‘Terör’ kavramının da her kavram gibi bir tanımı ve tarihsel arka planı var. Terör, ‘genellikle’ bir siyasi hedefe ulaşmak için ‘şiddet yöntemleri kullanarak’ yıldırmak, korku/dehşet salmak, demek. Aynı anlama gelecek biçimde, günlük dilde de kullanılır; patron işyerinde terör estirdi, hoca sınıfta resmen terör uyguluyor, bebekler için kullanılan ‘gece-uyku’ terörü vs. Çıktığı kapı aynı. Yıldırmak, dehşet duygusu yaratmak, korkutmak…

Hatırlayan çıkar, şair İsmet Özel altı-yedi yıl önce katıldığı bir toplantıda, “Müslüman teröristtir. Müslüman’ın ilk vazifesi terörist olmaktır. Kâfirler Müslümanlardan korkacaktır. Korkmadıkları zaman Müslüman, Müslüman değildir” demiş ve bu konuşma internette dolaşıma girdiğinde tepkiyle karşılanmıştı. Özel’in sözlerindeki marazı bir yana bırakalım; yolu Mülkiye’den geçmiş eski Marksist Özel, terör sözcüğünün sözlük anlamını bilerek ve o anlama sığınarak konuşuyordu kuşkusuz. (Ancak o videoda, alkışlayanlar onun ne söylediğini anlamış mıydı, emin değilim!)

Her devirde, siyasal gücü elinde bulunduranlar, bir başka söyleyişle ‘şiddet tekeli’ni elinde tutanlar, farklı düzeylerde uyguladı o şiddeti; şiddeti ilkesel düzeyde savunmayı ise ‘Devrim’ günlerinde Fransızlar icat etti. Fransız devrimcileri uyguladıkları şiddeti temellendirmek için terörü bir ‘ilke’ haline getirdi ve Devrim için gerekliliğini açıkça savundu. Sonrasında ‘kendi çocuklarını yiyen’ Devrim’in kurbanlarından Robespierre, “İnsanlığa kötülük edenleri cezalandırmak merhamet, onları bağışlamak ise barbarlıktır” (Punir les oppresseurs de l’humanité, c’est clémence; leur pardonner, c’est barbarie) şeklinde tanımlıyordu benimsedikleri aracın meşruiyetini. (Cem Eroğul’a göre, Fransız Devrim’inde sert kanadın ahlaki ilke olarak benimsediği ‘terör’, devrimi koruma işini kendi içindeki en radikal gruba bırakma ihtiyacı hisseden küçük burjuvazinin siyasal programının ideolojik kılıfından başka bir şey değildir.) Diğer devrimlerde de benzer bir düşüncenin, tutumun, ya da ‘kılıfın’ kabul gördüğünü söylemek mümkün. Terör kavramının önce Fransa, sonrasında Batı’da, nerede ve nasıl kullanıldığına ilişkin, Birikim’de otuz küsur yıl önce yayınlanan, Faruk Alpkaya-Levent Kavas’ın ‘Terör ya da Mülkün Temeli Üzerine Bir Deneme II’ başlıklı makalesini, meraklısı için buraya ekliyorum.

Terör kavramının bugünkü gibi kullanılmasının tarihi ise çok eski sayılmaz. 20. yüzyıl, II. Dünya Savaşı sonrası diyelim. Kamu gücü kullanmamasına karşın eline silah alanların, amaç, örgütlenme ve eylem biçimleriyle ilişkili bir kavram. Toprağımızda, eski devirlerde bir kişi isyan ettiğinde, o, ‘eşkıya’ idi. Malum, memleketin herhâlde en çok okunan, en bilinen romanı, İnce Memed. Yıllar sonra bu isimle filmi de çekildi, Şener Şen ve Uğur Yücel’in ‘Eşkıya‘sı. Toprağımızda çoktur, ağaya, beye, sultana, haksızlığa başkaldıran, türkülere ve edebiyata konu olmuş figürler.

Terör, şimdiki anlam ve içeriğine kavuştuktan sonra, yani onlarca yıldır, ‘terör’ ve ‘terör eylemi’ kavramları hukukun konusu, uluslararası belgelerde de yer alıyor. Rıza Türmen, yıllar önce Milliyet’te konuya ilişkin kısa ve bilgilendirici bir yazı kaleme almıştı, göz atmanızı öneririm.

1960’lar, özellikle 70’ler ve sonrasında, ‘devlete-devletlere’ karşı örgütlü-silahlı ve karşıt grupların birbirine karşı gerçekleştirdiği eylemlerle birlikte, terör ve terörist kavramlarının yoğun biçimde kullanıldığını görmek mümkün. Kenan Evren’in 12 Eylül 1980 günü TV’de yaptığı konuşmada da (1 No’lu MGK Bildirisi) ‘terör’ sözcüğü birden çok kez geçer. Fakat genellikle, ‘anarşi, terör ve bölücülük’ kavramlarını bir arada anmıştır MGK bildirisi. Muhtelif sol hareketlerin-grupların ezildiği 1980 sonrasında terör kavramı, az sayıda sol grup silahlı eylemini bir yana bırakırsak, artık ‘bölücü’ tamlamasıyla, PKK’yı tarif eder şekilde kullanıldı. (Yeri gelmişken, ‘PKK’yı‘ ile aynı sözcüğü ‘PKK’yi‘ şeklinde yazmak, ‘k’ harfini okuma şekli dahi (ke mi, ka mı?) ‘terör örgütü sempatizanlarının diliyle konuşmak’ ithamıyla karşı karşıya kalınmasına neden olabiliyor!)

Uluslararası ‘iş gören’ örgütler de var tabii, devletler birbirine karşı kullanabiliyor. Devletlerden birinin terörist dediğine diğeri demeyebiliyor vs. Ancak, yinelemekte yarar var, ulusal ve uluslararası belgelerde yapılmış tanımlar mevcut. Nihayetinde uluslararası kabul gören bir ‘suçtan’ söz ediyoruz. Terörizm bir suç, terörist ise o suçu işleyen kişi. Dolayısıyla terör ve terörist, bir hukuk devletinde, hatta bir kanun devletinde, kişilerin ‘gönüllerince’ tanımlayabileceği kavramlar değil. Bu yazı, terör kavramının iç hukukta nasıl tanımlandığı ve yıllarca yargılamalarda hangi sorunların yaşandığını anlatmayı hedeflemiyor. Derdim şu: Bugün ‘terör’ denildiğinde, bir kişi ya da grubun şiddet kullanarak gerçekleştirdiği bir eylemden, o eylemin ilgili yasalardaki karşılığından ve sonunda faile ilişkin karar verecek bir yargı organının hükmünden söz ediyoruz. Diğer tüm nitelikleri bir yana, baştan sona hukuksal bir süreçten. Yıllardır tartışılan, haklı olarak eleştirilen TMK (Terörle Mücadele Kanunu) bu yüzden var. Buraya bırakayım, dileyen yasadaki tanımlara ve TCK’ye yapılan göndermelere bakabilir. TMK’de (ke mi, ka mı?!) bazı değişiklikler yapılsa da, ‘terör’, ‘terör suçlusu’, ‘terör suçları’ gibi kavramların tanımları ilk günden itibaren gerek içeride, gerekse uluslararası yargılamada eleştirilegeldi ve çok sayıda ‘ihlal’ kararına konu oldu.

Son on yılda, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ardından terör ve terörist sözcükleri eskisini aratır sıklıkta kullanılıyor. ‘İrtibat’ ve ‘iltisak’ ise OHAL KHK’leriyle kurulan rejimin en muteber sözcükleri haline geldi. Bana kalırsa Türkiye ahalisi, hâlâ, şu iki sözcüğün/yorumlarının yol açtığı adaletsizliği, bunun kendi yaşamı üzerindeki olumsuz ve hatta olası etkilerini anlamış değil, anlayacağa da benzemiyor. Memleketimizde insanlar, yekdiğerinin yaşamını çekilmez hale getiren bir saçmalığı bizzat deneyimlemeden kavrayamıyor ne yazık ki, kişisel olarak bu hazin gerçeği kabulleneli çok oldu. Buraya da, yeni TCK’nin en önemli müellifi İzzet Özgenç’in, ‘iltisak’ sözcüğü üzerine dört sayfalık yazısını bırakıyorum.

