Filistin sorunu denildiğinde herkesin aklına önce uluslararası siyaset, güvenlik konseyi, barış görüşmeleri ya da bitmeyen çatışmalar geliyor.

Bunlar doğru olmakla birlikte, sorunun her zaman köşede kalan ve ihmal edilen bir boyutu var: kentler.

Filistin kentleri bir yaşam alanından daha çok savaş meydanını andırıyor.

Batı Şeria'daki güvenlik duvarı kenti dünyanın en büyük cezaevi haline getirmiş durumda.

İnsan haklarının mekândaki karşılığı olan kentli haklarından bahsetmek, yaşam hakkının tartışmalı olduğu Filistin kentlerinde sadece bir fantezi.

7 Ekim sonrasında kent yaşamının geldiği durum ise, tartışmasız bir "kentkırım"; İsrail yalnızca Filistinlileri hedef almıyor, yaşam alanı olan kentleri de yok ediyor, adeta kentleri öldürüyor…

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kentkırım 1990'lı yıllarda Bosna Savaşı sırasında geliştirilmiş bir kavram.

Kentkırım kelimesi ilk kez Marshall Berman ve bir grup Boşnak mimar tarafından eşzamanlı olarak kullanıldı.

Kentkırım (urbicide) kelimesi "urban" (kente ait olan) ve "cide" (öldürme) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.

"Urban" kelimesinin kökeni Latince "urbanus"tan geliyor. Urban, kentte var olan maddi koşullar ile bu maddi koşulların yarattığı yaşam tarzını ifade ediyor.

Bu bağlamda; urbicide (kentkırım), urban terimi ile anlatılan kent ve kent yaşamına, kentli hakları ile ilgili her türlü değere karşı yapılan saldırılardır.

Kentkırımda, kent şiddetin uygulandığı mekân olmakla kalmaz, bizzat şiddetin ve saldırganlığın hedefi halindedir.

Üstelik bu şiddet etnik, dini vb. bir kin ve nefrete dayanır.

Başka bir deyişle, kentkırımın olması için hem kentlerin doğrudan hedef alınması hem de saldırıların etnik, dini bir nefret içermesi gerekir.

Kentkırımda bir etnik grup için simgesel önemi olan yapılar ve eserler saldırının asıl hedefidir.

Bu hedefler savaş sırasında yıkımın asıl merkezini oluşturur. Çünkü amaç aslında onları yok etmektir.

Sırplar tarafından saatlerce bombalanan eski Osmanlı mezarlıkları bunun en güzel örneğidir.

9 Kasım 1993'de Hırvatların Mostar Köprüsü'nü yok etmeye çalışmasındaki amaç; askeri bir hedefin imha edilmesi değil, kültürel bir simgenin ortadan kaldırılmasıdır.

1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı'nda, 100 bin Boşnak öldürüldü.

Savaşın en yoğun günlerinde Boşnak kentlerinde açlık nedeniyle günde 2-3 insan, keskin nişancı ve topçu ateşiyle günde 8-10 insan öldü.

Mayıs 1995'te Saraybosna'da gerçekleştirilen, tarihe "pazaryeri katliamı" olarak geçen Sırp saldırısında alışveriş yapan 37 sivil hayatını kaybetti.

Bosna Savaşı'nda yaşananlar, Yugoslavya İçin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından "insanlığa karşı suç" olarak nitelendirildi.

26 Şubat 2007 tarihinde toplanan Uluslararası Lahey Adalet Divanı, 1995 yılında Srebrenitsa'da yaşanan ve 8 bin Boşnak'ın öldürüldüğü saldırıyı bir "soykırım" olarak nitelendirdi.

Yazık ki günümüzde Gazze'de yaşanan da bir "kentkırım"dır.

Kent yaşamı doğrudan hedef alınmakta, kentlilerin yaşamına olanak veren hastane, okul, fırın, aşevi, teknik altyapı ciddi bir şiddete maruz bırakılıyor.

Üstelik bu saldırganlık dini bir kimlikten besleniyor, Musevilikteki "vadedilmiş topraklar söylemi" yürütülen saldırganlığa meşruiyet kazandırıyor.

Filistin kentlerinde aralıksız devam eden operasyonlar, İsrail ordusunun ani hava ve kara baskınları günlük hayatı işlemez hale getiriyor.

Filistin kentlerinde yaşam adeta duruyor.

2004'te Gökkuşağı ve Tövbe Günleri Operasyonları, 2006'da Yaz Yağmuru ve Güz Bulutları Operasyonları, 2008'de Sıcak Yaz Operasyonu gerçekleştirildi.

Yalnızca Güz Bulutları operasyonu sırasında 16'sı sivil 53 Filistinli hayatını kaybetti.

2009 yıllarında yapılan Dökme Kurşun ve 2014'te Koruyucu Hat Operasyonu ile Filistin yerleşimleri özellikle Gazze bir moloz yığınına dönüştü.

Her operasyon sırasında alınan tedbirler, askeri hareketliliğin neden olduğu gerginlik hali insanların psikolojik durumunu alt üst ediyor.

Ağır askeri donanım kent zeminini ezmekte, kimi zaman bir çocuk parkı ya da pazar yeri askeri alan ilan ediliyor.

Üstelik operasyonlar Filistinlilerin radikalleşmesi gibi bir sonuç doğuruyor, İsrail'in amaçladığı "güvenliği sağlama hali" bir türlü gerçekleşmiyor.

7 Ekim 2023'teki Hamas saldırısı sonrasında, İsrail'in başlattığı şiddetli saldırılar kadın, çocuk ayırt etmeden devam ediyor.

Gazze'de durum hiç olmadığı kadar kötü.

Hâlihazırda kentteki içme suyu, kanalizasyon vb. teknik altyapı neredeyse tümüyle yok edildi.

52 bin konut, 126 kamu tesisi, 110 cami, 3 kilise tamamen yıkılmış, 254 bin konut, 277 okul, 196 cami hasar gördü.

22 hastane, 110 sağlık merkezi, 75 okul binası hizmet dışı.

7 Ekim'den günümüze kadar 33 bin 899 kişi hayatını kaybetti, 76 bin kişi yaralandı.

Rakamlar hem saldırının korkunç şiddetini hem de saldırılarda hedefin doğrudan Gazze kent yaşamı olduğunu açıkça bize gösteriyor.

Kuşatma altındaki Gazze'de açlık en büyük sorun.

Giderek azalan kaynaklar karşısında çaresiz kalan insanların umudu havadan atılan yardım kolileri.

Binlerce çocuk ve kadın açlıkla karşı karşıya. Geçişine izin verilen TIR sayısı yeterli değil.

Adeta Stalin döneminde Ukrayna'da uygulanan Holodomor yeniden canlanmış durumda.

İsrail, kent saldırılarında uzman bir orduya sahip. Bu ordunun D-9 adında dünyada başka bir orduda bulunmayan bir de silahı var.

Yaklaşık 70 ton ağırlığındaki, motifiye edilmiş bu dozerin üzerinde makinalı tüfekler yer alıyor.

Dozerin gece görüş sistemleri, lazer hedef tespit cihazları bulunuyor.

2000-2005 yıllarında yaşanan ikinci intifada sırasında asıl şöhretini kazanan D-9 Dozer Filistinlilerin evini yıkmak için kullanıyor.

Bu sayede Filistinlilerin dirençlerinin kırılması amaçlanıyor.

Gerek Gazze'yi dünyadan ayıran gerekse Gazze içinde bulunan sayısız geçiş ve kontrol noktası bir başka kentkırım uygulamasıdır.

Geçiş noktalarından geçmek bazen saatler sürüyor. Bu tür uygulamalar kent yaşamını işlemez hale getiriyor.

Bir hastanızı doktora götürmek, akrabanızı ziyarete gitmek ya da Gazze dışındaki işyerinize ulaşmak gün içindeki büyük bir uğraş halini alıyor.

Ambargo uygulanması durumunda geçiş noktaları tümüyle işlevsiz hale geliyor.

