gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar

yeryüzünde sizin kadar yalnızım

Yalnızlığımı bir başkasıyla paylaşmak istemediğim bir yer ve zamandayım. Soğuk algınlığından acı duyduğum ve sık sık burnumu çektiğimde, sanki kafatasımın içindeki tüm hücreler bir bir ölüyor.

Sırtüstü uzanmaktan yorulunca sırtıma bir iki yastık daha koyarak yarım doğruluyorum yatakta. İçerden vuran sıcak hava camlara buğu olarak yapışmış. Şafaktan bu yana kar yağıyor. Bazen fırtına olarak, bazen ufak ufak, bazen iri iri yağıyor. Vakit öğleni çoktan aşmış, kar yağışı dinmemiş; okullar tatil edilmiş yine kar dinmemiş, ben pencereden saatlerdir dışarıyı gözlüyorum, kar hâlâ yağıyor.

Bu bir öykü değil kuşkusuz. Aslında ‘yalnızlık’ ile ilgili bir deneme geçiyor aklımdan. Zaten o maksatla kalemi elime aldım.

Odada yapayalnız, sırtımı yatağın demirlerine dayamış, habire, hiç dinmeden yağan kar tanelerini sayıyorum. Evdekilerden habersizim, onlar da beni unutmuşlar, çünkü ne gelen var ne giden. Ne soran var ne ihtiyacımı gideren. Bugün beni unutmuşlar adeta. İnsanın ihtiyaçları karşılandıktan sonra, kendi kendisiyle başbaşa kalması güzel şey. Belki bu türlü yalnızlığı üç gündür ben istedim.

Yalnızlık konusu biraz zor, biraz çetrefil. Psikanalist açıklamalar gerektirecek bir konu zaten. Eskiden beri yalnızlığın ruhla ilgili bir edim olduğunu biliyordum, ama bu günkü kadar ruhsal, psiko-sosyal bir karmaşalık içinde olduğunu bilmiyordum.

Yalnızlığı hep sevmişimdir. Kalabalıkta bile. Bu demektir ki yalnızlık, insanın tek başına kalması, başka kişilerden cismen uzaklaşması, salt bir yerde, insanlardan uzak inzivaya çekilmesi değil.

Dünya edebiyat literatürüne geçmiş ‘yalnızlık edebiyatı’ denen başlıbaşına bir edebiyat türü var. Yalnızlık kavramıyla ilgili geniş açılımlarıyla birlikte dünya edebiyatçılarının baş konusu olmuştur.

Fransız sembolist şairlerinden Baudelaire; çocukluğundan beri yalnızlık duygusunun kendisini bırakmadığını, ailesine, arkadaşlarına, çevresine karşı sanki sonsuza dek yalnızlığa yazgılı olma duygusu taşıdığını söyler. Ve bu, onun için çok önemli canlı bir yaşam, zevk verici bir olaydır.

Yalnızlık bir yaşam biçimidir; bir itilmişlik ve toplumdan ret değildir. Çünkü en büyük yalnızlar, toplumla barışık yaşayan, entelektüel birikimlerini başkasıyla rahatlıkla paylaşabilen sanatçılardır. Belki burada bilinmesi gereken şeyin, yalnızlığın psiko-nevrotik bir edilgenliğin sonuçlarına katlanmak ve onu olduğu gibi kabul etmeden geçtiğidir.

Yalnızlık, bir yandan kendi başına olmaksa da bir yandan da özlem demek, bir yandan ayrılık demek, bir yandan nesnel gerçeklik demek, bir yandan içsel bir boşluk demektir… Yalnızlığın en belirginlik kazandığı alan da ayrılığın göründüğü alandır…

Uzun süredir belki böyle bir yalnızlığı yaşamadığım için bugün bana ilginç gelebilir. Her ne kadar ben yalnızlığı kendi içimde çoğaltan biri olarak bunları duyumsuyorsam da dediğim gibi yalnızlık, tek başına uzaklaşmak, inzivaya çekilmek falan değil. Zaten yazan veya şairi yazmaya sevk eden saiklerden biridir yalnızlık duygusu.

