(Ortakyaşam- Simbiyoz) III

Cumhuriyetin yüzüncü yılındayız. Yirmi küsur yıldır Cumhuriyetin “büyük iddia”sından uzaklaştıran karşıdevrim sürecinin seyri içindeyiz. İki ayağından biri ekonomi modelidir. Buna kısaca baktık (13 Kasım). İkinci ayakta dünyayı ve bölgemizi kaplayan jeopolitik var. Bunun uzmanları var. Onlardan öğreniriz. Burada iktisatçı gözüyle uzaktan bakalım.

Emperyalizm dünya ölçeğinde ve ciddi iştir. O ölçekte savaşa ve barışa tek başına karar verme kapasitesidir. Daha dar ve parçalı olamaz. Kapitalizm o kapasiteyi kaybederse zayıflıyor demektir. 1945-46’da zayıflık göstermedi. Emperyalizm el değiştirdi. İngiltere’den ABD’ye geçti ve tarz değiştirdi. İngiltere dünyayı sömürgeleriyle yönetmişti. O devir tarihe karışıyordu. Dünya geri bölgelerin kolonizasyonu ile yönetilemezdi. Artık işin temel taşı, en gelişmiş bölgenin kolonizasyonunu yapmaktı: Avrupa! Churchill, şahin aklıyla yolu göstermemiş miydi? 1944 Ekim’inde, Moskova’ya gidip Doğu Avrupa’yı Sovyetler’e sunmamış mıydı? Sonra da 1946 Mart’ında ABD’de, Missouri’de “Avrupa ikiye ayrıldı. Ortasından bir ‘Demirperde’ çekiyoruz. Ne duruyorsunuz?” dememiş miydi?

Dünyayı iki ayakla yöneteceksin. Ekonomik ayak Bretton Woods’ta (1944) düzenlenmişti. İngiltere o ayakta başrol oynayamayacağını, “sterlin”in zayıflığını 1947’de itiraf etti. Ricattı. “Dolar” tek başına dünya parası oldu. Jeopolitik ayak daha önemli ve acildi. Günü ve geleceği belirleyecekti. Dünyanın “ağa”sı jeopolitik ayağın komutanıdır. Böyle bakıldı.

Gereği düşünüldü. 1947 Mart’ında İngiltere vaktiyle Abdülhamit’in kendisine sunduğu Doğu Akdeniz’i ABD’ye devretti. Buna “Truman Doktrini” dendi. O işaret fişeğiydi. Hemen sonra emperyalizm tarihinin dönüm noktası olacak karar oluşturuldu: Avrupa bölünecek. “Büyük kolonizasyon” yapılacak. Batı ve Doğu olacak. Batı ABD’nin, Doğu Sovyetler’in alanları olacak. 1947’den 1948’e varınca iş tamamlandı. ABD yönetiminin şahinleri sonrasını sahiplendiler. Emperyalizmin “muhafazakâr ve şahin” olması esastır. Batı kolonizasyon alanında Avrupa’nın kilidi yeni yarattıkları Batı Almanya idi. O, ABD’nin emperyal statüsünün teminatı oldu. O tarihte, “büyük kolonizasyon”la başlayan jeopolitik 20. yüzyılın senaryolarını şekillendirdi.

Kolonizasyon emperyalizmin “sabit varlığı”dır (asset). Ancak, “sabit varlığı” (Avrupa’yı) jeopolitik zeminine yerleştirerek dünyayı yönetebilmek için yepyeni bir kalıp lazım. Dünyaya bir “fanus” giydirmek diyelim. Hemen yapıldı. “Fanus”u Soğuk Savaş olarak öğrendik. Önce Avrupa’ya, sonra dünyaya giydirildi, çıkarılamıyor. Pratiği için antikomünizm icat edildi ve çok kullanışlı oldu.

Soğuk Savaş olmaksızın emperyalizm aradığı jeopolitik ölçeği ve içeriğini bulamazdı. Jeopolitik oyun kalıcı şekilde oynanamazdı. Kalıcılık için bunu sahiplenecek bir girişim yaratmak lazım. Amerikalı her işe şirket aklı ile bakar, dersek pek yanılmayız. Öyle baktı. 1949’da bir şirket kurdu: NATO adını verdi. Öz sermayeye askeri üslerini ve atom bombasını koydu. Daha sonra nükleer başlıklı füzeleri, bunları imal edecek silah sanayilerini (“military-industrial complex”) koyacak. Şirkette yönetim ağırlığını elinde tuttu ve Batı Avrupa devletlerini de hissedar yaptı. Onlar öz sermayeye “büyük kolonizasyon”daki coğrafyalarını koydular. Batı Almanya şirkete hemen değil, 1952’de (Türkiye ile aynı torbadan) alındı.

Artık eskisi gibi kendi başına bir büyük savaşa ve barışa karar verebilen bir Avrupa bitmiş oluyordu. Kolonizasyon o alana bir daimi “iç istikrar” verecekti. Hissedarlar arası sürtüşme olmayacaktı. Dünyaya bakışa gelince, “fanus” dışına çıkılamazdı. Yasaktı. Jeopolitik ancak “fanus”a ayarlı konuşulacak kavram ve siyasetti. Peki, Doğu Avrupa’da durum ne idi? Batı’dakinin kopyası denirse yanlış olmaz.

Şirketin gücü hiç azalmadı. Ancak, zamanla “uyumsuzlar” ortaya çıktı. Birincisi De Gaulle’dür. Kolonizasyonu ve “fanus”u başından beri sevmedi. Çekinmedi, ortaya koydu. Fakat 1968 “fırtına”sından sonra gücünü sınamak istedi. Olmadı, çekildi. O giderken bir benzeri Batı Almanya’da çıktı: 1969’da şansölye olan Willy Brandt. “Ostpolitik” diye bir politikaya girişti: Doğu ile kendi başına ilişkiler kurmak! 1974’te, “iyi saatte olsunlar”ın parmak izini taşıyan bir skandal sonunda ayrıldı. “Fanus” çatlamadı. Başka yok mu? Bir Alman daha var; ona sonra gelelim. Bizden yok mu? Ona da sonra gelelim.

(Willy Brandt Varşova’da diz çöküyor, 1970.)

Vaktiyle Metternich “Viyana’nın Landstrasse’sinden ötesi ‘Doğu’dur!” demiş. Tarih 2000’lere gelince “şirket”in nakliye hizmetlileri o sınırı Bulgaristan’ın Svilengrad’ına taşıdılar. Ötesi “Yeni Doğu”, daha doğru tanımla jeopolitik için “BOP 2.0 alanı” oldu. Biraz dikkatle, emperyalizmin “kapsama alanı”nı merak ederek bakınca, üç alandan oluşan, Avrupa ve Asya’yı “yekpare” (tek kitle) olarak gören bir jeopolitik tablosu ile karşılaşırız. İlki, Avrupa’nın tamamını kolonizasyon içinde tutan alan. İkincisi, BOP 2.0 alanı ve üçüncüsü, BOP 2.0’dan Çin’e uzanan büyük alan. İlk ikisi birbirinden farklıdır. Üçüncü alan henüz tanımlanamıyor.

BOP 2.0’ın coğrafyası, 1915 mimarisinin genişlemiş şeklidir. Kuzey Afrika’dan Karadeniz’e, İran’a ve oradan Kızıldeniz’e varan bir geniş alan. “Şirket”in pergeliyle çizilen bir alan, diyelim. BOP 2.0’daki devletler kapitalizm için birer “zayıf halka”dırlar. Dışa karşı, kendi jeopolitik güç kapasiteleri yoktur. O ölçeğe erişemezler. “Zayıf halka” o alanda kapitalizmin özelliğidir. Baskıcı yönetimle sürdürülen modeldir. Özetle, orası bir “zayıf halkalar bloku”dur. Ancak, bu “halka”lardan BOP alanında bir siyasal bütün oluşmaz, oluşamaz.

Burada bir sürekli istikrarsızlık hâkimdir. İstikrarsızlıklar sık sık ısıtılan yerel çatışmalarla beslenir, oradan yeni istikrarsızlıklar doğar. BOP 2.0’ın 1990’lardan başlayan tasarımında hareket noktası buradadır. BOP 2.0 bu geniş alanı sürekli istikrarsızlıklar içinde tutacak bir büyük alan projesi oluyor. Avrupa’nın kolonizasyonu ile herhangi bir benzerlik aranamaz. Burada bir başka jeopolitik yaratma mantığı var.

Türkiye’nin BOP 2.0’a yönlendirileceği 1990’larda ilk işaretleriyle ortaya çıktı. Orgeneral Torumtay’ın bunu hissettiği anlaşılıyor. Ülke siyaseti BOP 2.0 için uygun kıvama 2000 başlarında gelmiş oldu ve gereği için “ılımlı hareket” oluşturuldu. BOP 2.0’ı sezen “İkinci Ecevit”in tüketilişi noktayı koydu. Sonra, BOP 2.0’ın ülkeye kesin tebliği “çuval” operasyonu ile yapıldı. Daha sonra, BOP 2.0 alanında “şirket” tarafından Tunus’tan başlayıp Libya’dan geçerek yürütülen operasyon zinciri Suriye’ye erişti ve Türkiye’ye bu alanda fiilen yer alma ve BOP 2.0’ın gereklerini artık somut adım atarak yapma daveti çıktı. Türkiye’ye yeni rejim getiren “ortakyaşam”ın bu gelişmelerde doğal olarak “çıt”ı çıkamazdı. Öyle oldu. Devamına girmeyelim.

Çin meselesi büyük konu. Uzmanlar konuşsun. Şimdi Türkiye’yi içine alarak önemli kılan iki alan var: “Şirket”in kolonizasyonundaki Avrupa ve BOP 2.0. Bu iki alanda emperyalizm şunu kuvvetle vurguluyor: Dünyanın yönetiminde esas olan savaştır ve büyük ölçekte hissedilmelidir! Yönetimleriniz bu esasa ayarlanmalıdır! Bunu akılda tutalım.

Angela Merkel ciddi, kişilikli bir siyasetçi idi. Görevde bulunduğu 16 yılda sadece Almanya değil, Avrupa da ondan sorulur olmuştu. “Şirket” Merkel’i uyumsuz buldu, sevmedi. Gitmesini dört gözle beklediler. 17 Eylül 2021’de ayrıldı. Aralıkta devir-teslim yaptı. Sonraki iki ay içinde Avrupa sahnesi bir yıkıma esir düştü: Bir ülke değil de bir cephe olarak muamele gören Ukrayna senaryosu! Belleğiyle konuşma merkezi arasında kopukluk olmadığı bir sırada, ABD’li Biden bunu veciz şekilde, “Orada son Ukraynalıya kadar savaşılacak!” diye berraklaştırmıştı. Merkel, biliyoruz, Rusya ile Kuzey Akım-1’i yapmış işletiyordu. Kuzey Akım-2’yi de tamamlamıştı. Bunlar yeni bir Avrupa tablosunun büyük projeleriydi. “Şirket” için makbul olmadığını Ukrayna sayesinde anlayabiliyoruz. Bilgi için en yetkin kaynağa, Necdet Pamir’e başvurmalı.

(Putin ve Merkel görüşmesi.)

Rusya-Ukrayna çatışması hem sıcak savaşı hem de 70 küsur yıllık Soğuk Savaş’ı keskin ve içinden çıkılmaz gündem yaptı. Keskinliği Rusya üzerine konan finansal, vs. yaptırımlardan önce ünlü orkestra şefi Valeri Gergiyev’in Münih Orkestrası ile çalışmasının iptal edilişi gibi kültürel simgelerde okumak gerekir. Yani, “Esas olan savaştır”ın izdüşümü olan hoşgörüsüzlük ölçüsünün aynasında.

Ancak, insanı bir başka yönüyle düşündüren, Merkel’in yerine gelen “sosyal demokrat” şansölyenin (her kim ise!) Kuzey Akım’a “iyi saatte olsunlar”ca yapılan sabotajı sineye çekmesi ve AB’nin de suskunluğudur. Bunları bir başka adım tamamladı: “Şirket” Finlandiya ile İsveç’i bu müstesna konjonktürde yutuverdi. Tümü bir arada, ikinci ve daha “büyük kolonizasyon”un jeopolitik resmi ortaya çıkıverdi. Resim BOP 2.0 alanının sıcak çatışmalar ve tükenmeyecek istikrarsızlıklarına göre daha kalın çizgilidir. “Şirket”in zapt edilmez yayılma arzusu dışa mı vuruyor? Eğer jeopolitik nabız gibi bir şey varsa, BOP 2.0 alanına göre burada, kolonizasyonun Avrupa’sında “Şirket”in dopingiyle daha kuvvetli atıyor. Uzmanlar ne der, bilemeyiz.

(Johnson Mektubu, Haluk Şahin, Kırmızı Kedi Yayınları, kitap arkası not.)

1932 Temmuz’unda, günün başvekili İzmir’de konuşma yaptı. Şöyle dedi: “Akdeniz binlerce seneden beri medeniyet havzası ve dünya siyasetinin geçididir. Gazi, meydan muharebesinin neticesini ifade eden hedefi değil, Akdeniz siyasetinde ve medeniyetinde Türk milletinin layık olduğu yüksek mevkiyi almak hedefini göstermiştir.”

Tarihin cilvesi derler, 32 yıl sonra yine başbakan iken yine Akdeniz’e, Kıbrıs’a çıkma hazırlığını öğrenen ABD Başkanı Johnson’un gönderdiği kuvvetli uyarı mektubu üzerine şunu vurgulamıştı: “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır!”

