergisinin “2024’te dünyayı bekleyen en büyük tehlike” olarak tariflediği o turuncu peruklu adamın geri dönme, olur da dönemezse tıpkı Capitol baskınında olduğu gibi ortalığı yangın yerine çevirme ihtimali sadece Amerikalıları korkutmuyor. Öyle görünüyor ki, Trump olmazsa ABD’lilerin kısmetinde yaşından mütevellit “ayakta durmakta” zorlandığı için ülkeyi yönetme kabiliyeti sorgulanan Biden var. Slate dergisi 2024 Kasım’ında gerçekleşecek seçimler için “Zombi Seçimine Hoş Geldiniz” başlığını atarken çok da haksız değil yani.

Yine bu yıl yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın pastanın büyük dilimini kapmayı başarması kimseyi şaşırtmayacak. Birleşik Avrupa ideallerine Brexit’le nanik yapan İngiltere’de rezalet seviyesinde skandallarla dolu (özellikle son kısmı evlerden ırak) bir 14 yıl geçiren Muhafazakârlar nihayet koltuğunu İşçiler’e devredecek gibi görünüyor. Son üç yıla yedi askeri darbe sığdıran sömürge Afrika topraklarına ise beyaz adam tarafından “şimdilik” sözde değil, özde bir demokrasi uygun görülmüyor.

Diyeceğim o ki, tam olarak “Diego dur Allah’ını seversen, ortalık karışık” bir yıl bizleri bekliyor. Bırakalım abileri ve ablalarının “gelişmekte olan” diye motive ettiği üçüncü dünyayı; bizzat birinci dünyada, mesela ABD, Fransa ve İngiltere’de yapılan anketler ortalama her on insandan yedisinin demokrasinin bundan beş yıl önceye göre gerilediğine inandığını ortaya koyuyor. Her üç Amerikalıdan biri Biden’ın bir önceki seçimi Trump’tan hile hurdayla aldığına ciddi ciddi inanıyor.

Ezcümle sandıktan çıkacaklardan bir parıltı beklememek gerektiği gibi, maalesef sandığa gidecek olanlara dair umutlanmamızı gerektiren bir vaziyet de yok.

Lakin hal böyle diye enseyi tümden karartmayalım. Yaygın bir görüşe göre tarih çizgisel yani sürekli ileriye doğru değil, helezonik/spiral ilerliyor. Yani bu yolculukta bazen biraz ileriye ama bir o kadar da sağa sola, yukarı ve aşağıya savrulup duruyoruz. Önemli olan bu savrulmalardan insanlığın kendine nasıl bir ders çıkardığı veya çıkaracağı.

Hem ne biliyoruz, 2000’li yılların başlarında kendini -milenyum hevesiyle- altın suyuna batıran dünyanın saygın kurumlarının yaldızlarının şimdilerde dökülüyor olması, belki de hakikatin en çıplak haliyle ortaya çıkmasına yardımcı olur.

Öyle umalım ki, buradan yeni bir hakikat ve yeni bir demokrasi tarifi doğsun. Pas tutmuş, küflenmiş kurumları bizlere janjanlı paketlerle yutturmaya çalışanlar da bu helezonik tarihin çöplüğünde hak ettikleri yeri alsın. Amin!

2024’te seçime gidecek ülkelerden önce çıkanlar:

Bangladeş, Tayvan, El Salvador, Azerbaycan, Pakistan, Endonezya, Senegal, Belarus, İran, Portekiz, Rusya, Güney Kore, Hindistan, Panama, Dominik Cumhuriyeti, Meksika, Avrupa Parlamentosu (!), Belçika, İngiltere (en geç 2025 Ocak’a kadar), Moğolistan, Ruanda, Litvanya, Mozambik, Uruguay, ABD, Gana, Cezayir, Hırvatistan, Gürcistan, Moldova, Kuzey Makedonya, Romanya, Slovakya, Solomon Adaları, Sri Lanka, Güney Afrika, Güney Sudan, Tunus, Venezuela.

Eray Özer kimdir?

Eray Özer ODTÜ’de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi’nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi’nde sosyoloji dersleri verdi.

Meslek hayatına Radikal Gazetesi’nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu’nda devam etti.

Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak’ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken’de yazdı.

Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ’ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu’ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz.

"Merakı alana hayret ve hayranlık bedava! İyi seneler!"

