Bordo bere
Barzani kriz oldu.
Cizre’ye güya sempozyuma katılmak için kültürel amaçla gelmişti ama, kollarına Kürdistan bayrağı yapıştırılmış, uzun namlulu silahlar taşıyan, elleri tetikte, askeri üniformalı, bordo bereli korumalarla geldi.
★
Barzani’nin şu anda Irak yönetiminde herhangi bir görevi yok, dolayısıyla bu ziyaret diplomatik bir ziyaret değildi. Kaldı ki, resmi bir ziyaret bile olsa, yabancı konuklar Türkiye’ye uzun namlulu silahlar getiremez, burası çadır devleti değil... Üstelik, Türkiye’ye gelen bir yabancı devlet adamı, mesela herhangi bir ülkenin devlet başkanı bile gelse, yaveri dışında, hiçbir koruması askeri üniforma giyemez. Korumaların taşıdığı tabancalar bile seyahatten önce Türkiye’ye bildirilir, çapı şudur, cinsi şudur filan, önceden bildirilir, uzun namlulu silah getiremezler, askeri üniforma asla giyemezler.
★
Hal böyleyken... Sayın medyamız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni aşağılayan bu şovu önce alkışladı ama, kendisini bu vatana ait hisseden herkeste ciddi rahatsızlık yarattığı için, aradan iki gün geçtikten sonra, hem AKP’den hem MHP’den senkronize açıklamalar geldi, özellikle Devlet Bahçeli “rezalet” dedi, şak, içişleri bakanlığı “uzun namlulu üniformalı şov” hakkında soruşturma başlattı.
Barzani tarafı derhal cevap verdi, “ne var yani Türk yetkililer de Kürdistan’a Türkiye’nin bordo bereli özel kuvvetleriyle geliyor” filan dediler, yani kendilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle bir tuttuklarını söylediler.
Öcalan’a umut hakkı istiyor, İmralı’yla görüşülmesini istiyor diye Devlet Bahçeli’yi alkışlıyorlardı, tık diye döndüler, Devlet Bahçeli’ye “ırkçı” dediler, “koyun postuna bürünmüş” filan dediler.
★
Dolayısıyla, Türkiye’yi bu rezalete sürükleyen süreci daha net kavrayabilmek için, makarayı az geri sarmak gerekiyor.
★
Aslında her şey 1992 yılında başladı.
ABD “davet edeceksiniz” dedi, bizimkiler “peki” dedi, Barzani tarihte ilk kez Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Özal’ın himayesinde gelmişti, Ankara’da MİT tesislerinde kaldı, başbakan Demirel tarafından ağırlandı. Süklüm püklümdü. Kürtçe konuşmasına bile izin verilmedi, Arapça konuşuyordu, tercüman Türkçe’ye çeviriyordu. TC pasaportu verdik, para verdik, silah verdik, buğday verdik, elektriğini vermeye başladık... ABD öyle istediği için, elimizi vermiştik, şimdi sıra kolumuzu kaptırmaya gelmişti.
★
Sadece sekiz ay sonra, 1992 yılı ekim ayı... Ege Denizi’nde ortak tatbikat yapıyorduk, Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan iki adet sea sparrow füzesi fırlatıldı, Türk muhribi Muavenet’in beyni, köprüüstü vuruldu. Beş şehit verdik, 22 yaralımız vardı. ABD “pardon” dedi, yanlışlıkla vurulduğunu söylediler. Halbuki “yanlışlıkla düğmesine bastık” denebilecek türden füzeler değildi, ateşleme için altı aşamadan geçiyordu, komutan onayı gerekiyordu, “at ve unut” türünden güdümlü mermi değildi, ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için rehbere ihtiyacı vardı, yani, fırlatan geminin hedef gemiyi radarla aydınlatması gerekiyordu, yanlışlıkla fırlatma ihtimali milyonda bir bile mümkün değildi.
Peki neydi?