Tüm bu yapılanlar bir toplu cezalandırmadır.

Gazze gerek gördüğü doğrudan şiddet gerekse kent yaşamındaki derin yaralarla birlikte yaşama devam etmeye çalışıyor.

Yaşananların kentkırım olduğu aşikâr. Gazze dini bir nefreti barındıran yaygın ve yoğun bir şiddete maruz bırakılıyor.

Yahudi Ajansı Göçmen Dairesi Başkanı Joseph Weitz 1940 yılında şunları yazdı:

Bu topraklar üzerinde iki halka yer yoktur. Eğer Araplar bu küçücük ülkede yaşayacaklarsa biz hedefimize hiçbir zaman varamayacağız demektir. Öyleyse, Arapları buradan uzaklaştırıp komşu ülkelere sürmeliyiz, hem de hepsini. Tek bir köy, tek bir aşiret kalmamacasına.


Bu acı tabloda umut veren tek şey Filistin halkının direnişidir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

QOSHE - Bir "kentkırım" örneği: Gazze - Prof. Dr. Mithat Arman Karasu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir "kentkırım" örneği: Gazze

12 5
20.04.2024

Filistin sorunu denildiğinde herkesin aklına önce uluslararası siyaset, güvenlik konseyi, barış görüşmeleri ya da bitmeyen çatışmalar geliyor.

Bunlar doğru olmakla birlikte, sorunun her zaman köşede kalan ve ihmal edilen bir boyutu var: kentler.

Filistin kentleri bir yaşam alanından daha çok savaş meydanını andırıyor.

Batı Şeria'daki güvenlik duvarı kenti dünyanın en büyük cezaevi haline getirmiş durumda.

İnsan haklarının mekândaki karşılığı olan kentli haklarından bahsetmek, yaşam hakkının tartışmalı olduğu Filistin kentlerinde sadece bir fantezi.

7 Ekim sonrasında kent yaşamının geldiği durum ise, tartışmasız bir "kentkırım"; İsrail yalnızca Filistinlileri hedef almıyor, yaşam alanı olan kentleri de yok ediyor, adeta kentleri öldürüyor…

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kentkırım 1990'lı yıllarda Bosna Savaşı sırasında geliştirilmiş bir kavram.

Kentkırım kelimesi ilk kez Marshall Berman ve bir grup Boşnak mimar tarafından eşzamanlı olarak kullanıldı.

Kentkırım (urbicide) kelimesi "urban" (kente ait olan) ve "cide" (öldürme) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.

"Urban" kelimesinin kökeni Latince "urbanus"tan geliyor. Urban, kentte var olan maddi koşullar ile bu maddi koşulların yarattığı yaşam tarzını ifade ediyor.

Bu bağlamda; urbicide (kentkırım), urban terimi ile anlatılan kent ve kent yaşamına, kentli hakları ile ilgili her türlü değere karşı yapılan saldırılardır.

Kentkırımda, kent şiddetin uygulandığı mekân olmakla kalmaz, bizzat şiddetin ve saldırganlığın hedefi halindedir.

Üstelik bu şiddet etnik, dini vb. bir kin ve nefrete dayanır.

Başka bir deyişle, kentkırımın olması için hem kentlerin doğrudan hedef alınması hem de saldırıların etnik, dini bir nefret içermesi gerekir.

Kentkırımda bir etnik grup için simgesel önemi olan yapılar ve eserler saldırının asıl hedefidir.

Bu hedefler savaş sırasında yıkımın asıl merkezini oluşturur. Çünkü amaç aslında onları yok etmektir.

Sırplar tarafından saatlerce bombalanan eski Osmanlı mezarlıkları bunun en güzel örneğidir.

9 Kasım 1993'de Hırvatların Mostar Köprüsü'nü yok etmeye çalışmasındaki amaç; askeri bir hedefin imha edilmesi değil, kültürel bir simgenin ortadan kaldırılmasıdır.

1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı'nda, 100 bin Boşnak öldürüldü.

Savaşın en yoğun........

© Independent Türkçe


Get it on Google Play