Nizip’in ilk çift minareli camisi karşısındaki parkın kenarından aşağıya doğru inerken parkın güneybatı kısmında yer alan çöp konteynerinden çöpü karıştıran bir yaşlı adam görmüştüm. Üstü başı temiz, sakallı, üzerinde abası, yetmiş yaşlarında sempatik biriydi. Şaşırmıştım doğrusu. Böyle bir adamın çöpü karıştırmasına anlam verememiştim. Yaklaşıp selam verdim. “Ve aleyküm selam” dedi. “Ne yapıyorsun burada amca” diye üsteledim neden sorduğumu anlamadan. Adam, biraz şaşkınca bana dönüp “Dünyayı karıştırıyorum” dedi. Amca “Bir ihtiyacın varsa yardımcı olabilirim” dedim verdiği cevap üzerine. “Yok, evlat; bizler yardımı sadece Allah’tan bekleriz” deyince daha da şaşırmıştım. İçimde bu adamın sıra dışı biri olduğu kanısı uyanmıştı. “Acaba Hızır olabilir mi?” diye de aklımdan geçmedi değil. Eğer uygun görürse kendisiyle biraz sohbet etmek isteğimi söyledim bu söylemleri üzerine. “Olabilir” ifadesinden sonra “İnsan genelde duymak istediklerini konuşmak ister” dedi çöpten çıkardığı elmayla bir banka oturduk.

“Evet, seni dinliyorum” dedi tatlı bir sesle. O an kitlenmiştim adeta ne konuşacağımı ne soracağımı unutmuştum. Tebessüm etti. Sanki yüzünde güller açmıştı. Gülünce o kadar güzel bir yüzü vardı ki kesin bu, Hızır (as) dedim içimden. “Hızır (as) ölümsüz mü?” diye bir anda bir soru çıktı ağzımdan. Bu soru karşında tebessümü gitmişti. Biraz ciddileşerek “Hiçbir beşer ölümsüz değildir” dedi. “Hızır, ya Yüce Allah’ın mazlum kullarına gönderdiği bir melek ya da yaşadığı dönemde Yüce Allah’ın lütfu ile insanlara yardımcı olan veli bir kuldur.” Cevabı yüreğimi teskin etmişti. İkinci soruyu bekler gibi bir hali vardı. Ve nihayet sordum: “Tarikata girmek şart mıdır?”

Yine tebessüm etti ve bu durum beni biraz sakinleştirmişti. “Bak evlat!” dedi. “Tasavvuf, dünyevileşen Müslümanların tekrar İslam’ı Efendimiz dönemindeki gibi yaşama hareketidir. Böyle başladı ama böyle devam etmedi. İçine doğudan ve batıdan birçok fikir karıştı. Takvayı yaşayayım derken ifrat ve tefrit çizgilerinde gezildi. Gizemden beslendi, gizemle tahakküm (rüya, ilham, gayb haberleri) etmeye başladı. İki ekol oluştu sonra: Cehri Zikir Ehli ve Hafi Zikir Ehli. İlk ehil, nefsini zorlayarak tezkiye etmeye çalıştı; uzlet hayatı, çile çekerek, birçok şeyi nefsine haram kılarak… İkincisi, nefse acı çektirmenin doğru yöntem olmadığını savundu. İkincisi fıtrata daha uygun olduğundan müntesipleri daha çok oldu… Yalnız tuhaf olan, tasavvuf yoluna giren insanlar tasavvufu dillerinde yaşadılar. Din; ilmi teşvik etti ehl-i tarik yanlış yerlerde aradı gerçeği, mütevazı olunmasını istedi müritler burnundan kıl aldırmaz oldu, kardeş olunmasını istedi mutasavvıflar bizden olmayan Müslüman değil düşüncesine saptı, dünyaya batmayın dedi bu yoldakilerin çoğu dünyayı hamuduyla yutmaya çalıştılar. Tasavvuf nefsini eğitip Yüce Allah’a doğru yol almaktır. Bu yol kalple alınır ve amellerin bunu doğrulaması gerekir.” Aman Allah’ım! Bu cevapları veren, çöpleri karıştıran kişi miydi? Bu kadar bilgiye rağmen neden çöpleri karıştırıyorsun diye soramadım.

Şunu da diyeyim diye ekledi: “Tasavvuf bir zorunluluk değil bir tercihtir. Bir Müslüman, Allah’ın kitabından ve Peygamberin sünnetinden sorumludur. Şöyle düşünebilirsin; tasavvuf masivayı terk etmektir. İnsan ile Yüce Allah arasında binlerce perde vardır. Bu perdeleri aşıp Yüce Allah’a yakın olma uğraşıdır. Asgarisi, şeriattır ki her mutasavvıf bundan sorumludur. Tarikat, hakikat, marifet birer aşamadır ve seyr-i süluke giren kişi kendi iradesiyle bu alanda ilerlemeye çalışır… Bu yolda o kadar güzellikle karşılaşır ki aldığı tadı hiçbir şeye değişmez… Bu konuyu daha iyi anlaman için; zaruret, fetva, takva konularına bakabilirsin.” O anda aklıma sürekli sorulan bir soru gelmişti: “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan mıdır?” Bunu da sordum.

“Hey evlat; hocalardan, kitaplardan bu sorunun cevabını bulamadın mı?” Hafif kızarmıştım, kendimce biliyordum cevabını ama kendisinden duymak istediğimi belirttim. Aslında “İnsan bildikleriyle amel ederse Yüce Allah ona bilmediğini öğretir. Ve insan Yüce Mevla’nın hudutlarına riayet ederse Rabbim onu hiç ummadığı şekilde rızıklandırır ve her türlü korku ile hüzünden emin kılar. Soruna gelince, şu an milyonlarca talebenin başında öğretmen var değil mi? Sporla uğraşan her insanın hocası yok mudur? Her mesleğe giren kişinin ustası da var. Eskiden yolculuk yapan kafilelerin önlerinde rehberler olurdu. Bu gerçekleri bilmemize rağmen tasavvuf yolunu tercih eden birinin neden mürşidi olmasın ki ve bu yol kolay bir yol değil. Bu yola girenin yanı başında ehl-i kâmil bir mürşidin olup onu hedefine doğru emin adımlarla götürmesinden daha doğru ve doğal ne olabilir?” Cevabı tutarlıydı ve tatmin ediciydi. İçime bir huzur inmişti. Daha çok şey sormak isterdim ama nedense daha fazla tutmak istemedim bu cennet yüzlü amcayı. Teşekkür ettim kendisine zaman ayırdığı için ve tekrar “Eğer bir ihtiyacınız varsa yardımcı olmak isterim” diye belirttim. Hiç oralı olmadı. Ayağa kalkmıştık, elimi uzattım musafaha yapmak için. Önce elini vermek istemedi, elim havada kalınca uzattı elini ve eli yumuşacıktı. Dua etmesini istedim eli elimindeyken. “İyilerin duası olsun” dedi.

Oradan ayrılırken dilimden gayriihtiyari “Sübhanallahi ve bihamdihi” zikri döküldü. Birkaç adım attıktan sonra geriye döndüm, o gül yüzlü adamı son kez görmek için; ama nafile, kimsecikler yoktu orada…

The post Dünyayı Karıştırmak first appeared on İnsaniyet.
QOSHE - Dünyayı Karıştırmak - Ömer Yıldırım
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dünyayı Karıştırmak

32 0
04.02.2024

Nizip’in ilk çift minareli camisi karşısındaki parkın kenarından aşağıya doğru inerken parkın güneybatı kısmında yer alan çöp konteynerinden çöpü karıştıran bir yaşlı adam görmüştüm. Üstü başı temiz, sakallı, üzerinde abası, yetmiş yaşlarında sempatik biriydi. Şaşırmıştım doğrusu. Böyle bir adamın çöpü karıştırmasına anlam verememiştim. Yaklaşıp selam verdim. “Ve aleyküm selam” dedi. “Ne yapıyorsun burada amca” diye üsteledim neden sorduğumu anlamadan. Adam, biraz şaşkınca bana dönüp “Dünyayı karıştırıyorum” dedi. Amca “Bir ihtiyacın varsa yardımcı olabilirim” dedim verdiği cevap üzerine. “Yok, evlat; bizler yardımı sadece Allah’tan bekleriz” deyince daha da şaşırmıştım. İçimde bu adamın sıra dışı biri olduğu kanısı uyanmıştı. “Acaba Hızır olabilir mi?” diye de aklımdan geçmedi değil. Eğer uygun görürse kendisiyle biraz sohbet etmek isteğimi söyledim bu söylemleri üzerine. “Olabilir” ifadesinden sonra “İnsan genelde duymak istediklerini konuşmak ister” dedi çöpten çıkardığı elmayla bir banka oturduk.

“Evet, seni dinliyorum” dedi tatlı bir sesle. O an kitlenmiştim adeta ne konuşacağımı ne soracağımı unutmuştum. Tebessüm etti. Sanki yüzünde güller açmıştı. Gülünce o kadar güzel bir yüzü vardı ki kesin bu, Hızır (as) dedim içimden. “Hızır (as) ölümsüz mü?” diye bir anda bir soru çıktı ağzımdan. Bu soru karşında tebessümü gitmişti. Biraz ciddileşerek “Hiçbir beşer ölümsüz değildir” dedi. “Hızır, ya Yüce Allah’ın mazlum kullarına gönderdiği bir melek ya da yaşadığı dönemde Yüce Allah’ın lütfu ile insanlara yardımcı olan veli bir kuldur.” Cevabı yüreğimi teskin etmişti. İkinci soruyu bekler gibi bir hali vardı. Ve nihayet sordum: “Tarikata girmek şart mıdır?”

Yine tebessüm etti ve bu durum........

© İnsaniyet


Get it on Google Play