QOSHE - Büyük iddia ve uyum(4) - Bilsay Kuruç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Büyük iddia ve uyum(4)

20 12
27.11.2023

(Ortakyaşam- Simbiyoz) III

Cumhuriyetin yüzüncü yılındayız. Yirmi küsur yıldır Cumhuriyetin “büyük iddia”sından uzaklaştıran karşıdevrim sürecinin seyri içindeyiz. İki ayağından biri ekonomi modelidir. Buna kısaca baktık (13 Kasım). İkinci ayakta dünyayı ve bölgemizi kaplayan jeopolitik var. Bunun uzmanları var. Onlardan öğreniriz. Burada iktisatçı gözüyle uzaktan bakalım.

Emperyalizm dünya ölçeğinde ve ciddi iştir. O ölçekte savaşa ve barışa tek başına karar verme kapasitesidir. Daha dar ve parçalı olamaz. Kapitalizm o kapasiteyi kaybederse zayıflıyor demektir. 1945-46’da zayıflık göstermedi. Emperyalizm el değiştirdi. İngiltere’den ABD’ye geçti ve tarz değiştirdi. İngiltere dünyayı sömürgeleriyle yönetmişti. O devir tarihe karışıyordu. Dünya geri bölgelerin kolonizasyonu ile yönetilemezdi. Artık işin temel taşı, en gelişmiş bölgenin kolonizasyonunu yapmaktı: Avrupa! Churchill, şahin aklıyla yolu göstermemiş miydi? 1944 Ekim’inde, Moskova’ya gidip Doğu Avrupa’yı Sovyetler’e sunmamış mıydı? Sonra da 1946 Mart’ında ABD’de, Missouri’de “Avrupa ikiye ayrıldı. Ortasından bir ‘Demirperde’ çekiyoruz. Ne duruyorsunuz?” dememiş miydi?

Dünyayı iki ayakla yöneteceksin. Ekonomik ayak Bretton Woods’ta (1944) düzenlenmişti. İngiltere o ayakta başrol oynayamayacağını, “sterlin”in zayıflığını 1947’de itiraf etti. Ricattı. “Dolar” tek başına dünya parası oldu. Jeopolitik ayak daha önemli ve acildi. Günü ve geleceği belirleyecekti. Dünyanın “ağa”sı jeopolitik ayağın komutanıdır. Böyle bakıldı.

Gereği düşünüldü. 1947 Mart’ında İngiltere vaktiyle Abdülhamit’in kendisine sunduğu Doğu Akdeniz’i ABD’ye devretti. Buna “Truman Doktrini” dendi. O işaret fişeğiydi. Hemen sonra emperyalizm tarihinin dönüm noktası olacak karar oluşturuldu: Avrupa bölünecek. “Büyük kolonizasyon” yapılacak. Batı ve Doğu olacak. Batı ABD’nin, Doğu Sovyetler’in alanları olacak. 1947’den 1948’e varınca iş tamamlandı. ABD yönetiminin şahinleri sonrasını sahiplendiler. Emperyalizmin “muhafazakâr ve şahin” olması esastır. Batı kolonizasyon alanında Avrupa’nın kilidi yeni yarattıkları Batı Almanya idi. O, ABD’nin emperyal statüsünün teminatı oldu. O tarihte, “büyük kolonizasyon”la başlayan jeopolitik 20. yüzyılın senaryolarını şekillendirdi.

Kolonizasyon emperyalizmin “sabit varlığı”dır (asset). Ancak, “sabit varlığı” (Avrupa’yı) jeopolitik zeminine yerleştirerek dünyayı yönetebilmek için yepyeni bir kalıp lazım. Dünyaya bir “fanus” giydirmek diyelim. Hemen yapıldı. “Fanus”u Soğuk Savaş olarak öğrendik. Önce Avrupa’ya, sonra dünyaya giydirildi, çıkarılamıyor. Pratiği için antikomünizm icat edildi ve çok kullanışlı oldu.

Soğuk Savaş olmaksızın emperyalizm aradığı jeopolitik ölçeği ve içeriğini bulamazdı. Jeopolitik oyun kalıcı şekilde oynanamazdı. Kalıcılık için bunu sahiplenecek bir girişim yaratmak lazım. Amerikalı her işe şirket aklı ile bakar, dersek pek yanılmayız. Öyle baktı. 1949’da bir şirket kurdu: NATO adını verdi. Öz sermayeye askeri üslerini ve atom bombasını koydu. Daha sonra nükleer başlıklı füzeleri, bunları imal edecek silah sanayilerini (“military-industrial complex”) koyacak. Şirkette yönetim ağırlığını elinde tuttu ve Batı Avrupa devletlerini de hissedar yaptı. Onlar öz sermayeye “büyük kolonizasyon”daki........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play