menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Derinleşen Hakikat Krizimiz ve Medya

6 14
previous day

Mevcut tablonun değişmesi için bir çok alanda olduğu gibi medya alanında da bütünlüklü bir reform ihtiyacı var. Çözüme giden yolda ilk sırada her alanda olduğu gibi demokratikleşme ve hukuk devletine dönüş yer alıyor.

Basın özgürlüğü, demokratikleşmenin önemli kurumu olan medyanın işlevini yerine getirememesi ülkenin kadim sorunlarından biri. Gelişen teknolojiye, çeşitlenen mecralara, ortamlara rağmen sorun giderek derinleşti. Medyanın krizini; haber alma, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının ötesinde; toplumun hakikatle bağının incelmesi hatta toplum olma bağlarının sarsılmasına kadar yakıcı etkileri var. Hakikat krizi bir yanıyla da kamusal alanın gücünü azaltan bir etki yapıyor.

Demokrasinin gücü, toplumun hakikate nasıl eriştiğiyle, kamusal tartışmanın ne kadar açık ve çoğulcu olabildiğiyle çok yakından ilişkili. Bu nedenle medya, demokratikleşmenin çevresel bir unsuru değil; tam merkezinde yer alan kurumlardan biri. Aktif vatandaşlığı hayata geçiren sivil toplumla birlikte. Türkiye’de ise uzun zamandır bu merkez giderek daralıyor. Haber alma hakkının, hesap verebilirliğin ve eleştirel düşüncenin beslendiği mecralar, siyasal ve ekonomik baskıların gölgesinde zayıflıyor. Gazeteciliğin asli işlevi olan toplumu bilgilendirme ve hakikati görünür kılma sorumluluğu giderek daha çok algıyı yönetme, pazarlama faaliyeti ve doğrudan propaganda pratiklerinin arasında kayboluyor. Afetlerden ekonomik göstergelere, en temel toplumsal sorunların haberleştirilme biçimine baktığımızda bu eğilimin ne kadar belirginleştiğini görmek güç değil. Daha da trajik olanın gazeteciliğin hakikatleri ortaya çıkaran değil; yalanları dolaşıma sokan güç haline getirilmesi. Manşetlerin gerçeklerle değil gerçekleri ters yüz etmek için kullanılması. Hayata dönüş operasyonlarından, 28 Şubat döneminden deneyimlediğimiz medya operasyonlarının çok daha büyüklerini Ekrem İmamoğlu’na yönelik davalarda görüyoruz.

Bu tabloyu yalnızca gazetecilerin tercihleriyle açıklamak mümkün değil elbette. Medya sahipliğinin dar bir alanda yoğunlaşması, bu sahiplik yapılarının siyasal güç ilişkileriyle iç içe geçmesi, ifade özgürlüğünü sınırlayan baskı mekanizmaları ve kurumsal gazeteciliği güçlendirecek geleneklerin yeterince yerleşememesi; mesleği profesyonel etik ile siyasi yönlendirme arasında sıkışmış bir alan hâline getiriyor. Bu durumun topluma yansımasını ise kurumlara güven sıralamasında medyanın en altlarda yer almasında görüyoruz. Araştırmalar, medyanın güvenilirlik, tarafsızlık ve bağımsızlık gibi temel demokratik ölçütlerde `’ları aşan........

© Perspektif