Laf lafı açıyor, uzatmayayım…

Hukuk diyor ki, ‘terörün ne olduğu, terör suçlusunun kim olabileceği belli.’ Farklı değerlendirme ve -siyasi- yaklaşımlar olsa da, herkesin konuyu gönlünce ele almasına izin vermeyecek tanım ve kararlar mevcut. Bir insana terörist (doğrusu, terör suçlusu) diyebilmek için, öncelikle ‘kesinleşmiş’ bir yargı kararı ve zahmet olmazsa, o yargının o kararı ‘adil yargılama ilkelerine’ uygun vermiş olması gerekiyor. ‘Suçsuzluk karinesi’, nicedir yalnızca kâğıt üzerinde kalan anayasadaki temel ilkelerden biri. ‘Öyle canının istediği gibi önüne gelene terörist diyemezsin, suçlu muamelesi yapamazsın’, anlamına geliyor bu ilke. Anayasadaki ilkeler konusu başka yazıya kalsın. Ancak yeri gelmişken, bizim ahalinin ve muhalif siyasetçilerin ciddiyetini henüz layıkıyla fark etmediği bir kararın da, Yargıtay’ın Can Atalay hakkında verdiği karar olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Açıkça, “Artık Anayasa biz ne dersek o” diyen bu kararın bir ayda unutulmaya yüz tutması, “Bize her şey müstahak” dedirtiyor.

Terörist ithamındaki hovardalığın, kendisini genellikle iktidar çeperinin çizdiği sınırlara mahkûm eden muhalefet partilerini de etkilediği açık. Yazıyı daha fazla uzatmamak için, yalnızca bir örnek vereceğim:

Duymayan kalmadı, birkaç yıl önce “İBB’de terörle iltisaklı 550 kişi var” diyen eski İçişleri Bakanı’nın avukatı, iddia sahibi şahıs hakkında açılan davadaki ifade tutanağında, söz konusu iddianın belgelere dayanmadığını, ‘siyaset yapma ve ifade özgürlüğü çerçevesinde’ dile getirildiğini ileri sürdü. Ülkenin ne halde olduğunu daha iyi gösteren örnek az bulunur. Fakat buradaki sorun yalnızca o eski bakanın ciddiyetiz ve kendisinden beklenebilir ithamları değil, onun temelsiz suçlamasını ciddiye alıp telaşla davranan, kimi çalışanları işten çıkarmaya yeltenen ‘muhalif’ yönetimin tavrıydı. Gayriciddi suçlamaların siyasetteki koskoca isimleri bu hale düşürebilmesi, insanların yaşamıyla böyle rahat oynanabilmesi, moral bozucu ve can yakıcı bir durum.

Son yıllarda ‘terörist’ suçlamasına bu denli sık, kolay, gerçeği/olanı umursamadan iltifat edilmesinin, neden yeteri kadar ürkütücü görünmediğini anlamak kolay değil. Oysa, varsayalım, bir yeri bombalayarak onlarca insanı öldüren biriyle, yazıp çizen ya da siyaset yapan muhalif insanların aynı sözcükle anılması, neredeyse aynı kefeye konulması, ülkeyi, kendi yaşamını ve insanını ciddiye alan herkesi çok endişelendirmeli. İktidar çeperinin mütemadiyen aşağıladığı ve haklarında saygılı tek bir ifade sarf etmediği muhataplarını, ‘insanca muameleye layık olmayan’ (muhalife yönelik her uygulamayı meşrulaştırmak için) varlıklar gibi gördüğüne/göstermek istediğine kuşku yok; ancak bu akıl almaz tutumun, sade yurttaş kesimlerince giderek kanıksanıp zaman zaman muhalefete, ‘diğer muhaliflere öfkeli muhalefet partileri’ne de sirayet etmesi, hakikaten pek vahim ve umut kırıcı.

Yazı önerisi: Köşe komşum Mustafa Alp Dağıstanlı’nın ‘dil’ üzerine kaleme aldığı zengin ve özenli yazılarını ihmal etmemenizi öneririm. Çok güzel ve öğretici yazılar. Sonuncusu…

Bundan böyle, her ay en az bir kitap üzerine yazacağım. İlki, Tanıl Bora’nın geçen yıl İletişim’den yayınlanan ‘Demirel’ başlıklı kitabı olacak.

QOSHE - ‘Terörist’ ithamı, biraz akıl fikir testine dönüştü sanki! - Murat Sevinç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Terörist’ ithamı, biraz akıl fikir testine dönüştü sanki!

