İsmail Fatih Ceylan yazdı: Mehmet Akif Ersoy neden dışlandı?
Mehmet Akif Ersoy halkın sevdiği bir isim, hükümetin el üstünde tuttuğu, itibarı hayli yüksek, şöhretli biriyken; üstelik dinî duygulara sahip ve dürüst biri olarak tanınırken, bir anda itibarsızlaştı, dışlandı. Herhâlde hayatında beklemediği bir şekilde kendini yalnızlık içinde buldu.
Kimse böyle bir son beklemiyordu. Dost bildiği kişiler yüz çevirmeye başlamış, beklenmedik isimler aleyhinde konuşur olmuştu.
Öyle ki, inkılâpları desteklemediği, bu yüzden gönüllü olarak Mısır’a gittiği yönünde yaygın bir kanaat oluşunca, yeni dönemin edebiyatçıları onu gerici, şeriatçı olmakla itham eden yazılar kaleme aldılar. Atatürk’ün sofrasında yer alan yazarlara göre Mehmet Akif artık bir mürtecidir.
Oysa o, meşhur “Çanakkale Şehitlerine” şiirinin ve her gün okunan İstiklal Marşı’nın yazarıydı. Millî Şair olarak tanınıyordu. Mustafa Kemal, onu Kurtuluş Savaşı döneminde el üstünde tutmuş, irşad vazifesi vermiş, memleket sathında halka kurtuluş mücadelesini anlatmakla görevlendirmişti.
Ama inkılâplardan sonra her şey değişmişti. Şapka Kanunu’nu benimsemeyen ve şapka giymemek için Mısır’a gittiği söylenen Mehmet Akif Ersoy, sadece dışlanmakla kalmayacak; emekli maaşı kesilecek, peşine ajanlar takılacaktı. Sağlığında olduğu gibi vefatından sonra da, dönemin yazarları tarafından şapka giymeyi istemediği için eleştirilecek ve mürteci ilân edilecekti.
Bugün çoğu pek tanınmayan ve bazıları unutulan o devrin yazarları, İstiklal Marşı şairini eleştirmekle kalmıyor, Millî Şair’e alenen hakaret ediyorlardı. “Atatürk’ün sofra yazarı” olarak tanınan Falih Rıfkı Atay, ünlü şairimize “Kafasının darlığı şapka giymesine müsaid değildi” diye hücum ediyordu.
Bir şiirinde “Bizim canımız Atatürk’e feda olsun” diyen Münir Müeyyed Bekman, Mehmet Akif Mısır’dan yurda döndükten kısa bir süre sonra şöyle yazmıştı:
(Alıntı yazıları düzeltmeden, o günkü üsluplarıyla aktarıyorum)
“Bir değerin, inkılâp içinde değerlendirilmesi mücerret hükümlerle değil, inkılâbın hükümleriyle mümkündür. Kıymetler mücerret hükümlere dayandıkça kıymetsiz kalmaya mahkûmdur. Bu itibarla inkılâpçı bir ruhun ona vereceği hüküm bir sıfır! İnkılâp edebiyatı tarihinin hükmü ise kısaca ‘kanaatlerinin kuvvetli bir şairi idi’ demekten ibaret olacaktır. Onun için daha fazlasını istemek, inkılâba karşı hürmetsizlik olur.”
(Açıksöz Gazetesi, 1 Temmuz 1936.)
İzmir Milletvekili Hasan Âli Yücel ise Akif’i “inkılâp yürüyüşünün döküntüleri” arasında kalmakla niteliyordu:
“İstiklâl mücadelesinden sonra Mehmet Akif, cemiyette gördüğü değişmelere inanmadı ve inanmadığı için de uymadı. Beş altı sene memleketten uzak yaşamasının sebebi budur. Çünkü onun cemiyet telakkisi geri idi. Hâlbuki kurtuluş zaferinden hızını alan inkılâp duramazdı. Bir muharebede sıkı bir yürüyüş zarureti hasıl olduğu zaman, bacaklarında kudret olmayanlar döküntüler arasında kalırlar.”
(Akşam Gazetesi, 4 Ocak 1937.)
Agâh Sırrı Levend de benzer bir yorum yapacak ve şairin “sosyal inkılâpları kavrayabilecek bir ufuktan yoksun olduğunu” söyleyecektir:
“İstiklâl Savaşı’na feragatli ve sadık bir vatanperver olarak katılan Akif, mücadelenin ilk safhalarında önemli bir yer alacak, ilk Millet Meclisi’nde mebus sıfatıyla bulunacak kadar bu büyük hareketi takip etmiştir. Ancak birbirini takip eden sosyal inkılâplar, onun âleminin üstünden aşacak kadar ileri ve ona uzak idi. Bu his, yabancı diyarların elemine katlanmayı göze alacak derecede ona kuvvetli geldi.”
(Yeni Türk, 1 Mart 1937.)
Mehmet Akif’in vefatından sonra Yeni Adam mecmuasının 11 Mart 1937 sayısında Mehmet Akif hakkında açtığı ankete dönemin yazarlarının verdiği cevaplar oldukça ilginçtir. Meselâ Peyami Safa şunları söyler:
“Akif, Türk edebiyatında teknik bakımdan Muallim Naci’yi tekâmül ettirmekten, yani mustahase aruz kalıbını tasfiyeye çalışmaktan başka rol oynamamıştır: Aruzun cenazesini yıkayarak gömmüştür. İnkılâba küsenlere inkılâp da küser. Akif’in tezi falan yok, perakende iştiyakları vardır. Yıkılan bir şarka ağlamış, ahlâk tereddîsiyle mücadeleye çalışmış ve hüsran içinde gözlerini kapamıştır. Onun istediği dünya Rönesans’tan evvel yıkılmıştı.”
İsmail Hami ise şöyle cevaplar:
“Akif ne halk şairi ne de sınıf şairidir. O, bence bir ümmet şairidir. Akif’in Türk inkılâbına hizmeti var mıdır şeklindeki suallere, edebî şahsiyetini istihdaf ediyorsa, eserleri içinde en güzellerinden sayılan İstiklal Marşı’nın güftesi millî hareket devrinde yapılmış bir hizmet şeklinde gösterilebilir. Fakat bu güftedeki zihniyetin, ondan sonra yapılmış olan inkılâplardaki prensiplerle ne dereceye kadar tevafuk gösterebileceği ayrı bir meseledir. Kendisini tanımadığım için Mısır’a niçin gittiğini ve ne için geldiğini bilmiyorum. Eğer kendi nokta-i nazarından şapkayı Müslümanlığa münafi bir şey sayarak gitmişse, bunda tabii aldanmıştır. Akif’in şiirlerinde tasvir ettiği dertler hep İslâm sosyetesine aittir. Akif yalnız İslâm âleminin ihtiyaçlarıyla alâkadar olmuştur; şiirlerinde Türk sosyetesiyle ilgisini gösteren satırlara tesadüf edilmez. Hatta meşhur ‘Çanakkale’ manzumesinde de tebcil ettiği şehitler onun nazarında Türk şehitleri değil, Müslüman şehitleridir.”
Şükûfe Nihal, gerici ve yobaz gördüğü Akif’in şiirlerini edebiyatımıza sokmamamız gerektiğini söyler:
“Türk Arabsız yaşamaz, kim ki yaşar der, delidir.”
Bugünkü siyasî zaruretler içinde ancak kendi varlığına dayanarak kurtuluş yolunu bulan Türk’ün büyük idealini sezemeyerek onu “deli” diye tezyif eden bir adam.
“Müslümanlıkta anasır mı olurmuş ne gezer?
Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber…”
diye bize on dört asır evvelki ihtiyaçların yarattığı rejimlerden bahseden skolastik bir kafa… Böyle bir kafanın milliyetçilikle zerre kadar ilgisi olamaz…
Ben onda bir halk şairi vasfını da pek göremiyorum. O, ümmetçi bir adamdır; en karakteristik tarafı koyu bir din adamı oluşudur. Safahat’ı baştan başa karıştırınız; her fikirde, her mevzuda hep Allah, hep Nebi, Turusinalar, secdeler; her ıztırapta, her arzuda “İlâhî” diye göklere açılan bir el…
Akif’in Türk inkılâbına tek bir hizmeti yoktur. O, bilakis bizim kanımız bahasına yarattığımız inkılâbın eserlerini beğenmeyerek bu toprakları bırakıp gitmiştir. Başından, yine bizim malımız olmadığı söylenen fesi çıkarıp yerine bir başka........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein
Beth Kuhel