Suyun hafızası: Selim’in kulaçları ve yüzmenin meditasyonu
İnsan, suya doğar.
Bunu biyolojik bir veri olarak değil, varoluşsal bir hakikat olarak söyleyelim. Suyun içinde başlayan hayat, suyla kurulan ilişkinin temelini atar. Anne rahmindeki yumuşak titreşimler, bir ömür bedenin bir yerinde saklı kalır. Belki de bu yüzden, suya her dönüş bir hatırlayıştır. Unutulan bir melodinin yankısı gibi.
Selim, suya beş buçuk yaşında döndü. Henüz oyunu kendince kurmaya başlanan yaşlarda Selim, bedenini başka bir alfabeye teslim etti: suyun alfabesine. Şimdi sekiz yaşında. Ama yüzmeyle kurduğu ilişki yaşla ölçülecek gibi değil. Onunki bir bağ kurma biçimi, belki de kendi içine çekilmenin en erken ve en berrak yolu.
Haruki Murakami’nin bir roman kahramanı şöyle diyor:
“Başkasına karşı sayı almam gereken yarış türlerinden nefret ediyordum. Ben daha çok durmadan yüzmek istiyordum, yalnız ve sessizlik içinde.” (Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında, çev. Pınar Polat, Doğan Kitap)
Murakami, bu satırlarla yüzmenin özünü yakalamış olabilir. Yüzme, bir yarış değil, bir inzivadır. Suya girerken rekabeti değil, sükûneti yanınıza alırsınız. Her kulaçla biraz daha uzaklaşırsınız karadan, kalabalıktan, karmaşadan. Sporların bize zerk ettiği ‘insularite’ duygusunun, yani adasallığın, en saf hali yüzmededir. Bir adaya sığınmak gibi değil, adanın kendisi olmaktır belki.
Selim’in yüzme serüveni, işte bu ‘adasallık’ duygusunun minyatür bir hikâyesi. İlk başta, su soğuk gelir. Beden direnç gösterir. Ama sonra bir şey olur; çocuk, suyu sadece bir mekân........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden