menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Canım tartışma çekiyor, özgürce...

38 11
22.11.2025

Öyle bir çağa geldik ki fikir hürriyeti her yerden can çekişiyor. Bir yandan baskıcı rejimler yargı eliyle özgür düşünceyi engellerken öte yandan sosyal medya ve dijitalleşme ile etkisini artıran “woke” kültürü, “cancel” kültürü de ayrımcılığa ve hak ihlaline karşı durmak isterken sosyal linçlerin öncüsü durumuna geçiyor.

Yaşadığımız her şey ve herkes radikalleşiyor. Radikallik mutlak kavramının altını çiziyor ve ötekileştirileni savunurken yeni ötekiler yaratıyoruz.

Sözün özü; artık konuşamıyoruz.

İster sosyal medyada ister bir kürsüde ister basılı metinde görüş bildirirken önce kendinizi anlatmanız ve tüm hassasiyetlere olan saygınızı belirtmeniz icap ediyor. Zira tartışılmasını umduğunuz fikir yerine yazıdaki bir cümle, kimi zaman bağlamından kimi zaman yükleminden koparılıp yorumlanabilir ya da yazanın kimliği üzerinden bir eleştiriye tabi tutulabilir. Böylece nur topu gibi bir sosyal linci kucağınızda bulabilirsiniz. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmeden ve inanç özgürlüğü diyerek kapsamı sürekli sonsuza genişleyen dini değerlere asla değinmeyerek ve tüm hassasiyetleri gözetip yanlış anlaşılmamayı garantileyip savların şahsileştirilmemesi için de ömür boyu savunduğunuz değerlerin ve hamasi bulunmamak için çekilmiş bedellerin bir özetini geçip bir konuyu ele almak ipte yürürken bir yandan ellerinizle top çevirip ağzınızdan alev çıkarmaya benziyor.

Otosansür ise en tehlikeli hallerden biri. Konuşurken, yazarken ve yaşarken “Dur şimdi başımıza bir iş gelmesin” dikkati, toplumun genelini aslında sığlaştırıyor. Herkes herkesleşiyor.

Bu sebeple, demirden korksak trene binmezdik diyerek serbestçe 25 Kasım’a sayılı gün kala tartışmak istediklerimi yazacağım. Bu çağda kadın kimliği zaten başlı başına bir cesaret gerektiriyor. Merak ise felsefenin temel taşı, kadın arkadaşların görüşlerine olan merakımı içime atmayacağım. Sorularım var.

İstatistiklerin her on dakikada bir kadının öldürüldüğünü gösterdiği çağda hâlâ “Erkekler sanki öldürülmüyor mu?​” sorusuna yanıt vermek sabır işi. Sabır ise İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı dönemin oralarda bir yerde artık çatladı. Fiziksel şiddet can aldığı ve kol gezdiği için şiddetin diğer türlerini açıkça konuşamıyoruz. Mesela eşit işe eşit ücret alamamamızın ekonomik şiddet olduğunu henüz anlatamamışken bir kadının geliri iyiyse bunda aranan erkek desteğinin ya da “Onlyfans hesabı açtı” şakalarının kaç şiddet türünü birden içerdiğini masaya yatıramıyoruz.

Cinsel ilişki, evlilikte görev görüldüğü için kaçımızın aile içi tecavüzden doğduğu gibi bir fikri ortaya bile atamıyoruz. Cinsel şiddetin ne olduğunu konuşma halimiz kız çocuklarının en erken kaç yaşında evlendirilebileceği tartışmalarının dibinde seyretmek zorunda kalıyor.

Anne olmama hakkını açmak istesen kürsülerde evladı öldürülmüş annelerin yuhalattırıldığı bir ülkede lüks tartışma kaçıyor.

Ekonomik özgürlüğe ulaş, toplumsal baskılara karşı dik dur, aile baskısını yen, klişelere yenilme derken geldiğimiz vaziyet ile Seyit Onbaşı olduk mavrası döndürüyoruz. Sonra durup “love bombing ve ghostling” mağduriyetinden dem vuruyoruz. Bakıyorum da konuyla ilgili ne çok içerik üretiyoruz. Bu durumdan çokça şikayet ediyoruz.

Maddi, manevi ve fiziksel olarak atlattığımız bunca yılmazlık sınavından sonra gerçekten biri mesajımıza yanıt vermedi diye mağdur oluyor muyuz? Çocuk doğunca her dört kadından biri istihdamdan düşüyor, boşanınca iştirak nafakası bir karton sigara parası etmiyor, iş yerinde mobbing, taciz eksik olmuyor. Sosyal güvencesiz halde temizliğe, merdiven altı atölyelere........

© Evrensel