Irak’ı bölmek için, Kürdistan kurabilmek için, İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanan “çekiç güç” şarttı. Ankara ayak diretiyordu. İşte tam o anda, Muavenet zart diye vuruldu. Ankara mesajı aldı! TBMM çekiç güç’ün süresini zurt diye uzattı. Bir daha hiç ayak diretmedik, her defasında başımıza aynı felaketin geleceği belliydi, o nedenle, 2003 yılında Irak’a girdikleri güne kadar çekiç güç’ün süresini hep uzattık, bir daha hiç itiraz etmedik.
★
(Aslına bakarsanız, Türkiye üzerinden Irak operasyonuna katılacak olan Amerikan hava unsurlarının adı “çekiç güç” değildi. Poised hammer, yani “kalkık horoz”du, mermi namluya sürüldü, tabancanın tetiğine basıldı, horoz kalktı manasındaydı. Amerikan propaganda şaheseri tam burada devreye girdi, sayın ahalimiz “kalkık” kelimesinden huylanmasın diye, bilinçli şekilde yanlış tercüme edildi, çekiç güç denildi.)
★
Üç yıl daha geçti, 1995 oldu... CIA, peşmergeleri örgütledi, Saddam’ı devirmek için darbe organize etti, beceremediler, çuvalladılar. Çünkü, peşmerge aşiretlerinden değil silahlı kuvvetler, zabıta teşkilatı kurmak bile mümkün değildi, eğitimleri yoktu, savaşabilme yetenekleri yoktu, fiyaskoyla sonuçlandı.
Bunun üzerine, CIA, apar topar tahliye operasyonu başlattı. Saddam hepsini imha etmesin diye, maşa olarak kullandıkları 10 bin civarında peşmergeyi yurt dışına kaçırdılar. Aileleriyle birlikte Habur’dan Türkiye’ye soktular, Batman’a getirdiler, askeri nakliye uçaklarına bindirdiler, tee Pasifik Okyanusu’ndaki Guam adasına götürdüler.
Niye tee oraya götürdüler?
Çünkü, Guam adası adeta dünyanın adresini bile bilmediği bir yerdeydi ama, o adada ABD’nin en önemli hava ve deniz üslerinden biri vardı. İlk darbe girişiminde başarısız olan peşmergeleri, bir dahaki sefere başarılı olmaları için eğiteceklerdi. Bazılarını CIA’in Özel Operasyon Bölümü tarafından eğitip, adı üstünde, suikast, sabotaj gibi örtülü operasyonlarda kullanacaklardı, bazılarını da akademik konularda eğitip, merkez bankası, nüfus idaresi, tapu dairesi, vergi dairesi gibi, yakında kurulacak olan Kürdistan’ın bürokrat kadrosunu yetiştireceklerdi.
★
Küçük bi pürüz vardı... CIA’in peşmergeleri ABD Adana Konsolosluğu denetiminde sınırdan geçirilip Silopi’deki hac konaklama tesislerine yerleştirilmişti ama, pasaportları yoktu, kimlik bilgileri yoktu. Daha doğrusu, elbette vardı ama, Amerikalılar yok diyordu, yok dedirtiyordu, maşalarının kimlik bilgilerini Türkiye’ye vermek istemiyorlardı.
Bize akıl öğrettiler... “Sizin pasaport kanununuzda bu tür durumlara uygun madde var” dediler, “parmak izlerini alın, geçirin” dediler. Bizimkiler hık mık etti ama, elleri mecburdu, geçirmiyoruz birader diyecek halleri yoktu, Ankara’dan beş kişilik uzman ekip getirildi, peşmergelerin tek tek parmak izleri alındı, buyrun geçin denildi, parmak izi bilgileri MİT arşivine kaldırıldı.
★
Üç yıl daha geçti, 1998 yılı oldu... Guam’a götürülen peşmergeler artık iyice pişmişti, olgunlaşmıştı, “Guamerge” olmuşlardı, evet, Guam’a götürülen peşmergeler artık bu sıfatla anılıyordu, Guamerge olmuşlardı. Gene Türkiye üzerinden, bazıları da Ürdün üzerinden, Kuzey Irak’a sokuldular.
Aynı dönemde, Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan en çok PKK faydalanmıştı, Suriye’den komple Irak’a taşınmışlardı, Kandil........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein