Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye’nin kaderi hiç bu kadar benzeşmemişti.

Biden yönetiminin sorunlara çözüm sunamaması nedeniyle toplum nezdinde oluşan “güvensizlik”, Kongre baskını nedeniyle yargı tarafından sıkıştırılan Trump’a yönelik yükselen bir ilgiye dönüşüyor.

Resmen denize düşen yılana sarılır, hikâyesi var.

“ABD’de yılan mı olur kardeşim?“ , diyenler olabilir pek tabii…

Zenginlik ve refahın garip rüyalarını süslediği Amerika’nın aslında acımasız bir üretim çarkı ile yürütüldüğünü; çalışmayanın ya da katma değer sunmayanın aç kaldığını göz ardı etmeyen bir sistem hâkim Atlantik’in öteki ucunda…

Burada rahata eriyoruz, değil tabii ki ama liberal düşünce İngiltere’de doğduysa uygulaması kesinlikle Amerika Birleşik Devletleri’nde oldu.

Olmaya da devam ediyor.

Mantığı da oldukça basit aslında:

Çalış, üret; kazan

Rekabet et; daha fazla kazan…

Teknoloji yatırımı yap; en fazla kazan…

Buraya kadar insanlığı geliştiren sistemin bu aşamadan öteye gidemeyen şirketler eliyle şu evrelere geçmesi:

-Siyaseti satın al ve üretime kamusal destek sağlayarak rekabete gelen yabancı şirketlerin ucuz mallarının şirket üzerindeki kaybını azalt…

-Bazı mal ve hizmetlerini -hiç ihtiyacı olmamasına rağmen- ABD devlet gücünü kullanmaya teşvik edecek rüşvetler vererek başka ülkelere sat…

-Mal ve hizmeti daha ucuza almak için ülkeleri siyasal, askeri, politik ya da finansal olarak işgal et, ardından kaynakları ve iş gücünü sömürmeye başla…

Bunun gibi daha nice emperyalizmi oluşturan kötülükler peşi sıra yazılsa, 20 ve 21.yüzyılın özeti de ortaya çıkmış olur.

Emperyalist düzeni yıkan güç dengelerinin dayatması olmasa da, kâr hırsı ile varlık gösteren şirketlerin adlarını hiç görmediğimiz yönetim kurulu üyelerinin insafına kalacağız.

Trump bu kötülüklerde iyi tarafta sayılabilecek bir noktada olmasa da, Biden’ın yaptıkları ve yapmadıklarıyla kesinlikle negatif tarafta yer aldığı açıkça ortada…

Çünkü Amerikan toplumu ülkenin liberal değerleriyle oluşan o büyük, devasa şirketlerce sömürülüyor.

Hiçbir şey yapmayarak sefa içinde yüzenlerle, çok şey yaparak geçinemeyenler arasında sıkışan bir ekonomisi var.

Bunun en büyük göstergesi de pandemi sonrasında Biden tarafından vatandaşlara direkt dağıtılan bin 400 dolara bile muhtaç olunduğu gerçeğinde saklı değil mi?..

Neyse…

Trump yargı darbelerine rağmen yükselişini sürdürüyor.

Bunun 70 milyondan fazla Amerikalının tutuklanarak hâkim karşısına çıkmasıyla ilintisi olduğunu belirten ecnebi yazarlar bir tarafta bizim topraklardaki deyişe göre; “Yoklukta gider!” denilen bir durum var.

Türkiye’de de işte muhalefetin hâli bu durumda desek yerinde olur.

Siyaseten aslında yoklar, ama bir o kadar ihtiyaç var ki hayaller ile gerçekler arasına sıkışan beklentiler buraya yönelir vaziyete geldi.

Şans oyunlarından alınan vergiyi indirecek kadar umut tacirliği yapan iktidarın toplumu daha ileri götürecek ne hedefi kaldı ne de takati…

“Olmadı” denilen bir zamanda belki küllerinden yeniden doğan bir Erdoğan göreceğiz ama bu doğuş artık yüzde 50’yi geçen faiz ile birlikte yüzde 50’ye gelen maaş artışı arasındaki kahramanlığa kalmış durumda…

Şöyle bir Dede Korkut hikâyesi çıkmayacak gibi bir hava var sanki…

Nereden mi anladım?

Abicim, baksana şu Süper Kupa meselesinin geldiği yerlere…

En sonunda adamlar bize yaptığı hakaret nedeniyle neredeyse bizim yetkili makamlardan madalya alacaklar…

Paranın açamayacağı kapı yoktur, derler ama bir ulusu bu hâle düşürmek de bu kapılardan birinin sayılmaması artık canım!..

Yoksa ben mi çok romantik takılıyor.

Neyse neyse…

Amerikan yönetimin üretememe çaresizliği ile Türkiye’nin benzer bir durum içinde olması ABD ile benzer bir kaderi yaşayacağımız anlamına gelmiyor tabii ki…

Fakat siyasal zemin olarak bu benzerliğin gözden kaçırılmadan izlenmesi gerekiyor.