Sezen Aksu’nun dediği gibi: “Her şeyin bedeli var… Güzelliğinin de…” Kongo güzelliğinin bedelini açlık, sefalet ve kanla ödüyor. Sezen “Bir gün gelir ödenir, öde” diyor. Günler gelip geçiyor, Kongo’nun ödediği bedel bir türlü bitmiyor, bitemiyor

Pazartesi akşamı “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şeklinde esen rüzgar, yine beş gün içerisinde “her şey çok güzel olacak”a nasıl dönüştü, ben anlamadım

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - 2024, yeryüzünün şimdiye kadar gördüğü 'en seçimli yıl' olacak; demokrasi için 'çok yaşamaz' diyorlar - Eray Özer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

2024, yeryüzünün şimdiye kadar gördüğü 'en seçimli yıl' olacak; demokrasi için 'çok yaşamaz' diyorlar

11 1
08.01.2024

Diğer

Konuk Yazar

08 Ocak 2024

“Demokrasi yaşayacak mı, ölecek mi 2024’ün sonunda göreceğiz.” İddialı bir cümle. Hele de kastedilen belirli bir ülke değil de dünyanın tamamı ise… Nobel Barış Ödüllü araştırmacı gazeteci Maria Ressa bu yılın dünyaya neleri getirip, neleri götürebileceğiyle ilgili konuşurken kuruyor bu cümleyi. Onu bu kadar iddialı bir ifade kullanmaya sevk eden şey ise 2024’ün yeryüzünün şimdiye kadar gördüğü en “seçimli” yıl olması.

Öyle böyle değil. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası, 4 milyarın üstünde insan bu yıl içinde sandık başına gidecek ve kaderlerini tayin edecek. Bu tüm zamanların rekoru. Kimler kimler yok ki listede… ABD, Hindistan, Pakistan, İran, Güney Afrika, Rusya, İngiltere, Tayvan, Portekiz… Altmıştan fazla ülke...

Şimdiye kadar bu kadar çok seçim yaşanan bir yıl olmadı ve uzmanlar bu yılın bir benzerinin ancak 2048’de yaşanabileceğini söylüyorlar. Tabii o zamana dek “demokrasi” diye bir şey kalırsa. Evet, doğru okudunuz. Kalırsa… Zira konunun uzmanları gidişatın ve demokrasi kavramının geleceğinin pek parlak olmadığını söylüyor. Zaten modern zamanların en büyük paradoksu iki yüz yıllık bir tarihi bize “ezeli ve ebedi” bir gerçeklik diye yutturmaya çalışması değil mi?

Sanki insanlar geçmişten bu yana hep bugün sosyal medyada göründüğü kadar politik doğruculuk konusunda “hassas” oldular. Sanki gündemlerini oldum olası kadın-erkek eşitliği, hayvan hakları ve çevre mücadelesi gibi önemli konular meşgul etti. Sanki bir insanın kendini yönetecek kişiyi sandığa gidip oy vererek seçmesinden daha “doğal” ve aşina olduğumuz bir hâl yok yeryüzünde…

Üzgünüm ama maalesef durum bu değil. Bundan bir on-yirmi yıl sonra bugünün demokrasi havarisi bazı ülkelerini krallar, çarlar, sultanlar için ihtişamlı törenler düzenlerken görme ihtimalimiz hiç de sandığımız kadar uzak olmayabilir. Uluslar kaderlerini pekâlâ bir tek adamın tayin etmesine razı gelebilirler. Zaten kâğıt üzerinde demokrasi olarak tarif edilen yönetimlerin yarısına yakınında “seçimli otokrasi” hüküm sürüyor. Yani çok sayıda ülke “yalancıktan” seçime gidiyor. Kuzey Kore’de de seçim var, yerseniz… Belarus’ta da…

Washington merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un hazırladığı “Küresel Özgürlük” endeksine göre dünya çapında özgürlük aralıksız tam 17 yıldır düşüşte. Haklar kısıtlanıyor, pek çok otoriter rejimde seçimler göstermelik olarak yapılıyor, yine pek çok ülkede birkaç dönem üst üste iktidarını koruyan ve devletin ta kendisine dönüşen “tek adam” rejimlerine rastlanıyor.

Bir de tabii Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyadan giderek yeniden iki kutuplu bir sisteme geçildiğini görüyoruz. Dolayısıyla başrol oyuncusu ülkeler dışında kalan periferi ülkeleri ABD’ye yakın olanlar ve Çin/Rus bloğuna yakın olanlar olarak ikiye ayrılıyor. Yahut bu ülkelerdeki başkan adayları bu iki bloktan hangisinin “adamı” olduklarına göre farklı avantajlar veya dezavantajlar........

© T24


Get it on Google Play