Diğer

T24 Haftalık Yazarı

07 Ocak 2024

Başkan Yardımcısı olarak birlikte çalıştığı Franklin D. Roosevelt'in görevi başında ölmesi üzerine Amerika Birleşik Devletleri'nin 33. Başkanlığı görevine 12 Nisan 1945 günü Harry S. Truman getirilir. Bu tarihten itibaren 20 Ocak 1953 yılına kadar Başkanlık görevini sürdüren Truman döneminde, atom bombası üretilerek, Japonya'ya iki kez atılmış, Birleşmiş Milletler kurulmuştur. 1948 yılında İsrail devletinin ilan edilmesi ve ABD'nin bu olup, bittiyi kabul etmesi onun zamanına denk gelir. Görevinden ayrılmasından kısa bir süre önce Kore Savaşı yaşanmış, NATO kurulmuştur. Dünya o çalkantılı dönemlerden hemen sonra iki kutuplu bir hale dönüşür. Bana göre Amerika Birleşik Devletleri tarihinde, kendi görev süresi içinde karşılaştığı zor dönemler göz önüne alındığında, en çok iz bırakan Başkan tartışmasız Harry S. Truman'dır.

"(1946-1952) Years of Trial and Hope - Memoirs by Harry S. Truman" başlıklı anılarında, yedi yıl süren Başkanlığının dünyanın geçirdiği en sarsıntılı günlere denk geldiğini kendisi de vurgular. Anılarını, döneminin son iki buçuk yılında tuttuğu özel notları, mektupları ile çalıştığı arkadaşlarının "birlikte aldıkları kararların ilerde doğru olarak algılanabilmesi için sağladığı belgeleri" dikkate alarak yazar. 5 Ocak 1953 günü, Beyaz Sarayı terk ederken Amerikan halkına yaptığı son konuşmasında "Şu ana kadar Üçüncü Dünya Savaşını önlemiş durumdayız. Gerekli koşulları sağlayıp, tedbirleri alarak insanlığın ilerde bir daha dünya savaşı görmemesi için başarılı olduk" diyecek kadar özgüvenini açıklama ihtiyacı hisseder.

Truman anılarında, yönetime ilk geldiği günlerden itibaren başkan olmanın verdiği hissi ve yaşadığı sorumluluğunu açıklarken "Bunun bir kaplan üzerinde kalma mücadelesi olduğunu" vurgulamış, "Ya üzerinde kalacak, ya da kaplana yem olacaksın" ifadesini kullanmıştır. Diğer bir vurgusu, Başkanın her zaman, neredeyse her an tüm olayların üstünde olması gerekliliğidir. Aksi durumda, en küçük bir tereddüt ve gecikme halinde bile olaylar başkanın üzerine yığılacaktır.

Truman, Amerika ve dünya tarihini okuyup, geçmiş başkanların tecrübelerinden edindiği birikimiyle oldukça kararlı bir yönetim sergilediğini iddia eder. Birleşmiş Milletlerin kuruluşu aşamasında İngiliz Başbakanları Churchill ve Attlee ve Sovyet Lideri Stalin ile Potsdam'da birlikte yaptıkları mücadelenin öneminden bahseder. Gerek Dışişleri ve gerekse Savaş Bakanlığı bürokratları ile yürüttüğü amansız mücadelesini ve kendi kararlılığını anlatma ihtiyacı duyar.

Aldığı en önemli kararlarından biri, belki de en önemlisi atom bombasının kullanılmasına izin vermesidir. 1938 yılı sonbaharında, Berlin'deki Kaiser Wilhelm Enstitüsünde iki Alman bilim adamı Otto Hahn ve Fritz Strassmann'ın, İtalyan bilim adamı Enrica Fermi tarafından 1934 yılında gerçekleştirilen çalışmayı tekrar denemeleriyle başlayan atom bombası projesi, onun başkan olduğu dönemde geliştirilip, denendikten sonra uygulama aşamasına getirilmiş ve patlatılmıştır. Programı yürütenler 18 Haziran 1945 günü Washington DC'de Başkan Truman'la görüştüklerinde, Amerikan Genelkurmayı Japonya'ya tam bir kararlılık ve sertlikle, tüm güçleriyle saldırı yapmayı planlamaktadır. Yapılan toplantıda, yetkililerin görüşlerinin alınmasından hemen sonra Savaş Bakan Yardımcısı John McCloy Başkan Truman'a dönerek, "Atom Bombasını neden kullanmayalım?" ifadesini kullanınca, ibre birden bu cehennem bombasına dönmeye başlamıştır. Tek sorun bombanın New Mexico'da henüz denenmemiş olmasıdır. Başkan Truman ilk aşamada Japonya'ya saldırı projesi Kyushu'ya topyekün onay verecektir.

Atom bombası hazırlıkları ağustos ayına kadar sürdürülür. Denemelerin başarılı bir şekilde sürdürüldüğü günlerde, Potsdam'da Başkanla birlikte olan Churchill işlerin iyi gittiğinin farkındadır. Truman'ın Sovyet lideri Stalin'le yaptığı müzakerelerde daha güçlü ve kesin tavır almaya başlaması kurt politikacı Churchill'de böyle bir izlenim bırakmıştır. Sonunda olan olur ve Japonya'ya bomba atılır. Haber gizli bir mesajla iletildiğinde Başkan Truman, Potsdam zirvesinden Augusta yatıyla evine, Amerika'ya dönmektedir. Yaverinin ilettiği notu heyecanla okur.

"Sayın Başkanım, büyük bomba Hiroşima'ya 5 Ağustos sabah Washington DC - Amerika saatiyle 7.15'te atıldı. Önceki denemelere göre karşılaştırıldığında çok başarılı olduğunu iletiyoruz."

Truman'ın anılarının 12'nci bölümü Filistin sorunu ve İsrail'in kuruluşu ile ilgilidir. Bu bölümde, yıllar önce geçici olarak İngiliz yönetimine verilen Filistin'in yeni kurulan Birleşmiş Milletler kararıyla ikiye bölünmesine olumlu baktığından bahsederek yazmaya başlar. Yeni projenin Arap ve Yahudilerin barış içinde bir işbirliğine yol açacağına inancının tam olduğunu vurgular. Bu işin çok zor olduğunu bilmesine rağmen, tesis edilmesi planlanan "ekonomik birlik-ortaklık modeliyle" her iki tarafın iyi komşuluğu savaşa tercih ederek, barış içinde yaşayabileceğine inanmaktadır.

Truman, Amerika'da büyük depresyon sonrasında, durgunluğa çare olarak geliştirilen Tennessee Vadisi projesinin yeni oluşum için iyi bir örnek olacağını düşünür. 20-30 milyon insanı besleyecek ölçüde potansiyeli olan benzer bir proje yaratıldığında, bölgede düşmanlık duygularının geride kalacağını hayal ederken, İkinci Dünya Savaşında büyük eziyet çeken Yahudilere yeni bir vatan kurulmasının önemini vurgular. Siyonizmi ateşleyen İngilizlerin meşhur Balfour planından ve öneminden bahseder.

Şimdi daha gerilere gidelim. Bağımsız bir Yahudi devleti kurulması yolunda milattan önce 134 yılında yapılan son çaba sonrasında Yahudiler dünyanın dört bir yanına dağılarak Filistin'den uzaklaşmışlardır. On dokuzuncu yüzyıl başlarında Kudüs'te sadece birkaç bin Yahudi yaşamaktadır.

Yaklaşık iki bin yıl sonra yeni bir slogan atılmaya başlanır "Gelecek Yıl Kudüs'te buluşalım". Bu ilk yıllarda siyasi bir propogandadan çok, dini bir çağrıyı andırmaktadır. Çağrı yavaş yavaş karşılığını bulmaya başlar. 1914 yılına gelindiğinde Kudüs'te 650 bin Arap nüfusa karşılık 80 bin Yahudi yaşamaktadır.

Siyasi olarak Siyonizm, Türkçe anlamıyla "Filistin'i Yahudi devletine dönüştürme" fikrinin mucidi Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl'dir. İlk kongresini 1897 yılında İsviçre'de, Basel'de toplar. Osmanlı yönetimine ısrarla yapılan girişimlerin Sultan Abdülhamid tarafından geri çevrilmesine rağmen, Herzl 1898 yılında Almanya İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul ve Kudüs'e yaptığı ziyaretlere gazeteci kimliği ile katılmayı başarır. İşin ilginci Almanlar bu ziyarette Herzl'i Abdülhamid'le tanıştırma cüretini bile göstermişlerdir.

Herzl'in, Filistin yerine Sınai yarımadası ve Kıbrıs'a da razı olmasına rağmen bu alternatif İngiliz Koloni İdaresinin reddetmesi üzerine gerçekleşemez. İngiliz yönetimi daha ılıman bir teklif olarak Uganda'yı işaret ettiğinde yine Herzl kabul etse de, 1903 yılında toplanan Altıncı Siyonist Kongresi öneriyi reddederek, gündeme bile almamıştır. Herzl 1904 yılında ölür.

Gelecek on yıl siyasi Siyonizm için oldukça zor geçer. O günlerde Rusya ve Ukrayna'da zor günler yaşayan Doğu Avrupa Yahudileri Siyonizme daha da sıkı sıkıya sarılırlar. Yeni önderleri Chaim Weizmann ve Nahum Sokolov'dur. Her ikisi de Londra'da yaşamakta ve İngiliz hükümeti ile oldukça sıkı ilişki içindedirler.

1917 yılında, o dönemde Orta Doğu ve Filistin'e yerleşme çabası içinde olan ve Arapları birlikte yaşadıkları Türklere karşı işbirliğine, isyana razı eden İngilizler, bu defa "Britanya Kutsal Topraklara herkesten daha iyi sahip çıkar" sloganıyla Siyonizmi sahiplenmiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Yahudi kökenli güçlü iş adamı Lord Rothschild ve Weizmann'a bir taslak metin hazırlamalarını istediğinde "Filistin Yahudilerin milli yurdu olacaktır" şeklinde başlayan oldukça sert bir metin hazırlanacaktır. Araplar, "Filistin'in Yahudi olmayan ulusu" olarak, sanki bir azınlıkmış gibi metne eklenmiştir. Bu oldukça iddialı bir yaklaşımdır.

Aynı günlerde İngiliz ve Fransızlar arasında imzalanan ve Orta Doğu'nun paylaşımını amaçlayan Sykes-Picot Anlaşması, Rusya'da devrimi gerçekleştiren sosyalist önderler tarafından Türklere ihbar edilince tüm plan dünyaya ifşa edilmiş olur. İngiliz işbirlikçisi Şerif Hüseyin kendisine verilen sözlere ters düşen bu metinden çok rahatsız olur. Ama dahası gelecektir. Aynı günlerde Dördüncü Ordu Komutanı Cemal Paşa, Şerif Hüseyin'e diğer bir gizli belgeyi, Arthur Balfour'un hazırladığı "Balfour Deklarasyonunun" bir kopyasını göndermiştir. Bu deklarasyon metni Araplar için daha da rahatsız edici bir metindir.

"Majestelerinin Hükümeti, Filistin'in Yahudilerin Milli Yurdu olarak kabul edilmesi ve bu amacı gerçekleştirmek üzere her türlü mücadeleyi desteklemek kararı almıştır…"

Bu metin, Orta Doğu'da yüzyılı aşan bir süredir devam eden anlaşmazlığın ilk ve kesin tetikleme nedenidir. İngilizler, Milletler Cemiyeti tarafından kendilerine verilen ve 15 Mayıs 1948 tarihine kadar süren manda rejimi sırasında bu metne ve Siyonist emellere sadık kalmaya çalışırlar. Ta ki, Churchill'in "İngiliz savaş gemilerinin hareket kabiliyetini ve seyir sürelerini artırması nedeniyle deniz kuvvetlerinde sıvı yakıtların kullanılması" talimatını vermesine kadar. Sonrası için petrol her şeyin önüne geçmiş, İngilizler 1948 yılına, İsrail Devletinin kuruluşuna kadar Arapların razı olmadığı hiçbir modele yanaşmamışlardır.

Tekrar 1947 yılına geldiğimizde, Siyonistler siyasi faaliyetlerini oldukça hızlandırırlar. Filistin'in ikiye ayrılarak yeni bir yönetim modeli kurulması düşüncesinin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda tartışıldığı günlerde Truman, Dünya Siyonistlerinin lideri Chaim Weizmann'la görüşür. Weizmann o günlerde ABD dahil bütün etkili ülkelere ziyaretler yaparak Yahudi meselesine ve İsrail devletinin kurulmasına dikkatlerin çekilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Beyaz Saray'da 19 Kasım 1947 günü yaptığı görüşme ertesinde Weizmann, Truman'a bir mektup göndererek yaşadığı sorunları ve düşüncelerini anlatır. Siyonistlerin Birleşmiş Milletler dahil değişik forumlarda sürdürdükleri bezdirici kulisin tahammül sınırlarını aşmasından doğan olumsuzluluğu düzeltme çabasındadır.

Mektubunun sonlarında, ABD yönetiminin en hassas olduğu konudan, komünist propogandalarından ve komünizm tehlikesinden bahseder. Doğu Avrupadan gelen Yahudilerin varlıklı ve iyi eğitimli insanlar olduklarını, böyle bir göçmen kitlesinin yeni kurulması düşünülen İsrail'e hiçbir şekilde komünizmi, komünist düşünce ve akımını aktarmayacağını önemle vurgular. Teminat verir. Komünist düşüncenin eğitimsiz ve yoksul kesimlerden daha çok sempati toplayabileceğini yazarken, diğer topluma Araplara sataşmadan edemez. Onları ima eder.

Bu mektup sonrasında Siyonist çevrelerden gelen baskı Başkan Truman'ı adeta bezdirecek seviyelere ulaşmıştır. Truman anılarında, Yahudilerin Amerikan diplomatlarının kendi lehlerine kulis yapmalarını ısrarla istediklerinden de bahseder. Onlara göre Birleşmiş Milletler Genel Kurulu bu açıdan en uygun platformdur.

Ancak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 29 Kasım 1947 günü Filistin'in ikiye ayrılması planını kabul etse de, bu karar kesin bir sonuç yaratmamış, Genel Kurul konuyu özel bir komisyona, Birleşmiş Milletler Filistin Özel Konseyine (UNSCOP) aktararak, süre kazanmaya çalışmıştır. Filistin'i halen kontrol altında tutan İngilizler 3 Aralık 1947 günü yaptıkları resmi açıklamada, kendi sürelerinin bitmesine denk gelen 15 Mayıs 1948 tarihine çok az bir süre kala, BM kararlarına her zaman saygı duymalarına rağmen Arap ve Yahudilerin, aynı plan üzerinde anlaşmış olmalarını şart koşarlar. Araplar yaptıkları açıklamalarla kendi hakları için mücadele edeceklerini dünya kamuoyuna ilan etmişlerdir. Filistin'in her yerinde silahlı çatışmalar sürerken, Yahudiler İngiliz güvenlik kuvvetlerini silahlı çatışmalarda taciz ederek, ciddi kayıplar verdirmeye başlamıştır.

15 Ocak 1948 günü Yahudi Ajansı Birleşmiş Milletler'e başvurarak, Filistin'in ayrılma sürecinin başarılı olması için güvenlik gücü gönderilmesini ister. Yeni bir polis gücü kurulması durumu daha da zora sokacak gibidir. Diplomatik girişimler sürerken, Yahudilerin kendi güvenlik kuvvetlerini kurma girişimi Arapların Mart ayı sonlarında ciddi bir askeri harekata girişecekleri haberiyle birlikte ortalığı toz duman eder. Truman'ın Arap liderlerine yaptığı bütün çağrılar boşa çıkmaya başlamıştır.

Başkan Truman'ın Siyonist liderlerin ve grupların baskısından yılarak, kendisini uzak tutmaya çalıştığı günlerden bir gün can dostu Eddie Jacobson kendisinden randevu ister. O ana kadar kendisinden hiçbir şey istemeyen eski dostu ile uzun süre telefonda konuşarak, hasret giderirler. Eddie'nin mutedil bir Yahudi olduğunu bilmesine rağmen görüşme gününden önce konunun Filistin olmaması gerektiğini kendisine önceden iletir. Ama yine de korktuğu başına gelir. Eddie onu Kansas'ta, Jackson County Mahkemesinde Yargıçlık yaptığı günlerden beri tanımaktadır. Kesintisiz konuşarak Başkanı etkilemeye çalışır. İlk olarak Truman'ın Amerika'nın eski başkanlarından Andrew Jackson hayranı olduğunu hatırlatarak, Siyonistlerin lideri Chaim Weizmann'la Andrew Jackson arasındaki benzerlikleri hatırlatır. Sonunda kendisini Weizmann'la bir kez daha görüşmeye ikna eder. Bu yeni gelişme Orta Doğu tarihi için de belki bir kırılma noktasıdır. Eddie'nin çabaları boşa gitmemiştir.

