menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gazze Yürüyüşü - Yunanistan’dan Faras: Filistin, çok daha geniş bir reddin siyasî simgesi

10 1
21.09.2025

İsrail’in Gazze Şeridi’nde giderek tırmandırdığı yıkıcı saldırganlık karşısında, Yunanistan’da yükselen Filistin’le dayanışma hareketi dikkat çekici bir güç ve çeşitlilik sergiliyor.

Liman işçilerinin silah sevkiyatını durduran abluka eylemlerinden adalarda İsrail kruvaziyerlerini geri püskürten protestolara; üniversitelerde akademi-askerî işbirliklerine karşı verilen mücadeleden Gazze kuşatmasını kırmayı hedefleyen uluslararası filolara katılıma uzanan bu direniş hattı, yalnızca tarihsel hafızadan değil, günümüz enternasyonalizminin canlı damarlarından da besleniyor.

Biz de bu yükselişin ardındaki dinamikleri ve Yunanistan’ın İsrail’le kurduğu ittifaka karşı sokaklarda örülen direnişi anlamak için “Gazze Yürüyüşü - Yunanistan” (March to Gaza Greece) koordinasyon grubundan Antonis Faras ile konuştuk.

Yunanistan’da Filistin’le dayanışma hareketi neden bu kadar güçlü? Sizce belirleyici tarihsel, kültürel ya da siyasî dinamikler neler?

Yunanistan’daki Filistin dayanışmasının derin kökleri, ülkenin kendi savaş, göç ve emperyalizme karşı mücadele tarihinden bağımsız olarak anlaşılamaz. II. Dünya Savaşı sırasında, On İki Adalar’dan -özellikle Kalimnos’tan- göç edenler de dahil olmak üzere binlerce Yunan mülteci Ortadoğu’ya sığındı; önemli sayıda kişi Filistin’de barınak buldu. Bu insanlar açlıktan, faşist işgalden ve bombardımandan kaçıyorlardı. Birçoğu, yalnızca zorluk anılarını değil, aynı zamanda sürgündeki ve sömürgeleştirilmiş halklar arasında ortaya çıkan dayanışma deneyimlerini de canlı bir şekilde hatırlayarak geri döndü. Bu deneyimler, Yunanlar ile Filistinliler arasında sadece savaşın mağdurları olarak değil, aynı zamanda ortak bir mücadelenin öznesi olarak erken bir kültürel yakınlık oluşmasına katkıda bulundu.

Bu tarihsel hafıza, savaş sonrası on yıllarda Yunanistan’ı saran anti-kolonyal ve anti-emperyalist duygu dalgasıyla birleşti. ABD destekli askerî cuntaya (1967-1974) karşı verilen direniş, Filistin davasını uzak bir çatışma olarak değil, küresel bir tahakküm sisteminin parçası olarak gören bir siyasî bilinç şekillendirdi. 1980’lerde Yaser Arafat, Atina’da emperyalizme ve ulusal boyunduruklara karşı verilen geniş mücadelenin bir yoldaşı olarak karşılandı. Yunanistan, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü tanıyan ve Filistin devletini açıkça destekleyen ilk Avrupa ülkelerinden biri oldu; bu da halkın duyarlılıklarının ilerici bir dış politika ile örtüştüğünü yansıtıyordu.

Ama hikâye burada bitmiyor. 2000’lerin başından itibaren ardı ardına gelen Yunan hükümetleri -ister muhafazakâr ister sosyal demokrat olsun- İsrail’le askerî, ekonomik ve siyasî ilişkileri giderek derinleştirdi. Ortak tatbikatlar, silah anlaşmaları ve özellikle Doğu Akdeniz boru hattı etrafında gelişen enerji işbirliği, Yunan devletinin bölgesel stratejisini NATO ve AB’nin jeopolitik önceliklerine göre yeniden şekillendirdiğini gösteriyor. Bu yönelim, halkın Filistin’e yönelik kalıcı desteğiyle açıkça çelişiyor ve devlet politikası ile tabandan yükselen enternasyonalizm arasında derin bir yarık ortaya çıkarıyor.

Bu açıdan bakıldığında, Yunanistan’daki Filistin dayanışma hareketinin gücü yalnızca tarihsel hafıza ya da kültürel yakınlıktan kaynaklanmıyor. Aynı zamanda dış politikanın militarizasyonuna, Doğu Akdeniz’in neoliberal yeniden düzenlenmesine ve Yunanistan’ın emperyalist ittifaklara eklemlenmesine karşı bir direniş biçimidir.

Dayanışma hareketi hangi sloganlar ve talepler etrafında şekilleniyor (ateşkes, ambargo, akademik-askerî işbirliklerinin sonlandırılması, limanlardan silah geçişinin engellenmesi vb.)? Hareketin başlıca özneleri kimler?

Hareketin merkez ekseni, Filistin için dayanışma ve özgürlük çağrısıdır -bu, soyut insani terimlerle değil, Filistin halkının işgale, apartheid’e ve etnik temizliğe karşı direnme hakkının tanınmasıyla ifade ediliyor. Buna Gazze’ye yönelik ablukaya derhal son verilmesi, İsrail işgalinin tüm biçimleriyle sona erdirilmesi, tüm Filistinli mülteciler için geri dönüş hakkı ve tarihsel topraklar üzerinde özgür, bağımsız bir Filistin vizyonu; ayrıca tüm sakinler için tam haklar ve adalet de dahil.

İkinci ve eşit derecede önemli bir boyut ise İsrail devletinin siyasî, ekonomik ve kültürel olarak tecrit edilmesi talebidir. İsrail yalnızca bir işgal gücü olarak değil, NATO, ABD ve Avrupa Birliği’nin güvenlik-endüstri kompleksine derinlemesine yerleşmiş bütünleyici bir unsur olarak görülüyor. Bu bağlamda Yunanistan’daki hareket, İsrail’le yapılan askerî, ekonomik, akademik ya da teknolojik tüm ikili anlaşmaların iptal edilmesini talep ediyor ve uluslararası BDS (Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar) kampanyasını stratejik ve etik bir zorunluluk olarak destekliyor. Bu talepler; Yunan ve İsrail kurumları arasındaki akademik ve askerî işbirliklerinin sonlandırılmasını, İsrail savaş gemilerinin Yunan limanlarına yanaşmasının ve yakıt ikmali yapmasının engellenmesini ve Pire Limanı gibi altyapılar üzerinden silah ve askerî teçhizat transferinin durdurulmasını içeriyor.

Bu talepler, savaş ekonomisine ve Batı’nın süregiden militarizasyonuna yönelik daha geniş bir eleştiri çerçevesinde dile getiriliyor. İsrail’e verilen destek, militarizm, gözetim ve sürekli savaş mantığıyla giderek daha fazla şekillenen daha büyük bir sürecin semptomu olarak görülüyor. Bu nedenle dayanışma hareketi, Yunan ekonomisinin militarize edilmiş biçimde yeniden yapılandırılmasına, NATO’nun bölgedeki giderek genişleyen rolüne ve Avrupa genelinde askerî-endüstriyel politikaların normalleştirilmesine karşı da konumlanıyor. Kısacası Filistin’in yanında durmak, sözde demokratik Batı’nın dayattığı küresel savaş ve baskı yönelimine karşı çıkmak demektir.

Hareketin bileşimi bu karmaşıklığı yansıtıyor. Ne tek tip, homojen bir özne ne de tek bir sesle konuşan bir yapı var. Bunun yerine, siyasî kolektiflerden ve sol örgütlerden öğrenci meclislerine, kültür emekçilerinden göçmen topluluklarına ve sendikacılara uzanan geniş bir özneler topluluğu söz konusu. Özellikle liman işçileri, İsrail savaş makinesiyle bağlantılı yükleri taşımayı reddederek görünür eylemler gerçekleştirdi. Öğrenciler, İsrail kurumlarıyla akademik normalleşmeye karşı harekete geçti; sanatçılar ve entelektüeller ise kültürel direniş ile siyasî dayanışma arasında köprüler kurdu.

Belki de en önemlisi, Filistin davasıyla özdeşleşen, giderek genişleyen ve sesini daha çok yükselten bir halk tabanı var. Sokaklardaki kitlesel gösterilerden futbol stadyumlarına asılan pankartlara ve çevrimiçi viral kampanyalara kadar Filistin, çok daha geniş bir reddin -suç ortaklığına, emperyalizme ve adımıza işlenen şiddete karşı bir reddin- siyasî simgesi hâline geldi. 10 Ağustos’ta yapılan “Not In Our Name, Not In Our Land” çağrısıyla ülke genelinde 120 eylem gerçekleşti; bu, Yunanistan için eşi benzeri görülmemiş bir olaydır.

Bu eylemler arasında pratik bir işbölümü ya da koordinasyon mekanizması var mı?

Hareket büyük ölçüde merkezsiz kalmaya devam etse de koordinasyona yönelik çabalar giderek artıyor. Öğrenci gruplarından siyasî kolektiflere, liman işçilerine ve göçmen topluluklarına kadar farklı güçler kendi alanlarından müdahale ederek gayriresmî ama etkili bir işbölümü oluşturuyor. Seferberlikler, ablukalar ve kampanyalar çoğunlukla özerk inisiyatiflerle ortaya çıkıyor, fakat ortak siyasî hedefler etrafında buluşuyorlar.

Sürdürülebilir koordinasyona yönelik en umut verici girişim, daha geniş bir siyasî alan olarak şekillenmeye başlayan “March to Gaza Greece” inisiyatifidir. Bu inisiyatif, farklı özneleri bir araya getiriyor, ülke çapında eylemler örgütlüyor ve birleşik, radikal bir Filistin yanlısı pozisyon formüle etmeye çalışıyor. Henüz oluşum aşamasında olsa da, hareketin taban dinamizmini zedelemeden daha derin bir stratejik uyumun mümkün olduğuna işaret ediyor.

Pire Limanı’nda İsrail’e gidecek gemilere mühimmat yüklenmesinin birden fazla kez engellendiğini biliyoruz. Bu tür eylemler nasıl örgütlendi?

Bu ablukalar, liman işçileri, sendikalar ve dayanışma ağlarının örgütlü ve militan müdahalelerinin sonucunda ortaya çıktı; COSCO’daki işçi sendikası ENEDEP bu süreçte merkezi bir rol oynadı. Temmuz 2025’te ENEDEP, Panama bandıralı Ever Golden adlı bir gemiyi, İsrail’e askerî nitelikte çelik taşıdığı şüphesiyle tespit etti. Yapılan denetimde yükün zaten başka bir gemiye (Cosco Shipping Pisces) aktarılmış olduğu doğrulandı. Bunun üzerine sendika, limanın 2. ve 3. terminallerinde kitlesel seferberlik çağrısı yaptı.

Yüzlerce kişi -öğrenci sendikaları, siyasî kolektifler, Pire İşçi Merkezi ve sıradan insanlar- çağrıya yanıt vererek güçlü bir fiziksel ve siyasî........

© Bianet