Çürümüş duygularımız, geçmişimiz, çiçeklendiremediğimiz travmalar, mağduriyetlerimiz ve ağırlığıyla aksayan yerlerimiz. Mücadelelerimiz dahi 'biri' olabilmek için bitmez tükenmez hikaye arayışlarımızın sancısından sanki. İnsanoğlu yüzyıllardır içini sağaltmanın çaresini arıyor. "Ne zaman evimin belirli köşeleri için çiçek seçmek adına uzun uzun yürüyeceğim, ne zaman yavaşlayacak dünya.." diyorum, böyle zamanlarda turuncu bir abajur ve hemen yanında sürekli Bendeniz çalan bir pikap düşüveriyor zihnimin en sıcak köşesine. Ertesi günün sancıdan çok rutinin huzur vereceği günlerden bahsediyorum, ne zaman?

Öylece oturuyorduk. Zor zamanlardı. Bugünün yüzyıllardır durmadan düne dönüşüşü dahi canımı sıkarken, balkonumdan görünen ve nicedir tenezzül etmediğim şehir silüetinin dahi keyfini çıkaracak birine tahammülüm yoktu. Birkaç yıl önceki trajik halini düşündüm, mütemadiyen Nietzsche konuşan ve hayatı sürekli bilmem ne felsefesine dayandıran günlerini. Kendi yasını tutması gerekirken insanlığın yasını tutuyordu. Hayatı anlamlandırmaya çalışmayan herkese öfkeliydi. Ona bakınca ürperirdim, sanki annesi ona hiç bere örmemişti. Sanki şefkati biliyordu ancak buna öfkeliydi çünkü yoksunluğunu çekiyor olduğu bilgisini de beraberinde getiriyordu. Aksayan yerlerinin net şekilde göründüğü zamanlardı ki bundan dolayı yapayalnızdı.

Şimdiyse nasıl da parlıyordu. Yerini bulmuş, çiçeklenmişti. Yazdığı tiyatro oyununun başrolünü oynuyordu. Sahne dekoru zihninin içiydi. O minik tiyatro sahnesine adımımı atıyorken nasıl ürperdiğimi düşündüm. Başarmıştı. Arınmıştı. O, iyileşmişti. Sanki nicedir pis bir suyu içinde biriktiren o kumaş parçası iki kuvvetli el tarafından sıkılmış, suyun ağırlığından ve pisliğinden kurtulmuştu. Ona bakmış, üretmenin iyileştirici gücünü buna benzetmiştim. Yeniden doğmuştu. Artık cümleleri berraktı. Geride bıraktığı yolun yorgunluğundan arınmıştı, şimdi sıra yeni yolların ihtimallerindeydi. O, yalnızca üretmemişti. Hayatı kendine hak edilmiş kılmıştı.

“Üzerine düşünmeden yapabileceğim bir iş beni mahveder” demişti günün birinde, her şeyi bırakıp binbir borçla tiyatroya yönelmeden hemen önce. Öfkeliydi. Hızla dünyayı kurtarmaya karar verdi, kendini kurtarmakla kaldı, hızını alamayıp bir çocuğun ünite değerlendirme sorularına girişti, “Oyun yazarı olmak zormuş, cümle ekleyip çıkarmak kanlı bir işmişçesine huzursuz ediyor beni” Öyle ya, yenilgilerini temize çekmişti ancak hala kendi uçurumlarından sorumluydu.

Kendime dönmemek için bluzlardaki fular eksikliğini ve tonsürtonu büyük bir mesele bellemiştim. Sonu gelmiş yıldızlara benzetirdim kendimi nehirlerden çok, bir karadeliğe. Bir karadeliğe durmadan benziyor, benzemekle kalmıyor, bir karadelik olarak ‘günaydın’ diyordum. Kendime devam etmek istiyor, ilkokul matematiğiyle her şeyin mümkün olduğu yılları özlüyordum.

Anlamlı susuşlar, eksik duruşlar, büsbütün sıkıcı bir masa. Beni dinle diye yalvarmak istiyordum. Trajedinde kaybolmadan. Yerli ideolojilerden uzak. Aynı uğurda sağ kaldık bilgisiyle. Öyle konuşuyorsun ki, öyle bir konuşuyorsun ki Fukuyama’nın tarihin sonu tezine inanacağız sanıyorum, sanki sen de kendi tarihinin sonundasın, sanki daha ileri gidemeyeceksin. Işığından yitiyor. Şehir ortalamasını mesken belleyelim ve sade kelimeler kullanalım, sadece birkaç dakika için. İlk çiçekli gömleklerimden arınayım sonra yıllarca üzerinde çalıştığım kadının taklidinden. Böylesi daha az bulanık.

QOSHE - Üretmek sağaltır - Nur Yıldız
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Üretmek sağaltır

5 6
14.03.2024

Çürümüş duygularımız, geçmişimiz, çiçeklendiremediğimiz travmalar, mağduriyetlerimiz ve ağırlığıyla aksayan yerlerimiz. Mücadelelerimiz dahi 'biri' olabilmek için bitmez tükenmez hikaye arayışlarımızın sancısından sanki. İnsanoğlu yüzyıllardır içini sağaltmanın çaresini arıyor. "Ne zaman evimin belirli köşeleri için çiçek seçmek adına uzun uzun yürüyeceğim, ne zaman yavaşlayacak dünya.." diyorum, böyle zamanlarda turuncu bir abajur ve hemen yanında sürekli Bendeniz çalan bir pikap düşüveriyor zihnimin en sıcak köşesine. Ertesi günün sancıdan çok rutinin huzur vereceği günlerden bahsediyorum, ne zaman?

Öylece oturuyorduk. Zor zamanlardı. Bugünün yüzyıllardır durmadan düne dönüşüşü dahi canımı sıkarken, balkonumdan görünen ve nicedir tenezzül etmediğim şehir silüetinin dahi keyfini çıkaracak birine tahammülüm yoktu. Birkaç yıl önceki trajik halini düşündüm, mütemadiyen Nietzsche konuşan ve hayatı sürekli bilmem ne felsefesine dayandıran günlerini. Kendi yasını tutması gerekirken insanlığın yasını tutuyordu. Hayatı anlamlandırmaya çalışmayan herkese öfkeliydi. Ona bakınca ürperirdim, sanki annesi ona hiç bere........

© Anayurt


Get it on Google Play