Chaim Weizmann 18 Mart 1948 günü Beyaz Saraya gelir. Ziyaret basından ve kamuoyundan gizlendiği için Beyaz Saraya Doğu Kapısı'ndan alınır. Bu görüşme oldukça kapsamlı olmuştur. Weizmann, Necef bölgesinin kesinlikle Yahudilerin sınırları içinde olması gerektiği konusunda Başkanı ikna ederek, önceki planlarda yer alan değişikliklerin dikkate alınmaması konusunda çok başarılı olmuştur. Necef Çölü, günümüz İsrail'inin içinde, Mısır ve Ürdün sınırlarına komşu konumdadır. Bu bölge Araplar için de kırmızı çizgidir.

Başkan aynı dönemde kendi bürokrasisi ile de ciddi bir mücadele içindedir. Dışişlerinin kurt ve kıdemli bürokratları petrol zengini Arapları üzecek ve küstürecek politikaların onları Sovyet tarafına yöneltebileceği endişesiyle alınan kararlara isyan ederler. Truman taviz vermeye hiç yanaşmaz. Seçilmiş Başkan ve hükümet yetkililerin kararlarına herkesin saygı göstermesi gerektiğini vurgulayarak adımlarını bildiği gibi atar.

14 Mayıs 1948 günü İsrail geçici hükümetinin o gece yarısı itibariyle İsrail devletinin kuruluşunu ilan edeceği bilgisi gelir. Truman kendi bürokratlarının tepkisini de düşünmekle birlikte doğru kararın İsrail devletinin tanınması olduğuna inanır. İsrail devletinin kuruluşunun dünyaya duyurulduğu andan tam 11 dakika sonra Başkanın Basın Müşaviri Charlie Ross yeni devletin "de facto" olarak tanındığını dünyaya ilan eder.

Yeni İsrail devleti yürütme görevini hemen ifa etmeye başlar. 25 Ocak 1949 günü ilk seçimler yapılır. 31 Ocak 1949 günü Amerikan hükümeti İsrail devletini bu defa "de jure" yasal olarak tanıdığını duyurur. Arapların bu olup, bittiye karşı reaksiyonları çok sert olur. Mısır BM Genel Sekreterine bir nota vererek, askerlerinin Filistin topraklarına girdiğini açıklar. BM arabulucu tayin eder. Yapılan görüşmeler sonrasında geçici bir ateşkes imzalanır. BM Arabulucusu İsveçli Bernadotte Batı Galilee'nin İsrail'e, Necef'in de Araplara verilmesini öngören bir teklif yapar. Öneriler hiçbir tarafı memnun etmez. Araplar her şekilde İsrail devletinin kuruluşuna razı olmadıklarını ileri sürerler.

Her iki taraf için o günlerde başlayan anlaşmazlık süreci, birbirini takip eden ve Arapların kaybettiği üç savaşı da içine alan 76 yıldır bıçak sırtında devam ediyor. Olayın tarafı Arap devletleri aralarında tutarlı, güçlü, gerçek bir birlik oluşturamadıkları ve demokratik yapılanmayı bir türlü başaramadıkları için oyunda hep kaybeden konumunda kaldılar. İsrail'le en çok temas eden Filistin Halkı bu durumdan doğrudan etkilenerek yıllarca süren mücadelenin en çok zarar gören tarafı oldu.

Amerika ve müttefikleri İsrail'e karşı yakın destek ve koruyucu tutumlarını kesintisiz sürdürürken, kurulduğu ilk günden itibaren, her türlü mali yardım ve proje desteğini verdiler. Yahudi lobileri bu desteğin devamında dünya kamuoyunu İsrail lehinde etkileyerek oldukça başarılı oldular. İsrail boş durmadı. Demokratik yapılanmasını ve teknolojik üstünlüğünü tamamlayıp, sürdürerek bölgede ve dünyada önemli bir oyuncu hale geldi.

Başkan Truman'a gelince, kuruluşundan 11 dakika sonra tanıdığı devletin ilk Başkanı Chaim Weizmann'a 29 Kasım 1948 günü yazdığı mektubunda, Amerikan Export-Import Bank'ın olanakları dahil her türlü mali ve siyasi desteğin sağlanacağı müjdesini vererek, gelecek süreci, yıllar sürecek dayanışma ve işbirliğini adeta ilan etmiş, ülkesinin izleyeceği yol haritasını çizerek, Arthur Balfour'la başlayan yüzyıllık Orta Doğu modeline yol ve yön vermiştir.

KAYNAKLAR:

Enver Güney kimdir?

Enver Güney 1956 yılında Kars'ta doğdu. Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'ni 1973 yılında tamamladı. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden mezun oldu.

1978 yılı Nisan ayında çalışmaya başladığı Maliye Bakanlığı'nda 1988 yılı sonlarına kadar Maliye Müfettişi ve Maliye Başmüfettişi olarak görev yaptı.

Amerika Birleşik Devletleri Vanderbilt Üniversitesi'nde ekonomi üzerine yaptığı yüksek lisansını tamamlamasının ardından Ahmet Kurtcebe Alptemoçin'in Maliye Bakanlığı döneminde Bakan Özel Danışmanı olarak atandı. 1988-1991 yılları arasında Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü'nde Daire Başkanı olarak çalıştı.

İzleyen dönemde, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'nda Serbest Bölgeler Genel Müdür Yardımcılığı (1991-1993), Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü (1993-1994) görevlerini yürüttü. Bu görevi sırasında ‘Türk Serbest Bölge modeli'ni yeniden yapılandırdı.

Müsteşarlığın ikiye ayrılmasından sonra, Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü'ne atanarak 1994-1997 yılları arasında üç yıl Genel Müdür olarak görev yaptı.

Kamuda çalıştığı dönemde OECD Mali İşler ve Çokuluslu Şirketler-Uluslararası Yatırımlar komitelerinde Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı'nı temsil etti. Bu dönemlerde, çevre ile ilgili konuların uluslararası maliye ve muhasebe literatürüne girdiği ilk kurum olan Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi Muhasebe Standartları Komitesi'nde iki dönem Türkiye'yi temsilen daimi üye olarak görev yaptı.

Hazine'yi temsilen Enerji Bakanlığı Enerji Fonu Kurulu üyesi olarak da görev aldı. Özelleştirme öncesinde Sümerbank (bankacılık) Yönetim Kurulu üyeliği ve Soma Elektrik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü.

Özel sektöre geçtikten sonra 1997 ile 2001 yılları arasında Denizbank Yönetim Kurulu üyeliği ve Zorlu Holding - Vestel'de Dış İlişkiler Koordinatörlüğü görevlerinde bulundu.

Kısa bir süre yeminli mali müşavir / proje ve yatırım danışmanı olarak çalıştı; 2005-2007 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu Yönetim Kurulu üyeliği yaptı.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu "DEİK" bünyesinde yer alan Türk-ABD, Türk-Kanada, Türk-Letonya, Türk-Arjantin, Türk-İngiliz ve diğer ülkelerle kurulan iş konseylerinde yürütme kurulu üyesi ve başkanı olarak uzun yıllar çalıştı.

2005-2019 yılları arasında Uni-Mar Enerji Yatırımları A.Ş.'de Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı.

"An Empirical Study of the Ratchet Effect on Money Demand for Selected Countries" başlıklı kitabı 1993 yılında Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirmeler Genel Müdürlüğü tarafından yayımlandı.

Enerji, vergi, dış ticaret ve yatırım politikaları, tarih ve uluslararası ilişkiler üzerine çeşitli dergi ve gazetelerde çeviri ve yazıları yayımlandı. 2020 yılından itibaren T24 Haftalık'ta yazan Enver Güney evli ve iki çocuk babası.

1898 yılında, Musul Valisi Ebubekir Hazim Tepeyran'ın müthiş bir öngörü ve titizlikle ile başlattığı Osmanlı petrolünün hikâyesi, Padişah II. Abdülhamid ve sonrasında İttihat ve Terakki yönetimlerinin beceriksiz ve kısa vadeli siyasi ve ekonomik politikalarıyla hayal kırıklığıyla sonuçlanmış, büyük umutlar beslenen petrol iyi niyetli ve gayretli yöneticilere rağmen emperyalist devletlere tepsi üzerinde servis edilmiştir

Nitelikli Endüstri Bölgeleri, 1996 yılından bu yana İsrail, Ürdün ve Mısır'da uygulanıyor. Modelin, ülkeler arasındaki ticareti belirli kurallar çerçevesinde işbirliğine bağlayarak, düzenlemesi ve karşılıksız mali yardım yerine istihdam yaratan bir alternatif olması daha çekici bir görünüm veriyor

.

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Amerika, kuruluş sürecinde İsrail'e nasıl yol verdi? - Enver Güney
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Amerika, kuruluş sürecinde İsrail'e nasıl yol verdi?