Eş-dost arasında, ailenizde, arkadaş grubunuz içinde, bir toplantıda veya bir eğlencede kendinizi yapayalnız, o anda yapılanlardan çok uzak bir yerde hissettiğiniz veya bu hisse kaptırdığınız ya da bu hissin gelip sizi bulduğu anlar olmadı mı hiç? Olmuştur mutlaka. Her insanın başına gelebilecek bir histir bu. Bir de bunu yoğun bir şekilde yaşayan insanlar var. Bir topluma hitap ederken yalnızdır, şen ve şuh kahkahalar atarken yalnızdır, çevresindeki cıvıl cıvıl kaynaşan insanlar içinde yalnızdır, içinde belki anlamsız belki anlamlı bir boşluk vardır, kendini bir türlü oraya ait gibi hissetmez, duyargaları kapalıdır, sıkılgandır, gözleri bir şeyler arar durur, kendini tanıyamaz, içini kemirgen kurtlar kemirip duruyordur, neden buradayım, ne diyorum, bunlar ne yapıyor, gibi anlamsız sözler dolanıp durur beyninde. O, uzaklaşmayı, bir ırmak kenarında olmayı, bir dağ başında saçlarını rüzgarlara açmayı, engin bir deniz kıyısında dalgaları saymayı, uçan kuşları, salkım salkım dönen bulutları hayâl ediyordur belki. Ayrılık, içinde melankolik bir hazza dönüşür, kalabalık onu boğar, konuşmalar saçmalığa dönüşür onun için, yapılanlar, hareketler, devinmeler boş ve anlamsızlaşır gözünde, her şey silikleşir ve kendini bir boşluğa bırakır. İşte ruhsal olan dediğimiz şey ve belki psikanalizmin ruhsal faktörlere bağlı yaptığı tanımlar, bu dıştan çok içe dönük olan ruhun kendini özgürlüğe bırakması ile açıklanabilir.

Ayrılık duygusunun yaşandığı çok demler vardır. Birinde sevgilinin bırakıp gitmesidir, terk edilmişlik duygusudur; birinde artık sizin için anlamını yitirmiş bir birlikteliktir, birinde ölümün ayırmasıdır, birinde bir dostun uzun bir süre için sizden uzaklaşmasıdır, başka bir diyara gitmesidir.

Cemal Süreya’nın;

Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü

kör oldum

demesi gibi bir duygudur yalnızlık. Ya da epigrafta verdiğim gibi, binlerce yıldız gözkırpıp ışıldamalarına rağmen hep beraber (bize öyle görünürler) ama gökyüzünde yine de tek başlarına, yapayalnız gezer dururlar. Sitemin en ağır şeklidir bu söyleyiş.

İşte benim kendi başınalığım dediğim şey budur.

30 Aralık 2002

The post Yalnızlık Duygusu first appeared on İnsaniyet.
QOSHE - Yalnızlık Duygusu - Müştehir Karakaya
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yalnızlık Duygusu

11 0
12.11.2023

gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar

yeryüzünde sizin kadar yalnızım

Yalnızlığımı bir başkasıyla paylaşmak istemediğim bir yer ve zamandayım. Soğuk algınlığından acı duyduğum ve sık sık burnumu çektiğimde, sanki kafatasımın içindeki tüm hücreler bir bir ölüyor.

Sırtüstü uzanmaktan yorulunca sırtıma bir iki yastık daha koyarak yarım doğruluyorum yatakta. İçerden vuran sıcak hava camlara buğu olarak yapışmış. Şafaktan bu yana kar yağıyor. Bazen fırtına olarak, bazen ufak ufak, bazen iri iri yağıyor. Vakit öğleni çoktan aşmış, kar yağışı dinmemiş; okullar tatil edilmiş yine kar dinmemiş, ben pencereden saatlerdir dışarıyı gözlüyorum, kar hâlâ yağıyor.

Bu bir öykü değil kuşkusuz. Aslında ‘yalnızlık’ ile ilgili bir deneme geçiyor aklımdan. Zaten o maksatla kalemi elime aldım.

Odada yapayalnız, sırtımı yatağın demirlerine dayamış, habire, hiç dinmeden yağan kar tanelerini sayıyorum. Evdekilerden habersizim, onlar da beni unutmuşlar, çünkü ne gelen var ne giden. Ne soran var ne ihtiyacımı gideren. Bugün beni unutmuşlar adeta. İnsanın ihtiyaçları karşılandıktan sonra, kendi kendisiyle başbaşa kalması güzel şey. Belki bu türlü yalnızlığı üç gündür ben istedim.

Yalnızlık konusu biraz zor, biraz çetrefil. Psikanalist açıklamalar gerektirecek bir konu zaten. Eskiden beri yalnızlığın ruhla ilgili bir edim olduğunu biliyordum, ama bu günkü kadar ruhsal, psiko-sosyal bir karmaşalık içinde olduğunu bilmiyordum.

Yalnızlığı hep sevmişimdir. Kalabalıkta bile. Bu demektir ki yalnızlık, insanın tek başına kalması, başka kişilerden cismen uzaklaşması, salt bir yerde, insanlardan uzak inzivaya çekilmesi değil.

Dünya edebiyat literatürüne geçmiş ‘yalnızlık edebiyatı’ denen başlıbaşına bir edebiyat türü var. Yalnızlık........

© İnsaniyet


Get it on Google Play