80 0
21.01.2024

‘Terör’ kavramının da her kavram gibi bir tanımı ve tarihsel arka planı var. Terör, ‘genellikle’ bir siyasi hedefe ulaşmak için ‘şiddet yöntemleri kullanarak’ yıldırmak, korku/dehşet salmak, demek. Aynı anlama gelecek biçimde, günlük dilde de kullanılır; patron işyerinde terör estirdi, hoca sınıfta resmen terör uyguluyor, bebekler için kullanılan ‘gece-uyku’ terörü vs. Çıktığı kapı aynı. Yıldırmak, dehşet duygusu yaratmak, korkutmak…

Hatırlayan çıkar, şair İsmet Özel altı-yedi yıl önce katıldığı bir toplantıda, “Müslüman teröristtir. Müslüman’ın ilk vazifesi terörist olmaktır. Kâfirler Müslümanlardan korkacaktır. Korkmadıkları zaman Müslüman, Müslüman değildir” demiş ve bu konuşma internette dolaşıma girdiğinde tepkiyle karşılanmıştı. Özel’in sözlerindeki marazı bir yana bırakalım; yolu Mülkiye’den geçmiş eski Marksist Özel, terör sözcüğünün sözlük anlamını bilerek ve o anlama sığınarak konuşuyordu kuşkusuz. (Ancak o videoda, alkışlayanlar onun ne söylediğini anlamış mıydı, emin değilim!)

Her devirde, siyasal gücü elinde bulunduranlar, bir başka söyleyişle ‘şiddet tekeli’ni elinde tutanlar, farklı düzeylerde uyguladı o şiddeti; şiddeti ilkesel düzeyde savunmayı ise ‘Devrim’ günlerinde Fransızlar icat etti. Fransız devrimcileri uyguladıkları şiddeti temellendirmek için terörü bir ‘ilke’ haline getirdi ve Devrim için gerekliliğini açıkça savundu. Sonrasında ‘kendi çocuklarını yiyen’ Devrim’in kurbanlarından Robespierre, “İnsanlığa kötülük edenleri cezalandırmak merhamet, onları bağışlamak ise barbarlıktır” (Punir les oppresseurs de l’humanité, c’est clémence; leur pardonner, c’est barbarie) şeklinde tanımlıyordu benimsedikleri aracın meşruiyetini. (Cem Eroğul’a göre, Fransız Devrim’inde sert kanadın ahlaki ilke olarak benimsediği ‘terör’, devrimi koruma işini kendi içindeki en radikal gruba bırakma ihtiyacı hisseden küçük burjuvazinin siyasal programının ideolojik kılıfından başka bir şey değildir.) Diğer devrimlerde de benzer bir düşüncenin, tutumun, ya da ‘kılıfın’ kabul gördüğünü söylemek mümkün. Terör kavramının önce Fransa, sonrasında Batı’da, nerede ve nasıl kullanıldığına ilişkin, Birikim’de otuz küsur yıl önce yayınlanan, Faruk Alpkaya-Levent Kavas’ın ‘Terör ya da Mülkün Temeli Üzerine Bir Deneme II’ başlıklı makalesini, meraklısı için buraya ekliyorum.

Terör kavramının bugünkü gibi kullanılmasının tarihi ise çok eski sayılmaz. 20. yüzyıl, II. Dünya Savaşı sonrası diyelim. Kamu gücü kullanmamasına karşın eline silah alanların, amaç, örgütlenme ve eylem biçimleriyle ilişkili bir kavram. Toprağımızda, eski devirlerde bir kişi isyan ettiğinde, o, ‘eşkıya’ idi. Malum, memleketin herhâlde en çok okunan, en bilinen romanı, İnce Memed. Yıllar sonra bu isimle filmi de çekildi, Şener Şen ve Uğur Yücel’in ‘Eşkıya‘sı. Toprağımızda çoktur, ağaya, beye, sultana, haksızlığa başkaldıran, türkülere ve edebiyata konu olmuş figürler.

Terör, şimdiki anlam ve içeriğine kavuştuktan sonra, yani onlarca yıldır, ‘terör’ ve ‘terör eylemi’ kavramları hukukun konusu, uluslararası belgelerde de yer alıyor. Rıza Türmen, yıllar önce Milliyet’te konuya ilişkin kısa ve........

© Diken


Get it on Google Play