Günlerin, ayların, yılların birbirini ağırdan aldığı ölümlerden biriydi o. Bazı yitirilişler, insan yüreğinde zaman aşımına uğramıyor çünkü.

Ölenle ölünebildiğine çok tanıklık etmişlerin dünyasında sızı, kuru bir ayaz gibi eti kesiyor işte.

Tam da bu yüzden katillere inat ayakta durmanın adabında hep bir sancı oluyor.

Güçlü olmanın zorunluluğuna isyandır bu. Oysa adaletin onarıcılığına sığınıp, toprağa verdiğine huzurlu bir veda sunmayı kim istemez ki?

Kim acıları hakikatin kendisine emanet edip, zamanın yara sarıcılığına sığınmayı istemez?

Adaletten mahrum bırakılanların dünyasından bakarsanız alacağınız cevap çok ağır olur.

Tüm ahlarını yüreğine gömmek zorunda kalanların alnına yerleşen o hüzünlü çizgiler, dudaklara yerleşen o derin çatlaklar, uzaklara dalıp giden o gözler ve göğsün üzerinde oturan o ağırlık, bizden yana doğmayan çağların yükünde döver öfkesini bu nedenle.

Anlarsın o zaman her defasında ölümün bizim çocuklara neden hep erken düştüğünü, her defasında “bizler”i ensesinden vurup, elimizden yaşamın alındığını.

Bu yüzden geride kalanların sloganları hep büyük ve öfkelidir ve bu yüzden “unutmayacağız” diyen haykırışlar, kuşaktan kuşağa sorulamamış hesapların sesi olarak kalır geriye.

Yolunu kaybedenler için bir adrestir çünkü unutmamak.

Unutmamak, hiç hesap sorulamayacağını düşünen kiralık kalemler, düşünceler ve tetiği çeken eller için boyunlarına asılmış kocaman bir tabeladır ve o tabelada büyük harflerle “suçlu” yazmaktadır.

Unutmamak, hayata Yüz-Sıfır geriden başlayan yoksul çocuklar adına adaleti ve hakikati savunmaktır.

Kendi adına bir şey istemekten utanan insanların adabına tutunmaktır unutmamak. Tutunmak ve iyilikten, dayanışmadan, sevgiden yana bir başkasına yer açmaktır.

Yumruğunu sıkmaktır unutmamak. Kavga çıkarmak için değil, varlığımızı yok sayanlara karşı “varız” diyebilmenin tarihsel zorunu uygulamak için.

Resmi ideolojinin arkasına saklanarak ateş edip, nefret kusanlara karşı dik durmanın onurunu yaşamaktır unutmamak.

Ömre kesilmiş bir hükmün yalnızlığı gibi, etraftan aniden çekilip gidenlere, uzaklaşanlara ve -mış gibi yaparak poz kesenlere, direncin tebessümünü teslim etmemektir unutmamak.

Ne kadar kahrolursak olalım, geride kalanlara “Hoşçakalın dostlar. İyilikle kalın” diyebilecek bir metanete sahip olmaktır.

“Hava soğudu –Kasım’ın son günleri-

Kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğum” diyen şairin dizelerinde bir parça sitem olmaktır unutmamak ve kelimelerin gücüne sığınıp, cümlelerin anlamında çoğalıp, okunacak bir kitap olabilmeyi başarabilmektir.

Ez cümle;

Unutmamak özlemektir en derinden.

Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

QOSHE - Tahir Elçi - Akın Olgun
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tahir Elçi

32 0
29.11.2023

Günlerin, ayların, yılların birbirini ağırdan aldığı ölümlerden biriydi o. Bazı yitirilişler, insan yüreğinde zaman aşımına uğramıyor çünkü.

Ölenle ölünebildiğine çok tanıklık etmişlerin dünyasında sızı, kuru bir ayaz gibi eti kesiyor işte.

Tam da bu yüzden katillere inat ayakta durmanın adabında hep bir sancı oluyor.

Güçlü olmanın zorunluluğuna isyandır bu. Oysa adaletin onarıcılığına sığınıp, toprağa verdiğine huzurlu bir veda sunmayı kim istemez ki?

Kim acıları hakikatin kendisine emanet edip, zamanın yara sarıcılığına sığınmayı istemez?

Adaletten mahrum bırakılanların dünyasından bakarsanız alacağınız cevap çok ağır olur.

Tüm ahlarını yüreğine gömmek zorunda kalanların alnına yerleşen o hüzünlü çizgiler, dudaklara yerleşen o derin çatlaklar, uzaklara dalıp giden o gözler ve göğsün üzerinde oturan o ağırlık, bizden yana doğmayan çağların yükünde döver öfkesini bu nedenle.

Anlarsın o zaman her defasında ölümün bizim çocuklara neden hep erken düştüğünü, her defasında “bizler”i ensesinden vurup, elimizden yaşamın alındığını.

Bu........

© Artı Gerçek


Get it on Google Play