MERHAMETSİZ BİR DÜNYADA MERHAMETLİ OLMAK
Türkü formunda bestelenen “Yolun Sonu Görünüyor” adlı şiirin bir beytinde, “Bu dünyanın direği yok Merhameti yüreği yok” denilmekte ve bu dünyanın merhametsizliğinden ve yüreksizliğinden şikayet edilmektedir. “Merhameti ve yüreği” olmayan bu dünyadan kasıt ise yaşanan acılar, olaylar, ıstıraplar, çaresizlikler ve ölümler karşısında insanların duyarsızlığı ve merhametsizliğidir. Gerçekten bu dünyada duyarlı ve merhameti insanlar yok mudur, yoksa merhametli insanlar var da merhametsiz insanların sayısı ve etkinliği mi çoktur?
Her dönemde ve her çağda, merhametsiz insanlar olduğu gibi merhametli insanlar da olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Nitekim yaşadığımız bu dünyada merhametsizliğin gittikçe yaygınlaştığı, çeşitli sebepler ve bahanelerle çocuk, yaşlı ve kadın demeden öldürülen binlerce insanın varlığı söz konusu olsa da, yoksula, muhtaçlara ve çaresizlere yardım eden sayısız merhamet sahibi gizli kahramanlar da söz konusudur. Bu kahramanlardan biri de İzmir’de üşümesin diye arabasına aldığı kişi tarafından katledilen merhamet sahibi bir şofördür. Öldürülmeseydi, merhamet sahibi bir insan olarak bilinmeyecekti.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan Hoca, bir bilim insanı olarak bu olayı şöyle tahlil ediyor: “Yanlış kişiye merhamet etmek de zarar verir. Merhamet başıboş bırakılması gereken bir duygu değil… Bazı kişiler kendilerini acındırırlar, yardım edersin ona, aslında tembelliğe, aç gözlülüğe teşvik etmiş olursun. Onun için merhamet edilecek nesneyi de iyi seçmek gerekiyor. ‘Merhameti hak ediyor mu bu?’ diye düşünmek gerekiyor.” “Merhametin olmadığı bir ortamda insanlar çok yalnızlaşıyorlar. Küresel yalnızlaşmanın arka planında merhamet azalması var”[1] şeklinde analitik bir değerlendirmede bulunuyor. Bu değerlendirmenin bize verdiği mesaj ise ‘Merhametten maraz doğar’ diye merhametten kaçmanın doğru bir davranış olmadığı, ancak “aşırı merhamet ve iyilik göstermenin, bazen istenmeyen sonuçlar doğurabileceği ve zarara uğratıp sorunlara yol açabileceği” gerçeğini de unutmamaktır. Temennimiz ve umudumuz, merhametsizliğin çoğalarak merhamete üstün gelmemesi, diğer bir ifade ile merhametin hayata egemen olmasıdır. Tarihten ve günümüzden seçilen şu örnekler bize böyle bir umut aşılıyor:
“Haçlılar, Denizli’den Antalya’ya doğru ilerlerken Türklerin hücumları ile çok zayiata uğruyor; Rumlar da fırsattan faydalanarak Haçlılara darbe vuruyorlardı. Türkmenler sürülerini alarak çekiliyor; çarpışmalardan başka açlık, hastalık Haçlıları bitiriyordu. Nihayet perişan bir vaziyette Antalya’ya varan Haçlıların kont ve baronları gemilere binip Suriye sahillerine gittiler. Fakirleri Antalya’da kalınca Rumlar Türkleri çağırdılar. Haçlılar, “Türklerin kılıcından daha ziyâde Rumların hıyanetinden” kayıplara uğradılar. Nitekim Türklerin gelmesi üzerine “iki düşman arasında kalan Haçlılar kaçıyor; esir veya ölüler çoğalıyordu. Rumların hileleri tecavüze inkılâb etti. Fakat Türkler artık acınacak durumda bulunan bu aç, hasta, fakir insanlara karşı savaştan vazgeçip merhamete geldiler. Aç ve fakirlere yemek verdiler; hastalarını tedavi ettiler ve kendilerine para dağıttılar. Böylece dindaşları Rumların zulmünden kaçıp Müslümanlar nezdinde himaye ve merhamet arayanlardan 3000’den fazla gencin Türklere iltihak eylediği söyleniyor. ” Kralın seferde papazı olarak bulunan Odon de Deuil, Haçlıların Müslüman olmasından müteessir olarak : “Ey hıyânetten daha zâlim olan merhamet! Müslümanlar Hristiyanlara ekmek vererek dinlerini satın alıyorlardı. Bununla beraber Türkler onları İslâm yapmak için bir zorlamada bulunmadılar” ifadesiyle........
© Mir'at Haber
visit website