Dünyanın bu çaresizliğinde 100’den fazla gazeteciyi öldürmek için özel bir çaba sarf eden İsrail’in Gazze işgalini konuşmakla bankacılık fonları ile yoluna bakmak arasında süreç yönetimi yapılacak.

Fakat asıl dalga geliyor

Uyarmadı demeyin.

Bıçak kemiğe dayandı.

Seçim kazanacağım, diye halkı galeyana getirecek ekonomik adımlar atılıyor.

“Halkımız enflasyona alışık!..” pişkinliğin yerini “Biz bu canavarı yeneceğiz” kahramanlık söylemleri alsa da o iş öyle kolay olmayacak.

Kamunun tasarruf yapması gerekiyor.

Ama gel gör ki 21 yıllık bir iktidarın ürettiği eş, dost, akraba ekonomisinin öyle tasarruf falan anlayacak hali yok.

TRT’deki 18 bin çalışanın hangisi tasarruf tedbirlerine konu edilebilir ya da kamu teşebbüsleri eliyle milyarlarca liralık seçici reklam bütçelerini hele bir kısmayı deneyin bakalım da neler oluyor.

İhaleye çıkılmadığı zaman o firmalarda çalışan partililerin “Eyvallah” diyeceğine olan inancını büyük bir naiflik olarak görsem de ,üst kesimin makam arabasından yemeğine, ödeneğinden personeline kısıntıya gitmesini düşünmeni artık normal kabul etmem.

Türkiye be güzelim burası, unuttun mu?

Peki ne olacak kamu tasarrufu sağlanamazsa…

Hem işte esas soruya geldin be Yiğido!..

Süper Kupa’daki rezilliğe Gezi yakıştırması yapıldı ya hemen…

Bildin sen onu…

İşte o ön almak, isyan çığlıklarının evlerde tutmak içindi.

Olur olmaz zamanda maazallah; “Param yok. İşten de çıkarıldım. Enflasyon her şeyi her geçen gün daha da artırıyor. Yettteeeerrrrrr” falan dersin de başımızı belaya sokarsın.

Deme, kendine de bize de yazık etme…

Devam etsene kredi kartını köklemeye…

Nasıl olsa Pazar’a çıkamazsak mezarda muhakkak buluşuruz günü gelecek olanlarla…

Benden söylemesi…

QOSHE - “Yeter!” deme sakın, “yatır!” de… - Neşat Gündoğdu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Yeter!” deme sakın, “yatır!” de…

5 0
05.01.2024

Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye’nin kaderi hiç bu kadar benzeşmemişti.

Biden yönetiminin sorunlara çözüm sunamaması nedeniyle toplum nezdinde oluşan “güvensizlik”, Kongre baskını nedeniyle yargı tarafından sıkıştırılan Trump’a yönelik yükselen bir ilgiye dönüşüyor.

Resmen denize düşen yılana sarılır, hikâyesi var.

“ABD’de yılan mı olur kardeşim?“ , diyenler olabilir pek tabii…

Zenginlik ve refahın garip rüyalarını süslediği Amerika’nın aslında acımasız bir üretim çarkı ile yürütüldüğünü; çalışmayanın ya da katma değer sunmayanın aç kaldığını göz ardı etmeyen bir sistem hâkim Atlantik’in öteki ucunda…

Burada rahata eriyoruz, değil tabii ki ama liberal düşünce İngiltere’de doğduysa uygulaması kesinlikle Amerika Birleşik Devletleri’nde oldu.

Olmaya da devam ediyor.

Mantığı da oldukça basit aslında:

Çalış, üret; kazan

Rekabet et; daha fazla kazan…

Teknoloji yatırımı yap; en fazla kazan…

Buraya kadar insanlığı geliştiren sistemin bu aşamadan öteye gidemeyen şirketler eliyle şu evrelere geçmesi:

-Siyaseti satın al ve üretime kamusal destek sağlayarak rekabete gelen yabancı şirketlerin ucuz mallarının şirket üzerindeki kaybını azalt…

-Bazı mal ve hizmetlerini -hiç ihtiyacı olmamasına rağmen- ABD devlet gücünü kullanmaya teşvik edecek rüşvetler vererek başka ülkelere sat…

-Mal ve hizmeti daha ucuza almak için ülkeleri siyasal, askeri, politik ya da finansal olarak işgal et, ardından kaynakları ve iş gücünü sömürmeye başla…

Bunun gibi daha nice emperyalizmi oluşturan kötülükler peşi sıra yazılsa, 20 ve 21.yüzyılın özeti de ortaya çıkmış olur.

Emperyalist düzeni yıkan güç dengelerinin dayatması olmasa da, kâr hırsı ile varlık gösteren şirketlerin adlarını hiç görmediğimiz yönetim kurulu üyelerinin insafına kalacağız.

Trump bu........

© Elips Haber


Get it on Google Play