24 0
07.01.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

07 Ocak 2024

Başkan Yardımcısı olarak birlikte çalıştığı Franklin D. Roosevelt'in görevi başında ölmesi üzerine Amerika Birleşik Devletleri'nin 33. Başkanlığı görevine 12 Nisan 1945 günü Harry S. Truman getirilir. Bu tarihten itibaren 20 Ocak 1953 yılına kadar Başkanlık görevini sürdüren Truman döneminde, atom bombası üretilerek, Japonya'ya iki kez atılmış, Birleşmiş Milletler kurulmuştur. 1948 yılında İsrail devletinin ilan edilmesi ve ABD'nin bu olup, bittiyi kabul etmesi onun zamanına denk gelir. Görevinden ayrılmasından kısa bir süre önce Kore Savaşı yaşanmış, NATO kurulmuştur. Dünya o çalkantılı dönemlerden hemen sonra iki kutuplu bir hale dönüşür. Bana göre Amerika Birleşik Devletleri tarihinde, kendi görev süresi içinde karşılaştığı zor dönemler göz önüne alındığında, en çok iz bırakan Başkan tartışmasız Harry S. Truman'dır.

"(1946-1952) Years of Trial and Hope - Memoirs by Harry S. Truman" başlıklı anılarında, yedi yıl süren Başkanlığının dünyanın geçirdiği en sarsıntılı günlere denk geldiğini kendisi de vurgular. Anılarını, döneminin son iki buçuk yılında tuttuğu özel notları, mektupları ile çalıştığı arkadaşlarının "birlikte aldıkları kararların ilerde doğru olarak algılanabilmesi için sağladığı belgeleri" dikkate alarak yazar. 5 Ocak 1953 günü, Beyaz Sarayı terk ederken Amerikan halkına yaptığı son konuşmasında "Şu ana kadar Üçüncü Dünya Savaşını önlemiş durumdayız. Gerekli koşulları sağlayıp, tedbirleri alarak insanlığın ilerde bir daha dünya savaşı görmemesi için başarılı olduk" diyecek kadar özgüvenini açıklama ihtiyacı hisseder.

Truman anılarında, yönetime ilk geldiği günlerden itibaren başkan olmanın verdiği hissi ve yaşadığı sorumluluğunu açıklarken "Bunun bir kaplan üzerinde kalma mücadelesi olduğunu" vurgulamış, "Ya üzerinde kalacak, ya da kaplana yem olacaksın" ifadesini kullanmıştır. Diğer bir vurgusu, Başkanın her zaman, neredeyse her an tüm olayların üstünde olması gerekliliğidir. Aksi durumda, en küçük bir tereddüt ve gecikme halinde bile olaylar başkanın üzerine yığılacaktır.

Truman, Amerika ve dünya tarihini okuyup, geçmiş başkanların tecrübelerinden edindiği birikimiyle oldukça kararlı bir yönetim sergilediğini iddia eder. Birleşmiş Milletlerin kuruluşu aşamasında İngiliz Başbakanları Churchill ve Attlee ve Sovyet Lideri Stalin ile Potsdam'da birlikte yaptıkları mücadelenin öneminden bahseder. Gerek Dışişleri ve gerekse Savaş Bakanlığı bürokratları ile yürüttüğü amansız mücadelesini ve kendi kararlılığını anlatma ihtiyacı duyar.

Aldığı en önemli kararlarından biri, belki de en önemlisi atom bombasının kullanılmasına izin vermesidir. 1938 yılı sonbaharında, Berlin'deki Kaiser Wilhelm Enstitüsünde iki Alman bilim adamı Otto Hahn ve Fritz Strassmann'ın, İtalyan bilim adamı Enrica Fermi tarafından 1934 yılında gerçekleştirilen çalışmayı tekrar denemeleriyle başlayan atom bombası projesi, onun başkan olduğu dönemde geliştirilip, denendikten sonra uygulama aşamasına getirilmiş ve patlatılmıştır. Programı yürütenler 18 Haziran 1945 günü Washington DC'de Başkan Truman'la görüştüklerinde, Amerikan Genelkurmayı Japonya'ya tam bir kararlılık ve sertlikle, tüm güçleriyle saldırı yapmayı planlamaktadır. Yapılan toplantıda, yetkililerin görüşlerinin alınmasından hemen sonra Savaş Bakan Yardımcısı John McCloy Başkan Truman'a dönerek, "Atom Bombasını neden kullanmayalım?" ifadesini kullanınca, ibre birden bu cehennem bombasına dönmeye başlamıştır. Tek sorun bombanın New Mexico'da henüz denenmemiş olmasıdır. Başkan Truman ilk aşamada Japonya'ya saldırı projesi Kyushu'ya topyekün onay verecektir.

Atom bombası hazırlıkları ağustos ayına kadar sürdürülür. Denemelerin başarılı bir şekilde sürdürüldüğü günlerde, Potsdam'da Başkanla birlikte olan Churchill işlerin iyi gittiğinin farkındadır. Truman'ın Sovyet lideri Stalin'le yaptığı müzakerelerde daha güçlü ve kesin tavır almaya başlaması kurt politikacı Churchill'de böyle bir izlenim bırakmıştır. Sonunda olan olur ve Japonya'ya bomba atılır. Haber gizli bir mesajla iletildiğinde Başkan Truman, Potsdam zirvesinden Augusta yatıyla evine, Amerika'ya dönmektedir. Yaverinin ilettiği notu heyecanla okur.

"Sayın Başkanım, büyük bomba Hiroşima'ya 5 Ağustos sabah Washington DC - Amerika saatiyle 7.15'te atıldı. Önceki denemelere göre karşılaştırıldığında çok başarılı olduğunu iletiyoruz."

Truman'ın anılarının 12'nci bölümü Filistin sorunu ve İsrail'in kuruluşu ile ilgilidir. Bu bölümde, yıllar önce geçici olarak İngiliz yönetimine verilen Filistin'in yeni kurulan Birleşmiş Milletler kararıyla ikiye bölünmesine olumlu baktığından bahsederek yazmaya başlar. Yeni projenin Arap ve Yahudilerin barış içinde bir işbirliğine yol açacağına inancının tam olduğunu vurgular. Bu işin çok zor olduğunu bilmesine rağmen, tesis edilmesi planlanan "ekonomik birlik-ortaklık modeliyle" her iki tarafın iyi komşuluğu savaşa tercih ederek, barış içinde yaşayabileceğine inanmaktadır.

Truman, Amerika'da büyük depresyon sonrasında, durgunluğa çare olarak geliştirilen Tennessee Vadisi projesinin yeni oluşum için iyi bir örnek olacağını düşünür. 20-30 milyon insanı besleyecek ölçüde potansiyeli olan benzer bir proje yaratıldığında, bölgede düşmanlık duygularının geride kalacağını hayal ederken, İkinci Dünya Savaşında büyük eziyet çeken Yahudilere yeni bir vatan kurulmasının önemini vurgular. Siyonizmi ateşleyen İngilizlerin meşhur Balfour planından ve öneminden bahseder.

Şimdi daha gerilere gidelim. Bağımsız bir Yahudi devleti kurulması yolunda milattan önce 134 yılında yapılan son çaba sonrasında Yahudiler dünyanın dört bir yanına dağılarak Filistin'den uzaklaşmışlardır. On dokuzuncu yüzyıl başlarında Kudüs'te sadece birkaç bin Yahudi yaşamaktadır.

Yaklaşık iki bin yıl sonra yeni bir slogan atılmaya başlanır "Gelecek Yıl Kudüs'te buluşalım". Bu ilk yıllarda siyasi bir propogandadan çok, dini bir çağrıyı andırmaktadır. Çağrı yavaş yavaş karşılığını bulmaya başlar. 1914 yılına gelindiğinde Kudüs'te 650 bin Arap nüfusa karşılık 80 bin Yahudi yaşamaktadır.

Siyasi olarak Siyonizm, Türkçe anlamıyla "Filistin'i Yahudi devletine dönüştürme" fikrinin mucidi Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl'dir. İlk kongresini 1897 yılında İsviçre'de, Basel'de toplar. Osmanlı yönetimine ısrarla yapılan girişimlerin Sultan Abdülhamid tarafından geri çevrilmesine rağmen, Herzl 1898 yılında Almanya İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul ve Kudüs'e yaptığı ziyaretlere gazeteci kimliği ile katılmayı başarır. İşin ilginci Almanlar bu ziyarette Herzl'i Abdülhamid'le tanıştırma cüretini bile göstermişlerdir.

Herzl'in, Filistin yerine Sınai yarımadası ve Kıbrıs'a da razı olmasına rağmen bu alternatif İngiliz Koloni İdaresinin reddetmesi üzerine gerçekleşemez. İngiliz yönetimi daha........

© T24


Get it on Google Play