Pizzanın kalbi Napoli’de atıyor
Her seferinde başka bir Napoli çıkıyor karşıma. İlk kez Cenova üstünden gitmiştim bu kente. Ürkmüştüm gerçekten. Çamaşırların uçuştuğu daracık sokaklar, motorsikletli kapkaççılar, içinden çıkılmaz trafik, park edilir edilmez soyulan arabalar... Üstüne üstlük bir de Mafya korkusu!
Çoğu filmde Napoli’nin ünlü mafyası karşıma çıkıyordu. Bol cinayetli, kanlı, acımasız filmler gözümü korkutmuştu.Tıpkı İstanbul’un Kasımpaşa’sına yaslanmış Ömer Hayyam semtinin sanki bir kopyasıydı.
İlk gelişlerimden birinde, başımdan geçen bir olayı hiç unutamıyorum. Benim amacım bir kahveye oturup, Napoliten şarkılar dinlemekti. Öyle de yaptım. İki apartman arasına gerilmiş iplerde çamaşırların uçuştuğu daracık bir sokakta, bir kahvenin önüne oturdum. Bir bardak şarap ısmarlayıp etrafı seyretmeye başladım. Biraz ilerimde bir ihtiyar, seyyar tezgahında kravat satıyordu.
Adam bir kravat satınca doğru kahveye geliyor, kazandığı parayla bir bardak şarap alıp tezgahının başına dönüyordu. Saydım, tam dört kravat sattı ve dört bardak şarap aldı.
Garsondan bir bardak şarap istedim. Şarabı götürüp adama verdim ve tezgahtan bir kravat seçtim. Ne o bir şey sordu ne de ben bir şey söyledim. Onu bir zahmetten kurtarmıştım. Para versem nasıl olsa onu şaraba çevirecekti.
Her gelişimde korkularımdan biraz daha sıyrıldım, dost oldum, sevdim bu fakir kenti. Hele Pompei’yi seyrederken Napoliten müzik çalıyorsa, keyiften ölüyordum adeta.
Bu şehir için yapılmış en güzel benzetme hala ezberimdedir. Bundan yüzyıl önce bu kente gelen Mehmet Rauf, Napoli sevgisini şöyle dillendirmişti: "Gözlerini açmış, yatağında gerinmeye başlayan şuh ve gönül karıştıran bir dilbere benziyor..."
Kentleri tanımak için hep ara sokaklarda dolaşıp dururum. Burada kentin gerçek yaşamını bulacağımı bilirim. Gerçek yemeği, gerçek insanları, gerçek müziği, gerçek öyküleri... Bu sokaklar çok renklidir ve iyi poz verirler. Bu sokaklarda gezinirken zamanın nasıl geçtiğini anlamam. Napoli'nin daracık sokakları sanki bir film stüdyosu gibidir. Pencereler arasında konuşmalar, bağrışmalar, gökyüzüne yükselen şarkılar, rüzgarla oynaşan çamaşırlar bir sinema karesini andırır.
İnsan biraz sonra Sophie Loren'in görüntüye gireceğini sanır ama tüm görüntüler gerçektir. Bu sokaklarda herkes, herkesin her şeyini bilir. Çünkü evler birbirine öylesine yakındır ki, tüm konuşmalar, fısıltılar, kavgalar, kahkahalar ve inlemeler duyulur.
Napoli’ye ne zaman gitsem, mutlaka bu daracık sokaklarda dolaşır, bir iki öğünde mutlaka pizza yerim. Çünkü pizzanın doğum yeri burasıdır.
MARGARİTA PİZZA’NIN DOĞUM YERİ
En sevdiğim ünlü Margarita pizzası burada hayat bulmuştur. Bu pizzayı yapan Napolili Rafeale Esposito, birçok denemeden sonra pizzanın üç renkten oluşması gerektiğini öne sürmüştü. Domatesin kırmızısı, peynirin beyazı, fesleğenin yeşili. Bu üç renk İtalyan bayrağının renkleriydi.
Bugün lüks restoranların gözde yemeği olan pizza, gerçekte bir zamanlar fakir yemeği idi. İncecik açılan hamurun üstüne sadece biberiye konup fırına atılıyor, piştikten sonra biraz zeytinyağı gezdiriliyor, tuzlanıp masaya konuyordu.
İtalya'nın fakir aileleri, yıllar boyu bu katıksız pizza ile beslendi. Pizza ülke çapında yayıldıkça, üstüne konan malzemeler de çeşitlendi.
Bir diğer ünlü pizzacı da, 1780 yılında kurulan Brandi'nin fırınıdır. Fırında........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein