Tarihin revizyonu, sosyalizmin tahrifi: Bir yanıt denemesi
ANF’de 19 Kasım 2025 tarihinde hacimce küçük ama iddiaları son derece büyük, Fırat Dicle imzalı ve “Rojava sosyalizmin son durağı, demokratik sosyalizmin ilk adımıdır”[1] başlıklı bir yazı yayımlandı. Bilimsel sosyalizmin tahrifi ile tarihsel revizyonist bir içeriğe sahip olduğunu söyleyerek yüzeysel bir şekilde olsa da özetleyebileceğimizi düşündüğüm yazı, salt bir siyasal yorumdan öte, sosyalizmin teorik omurgasını esnetmeye ve yerine yeni bir ideolojik çerçeve yerleştirmeye dönük sistematik bir girişimin parçası olarak okunmalıdır. Bu açıdan, bilimsel sosyalizmin tarihinde defalarca karşılaştığı karikatürize edilme ya da “aşılma” iddialarından farklı değildir, yalnızca sınıf ve devrim kavrayışından arındırılmış başka tezlerin servis edildiği başka bir uğrağın kaçınılmaz yan ürünlerinden sadece biridir.
Yazıda, Rojava deneyimi, sosyalizmin zirvesi ve geleceği olarak sunulurken, bu yüceltmenin arka planında Marksizm-Leninizm’in kavramsal çerçevesini boşaltan, tarihsel materyalizmi idealist bir düzleme indirgeyen ve reel sosyalizme yönelik liberal bir söylemi yeniden üreten bir yaklaşım vardır. Bu nedenle aşağıdaki satırları yazmayı, yalnızca bir politik farklılık yaratma amacıyla değil, sosyalizmin bütünlüğünü savunmak açısından zorunlu bir görev olarak görüyorum.
Yazıda sosyalizm, sınıf, devlet, Stalin ve SSCB hakkında son derece dikkat çekici iddialar ve ifadeler kullanılmıştır. Amacım bunların her birine uzun uzun cevap vermeye girişmek değildir. Asıl niyetim Stalin dönemi SSCB hakkındaki karalayıcı iddialara bir yanıt verebilmeyi denemek olmakla beraber, yine de, yazının öteki dikkat çekici yanlarına da kısaca değinmeden geçmek olmaz diye düşünüyorum.
Yazının ilk dikkat çeken yanlarından biri, Rojava’nın mistik, romantik ve idealist imgelerle yüceltilmesidir. Rojava, “çölde açan bir çiçek”, “kutsal bir mekân” olarak betimlenmekte, bahar bahçelerine, Thomas More’un Ütopya’sına doğru atılan ilk adım olarak sunulmaktadır. Bu tasvirler, Rojava’yı tarihsel koşulların, sınıfsal mücadelelerin, ekonomik ilişkilerin belirlediği somut bir toplumsal örgütlenme değil, adeta metafizik bir etik-mekân olarak sunmaktadır. Ancak toplumsal olguların çözümlemesini bu olguların maddi temelleri üzerinden yapılmasını gerektirir. Bir devrimin niteliği, o devrimin ne kadar “güzel” ya da “umut verici” olduğuyla değil, hangi üretim ilişkilerini yıktığı ve yerine ne koyduğu ile değerlendirilmelidir. Aynı şekilde, sosyalizmin ölçüsü de, kültürel uyum ya da ahlaki birlik gibi idealist ölçütler değil, mülkiyet ilişkilerinin dönüşümü ve sınıf iktidarının karakteridir.
Rojava’nın tarihsel varlığı ele alınırken, Suriye İç Savaşı’nın çok merkezli dinamikleri, bölgesel güçlerin konjonktürel çıkarları, ABD ve Rusya’nın çatışan stratejik hesapları gibi maddi ve jeopolitik faktörler göz ardı edilemez. Buraya tarihsel materyalizmin merceğinden bakmazsak, bu gerçeklik “kültürel çoğulculuk” ya da “halkların ahlaki dayanışması” gibi üstyapısal soyutlamalara indirgenme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Söz konusu yazı da işte bunu yapmaktadır. Fakat Rojava’nın maddi temelini ve sınıfsal yapısını çözümlemek yerine, Rojava’yı tarih üstü bir halk ütopyası olarak kutsamak, devrimin maddi niteliğini değil, ahlaki anlamını öne çıkarır. Böyle bir yaklaşım, Saint-Simon ve Fourier’nin 19. yüzyılda geliştirdiği ve Marx ve Engels’in eleştirdiği ütopyacı sosyalizmin modern bir yeniden üretiminden başka bir şey değildir.
Yazının bir diğer dikkat çekici tarafı, sosyalizmi sınıfsızlaştırma girişimidir. Metin, “sosyalizmin sadece bir sınıfa ait olmaması gerektiğini”, “tüm toplumun ortak değeri” olması gerektiğini iddia ederek, sosyalizmi proletaryanın siyasal iktidar mücadelesi olmaktan çıkarıp genel bir toplumsal armoninin ifadesi haline getirmektedir. Ancak tarihin itici gücünün sınıf mücadeleleri olduğunu bizzat tarihin kendisi bize göstermemiş midir? Devlet, monarşi olsun cumhuriyet olsun çeşitli Momentlerde aldığı biçimler fark etmeksizin, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenlik aracıdır. Sosyalizm ise proletaryanın iktidarından başka bir şey değildir. Sosyalizmi “herkesin ortak projesi” haline getirmek, burjuvaziyi mülkiyet ilişkilerinden azade kılarak halkın içine karıştırmak, sınıf antagonizmasını ahlaki bir düzlemde eritmek demektir.
Böyle bir yaklaşım teorik olarak hatalı olmasının yanı sıra, sosyalizmin sınıf........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein