Bir önceki yazıda, Bilge Lider MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 2002 yılından bu yana, kendisi ve partisi adına büyük fedakârlıklar yapmak kaydıyla, Türk Devletini ve demokrasisini büyük badirelerden kurtardığını dile getirmeye çalışmıştım.

Devlet Adamı Bahçeli, son olarak, 17 Mart’ta yapılan MHP Kurultayında yeni bir tarihî çıkış yaptı: Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Mevzuata göre bu benim son seçimim…” cümlesiyle ifadesini bulan ‘siyasetten çekilme’ imasına cevap vererek, kendisine ‘çekilemezsin’ mesajı gönderdi.

15 Temmuz hain darbe-işgal girişiminden bu yana, Türk siyasetinde kabullenilmiş bir vakıa var: “Bahçeli önemli bir siyasî konuyu dillendirdiyse, o mesele pişmiş ve demlenmeye bırakılmıştır…”

Devlet Bey’in çıkışı, muhtemelen Başkan Erdoğan’la istişare edilmiş bir ‘siyasî yol açma hamlesi’dir.

Devlet Ata’nın bu çıkışının en önemli gerekçeleri;

Kuşkusuz bunlara eklenebilecek başka önemli başlıklar da vardır.

Kürt Sorunu değil, terör dayatması

Üzerinde önemle durulması gereken husus; terörle mücadelenin, yeni ve kesin sonuç alıcı bir aşamaya gelmesi ve Türk Devletinin, etrafındaki ülkeleri kendi safında toparlama çabasının meyvelerini vermeye başlamış olmasıdır.

Bu önemli meseleler, bilhassa Başkan Erdoğan gibi güçlü, kararlı ve ne yaptığını bilen bir ‘Lider’in varlığını gerektiriyor.

Devlet Adamı Bahçeli’nin 17 Mart çıkışını, bu bakış açısıyla değerlendirmeliyiz.

Bilge Bahçeli, Batılı emperyalistlerince, bin yıllık Haçlı Seferlerinin yeni bir sürümü olarak, devletimize ve milletimize dayatılan ‘Kürt Sorunu’ yalanına büyük bir darbe indirdi; Türkiye’ye dayatılanın, bir ‘terör sorunu’ olduğunu vurguladı.

Bu meseleyi biraz açmakta yarar var.

1683’te Viyana önünde noktalanan güçlü yürüyüşümüz, sonrasında adım adım bir gerilemeye dönüştü. Gerileme, 19. Yüzyıl başlarından itibaren hem bir çöküşe, hem de çare arayışlarına evirildi. Ve maalesef ‘çare’yi, bizi Anadolu’dan söküp atmak için sayısız Haçlı Seferleri düzenleyen Batılı emperyalistlere özenmede aradık.

Parçalanan devletimiz

Emperyalistler de bizim bu düşkün halimizi tepe tepe kullandı. Ortaya bir ‘Şark Meselesi’ attılar. Amaçları; devletimizi kolay lokmalara bölüp, parçaları kolayca yutmak; nihayetinde Türkleri tekrar Orta Asya’ya sürmekti.

1853-1856 Kırım Savaşı ile ekonomimizi çökertip, devletimizi borçlandırmak suretiyle, bizi, istediklerini dayatabilecek kıvama getirdiler.

İçimizden devşirdikleri ‘devletsiz’ adamlar sayesinde, devletimizi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşına (’93 Harbi) sokarak, omurgamızı kırdılar.

Sultan İkinci Abdülhamit’in siyasî dehası, devletimizin çöküşünü 30 yıl geciktirmiş olsa da 1909’da bir darbeyle onu devirdiler. Sonrasında; 1911 Trablus, 1912-1913 Balkan Savaşları ve nihayet 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ile bizi paramparça ettiler.

Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 1919-1922 arasında verdiğimiz Millî Mücadeleyle, ancak Anadolu ve Trakya’daki mevcut vatanımızı kurtarabildik.

Lakin emperyalist yamyamların iştahı tükenmedi. 30 kadar ülkecik kopardıkları devletimizden, en az 2 parça daha istiyorlardı: Ermenistan ve Kürdistan

Nedir bu Kürt Sorunu?

Ermenistan projesini 1877-1878 Rus Savaşı akabinde devreye alsalar da, Kürdistan projesi, daha 1840’tan itibaren ‘Bedirhan İsyanı’ ile uygulamaya konulmuştu.

184 yıldır Batılı emperyalistlerin dayattığı bölücülük, devşirdikleri vatan hainleri üzerinden teröre dönüştürülerek, ‘Kürt Sorunu’ kılıfıyla önümüze kondu.

Bilge Lider Bahçeli, işte bu tezgâhın üzerindeki gizleme örtüsünü çekip alarak; “Kürt Sorunu yoktur!...” vurgusunu yaptı.

Sahi, nedir bu Kürt Sorunu?

Kültürel baskı mı? Bugün kimse böyle bir baskıdan söz edemez.

Hizmette ayrımcılık mı? Ben, memleketim Tomarza’ya verilen kamu hizmetleri ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki en geri kalmış ilçeleri kıyaslamaya hazırım. Eğer Tomarza’nın, hatta kültür turizminin en önemli ayaklarından biri olan Avanos’un bir milim fazlası varsa, bu noktadaki tüm iddialarımdan vazgeçmeye hazırım.

Hukuk önünde eşitsizlik mi? TBMM üyeleri ve kamuda çalışanların etnik kökenleri incelenirse, nüfusuna oranla, ‘Türkmen kökenliler’ aleyhine büyük bir dengesizlik olduğunu herkes görecektir.

O halde nedir, ‘Kürt Sorunu’ diye bize dayatılan?

Sorunun adını koyalım: Türkiye’yi bölme hevesi... Ki bu iş kansız olmaz. Hem de milyonlarca insanın…

Yeniden ‘Çözülme Süreci’ mi?

Tam da Türk Devleti, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, PKK’ya nihaî ve öldürücü darbeyi vurmaya hazırlanırken… Fesat mahfilleri, ‘dondurucuya kaldırılan çözüm sürecinin tekrar başlatılması’ sakızını gevişlemeye başladılar.

İçimize sinmeyen… Tıpkı Bulgaristan’ın elimizden çıktığı ‘özerklik’ sürecine benzettiğimiz… Zilletine, içimiz kan ağlayarak tahammül ettiğimiz… Şalvarlı eşkıyaların Habur’dan gelip, otobüsün tepesinde ‘zafer turu’ atmasını kahrolarak seyrettiğimiz… Ceylanpınar’da gencecik polislerimizin, o teröristlerce hain pusular kurularak, yatağında uyurken katledilmeleri yüreğimizi dağlamışken… Ardından, teröristler ve siyasî uzantıları, o meşum süreci sonlandırıp, çukur savaşı başlatmışken…

Hangi süreçten bahsediyoruz? Çözülme Süreci mi?

Sahi, bir kere daha mı ısıracaksınız bu milleti?

En zor zamanda size eyvallah demeyen Türk Devleti, kırmızı listedeki insanlık düşmanı katillere her gün yeni çizikler atarken… Sizi bitirmeye ramak kalmışken… Haminiz ABD, pılını pırtısını toplayıp, bölgeden ayrılma hesapları yaparken…

Devletimiz sizinle masaya mı oturacak? Ve niye oturacak? Kökünüzü kurutmak varken…

Yeniden Cihan Hâkimiyeti Ülküsü

Geçiniz… Devlet Bahçeli ve MHP oradayken, rüyalarınız ancak kâbusunuz olur.

Bahçeli’nin, bölücülük karşısındaki net ve sağlam duruşu, aynı zamanda devletimizin pusulasını doğru yönde tutma vesilesidir.

Bahçeli yerden göğe haklı; ülkemizde Kürt Sorunu değil, bölücü terör saldırganlığı var. Türk Devletinin eriştiği güç ve dirayetle, onun da sonu geldi, Allah’ın izniyle.

‘Ülkücü’ siyasetin, parti ve şahsî menfaat beklentisinden uzak duruşu, aslında devlet ve milletimizin tarih sahnesine bir kez daha çıkışının işaret fişeğidir.

‘Ülkü’nün, yeniden devletimizin temel doktrini haline gelmesi, ‘külün üflenip közün harlanması’dır.

Türk Devletinin, tarihî yükümlülüğü olan ‘Cihan Hâkimiyeti Ülküsü’ anlayışına yeniden erişmesidir.

Tüm insanlığı kutlu olsun!...

QOSHE - Siyasette Bahçeli duruşu -2- - Nihat Kaşıkcı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Siyasette Bahçeli duruşu -2-

27 1
22.03.2024

Bir önceki yazıda, Bilge Lider MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 2002 yılından bu yana, kendisi ve partisi adına büyük fedakârlıklar yapmak kaydıyla, Türk Devletini ve demokrasisini büyük badirelerden kurtardığını dile getirmeye çalışmıştım.

Devlet Adamı Bahçeli, son olarak, 17 Mart’ta yapılan MHP Kurultayında yeni bir tarihî çıkış yaptı: Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Mevzuata göre bu benim son seçimim…” cümlesiyle ifadesini bulan ‘siyasetten çekilme’ imasına cevap vererek, kendisine ‘çekilemezsin’ mesajı gönderdi.

15 Temmuz hain darbe-işgal girişiminden bu yana, Türk siyasetinde kabullenilmiş bir vakıa var: “Bahçeli önemli bir siyasî konuyu dillendirdiyse, o mesele pişmiş ve demlenmeye bırakılmıştır…”

Devlet Bey’in çıkışı, muhtemelen Başkan Erdoğan’la istişare edilmiş bir ‘siyasî yol açma hamlesi’dir.

Devlet Ata’nın bu çıkışının en önemli gerekçeleri;

Kuşkusuz bunlara eklenebilecek başka önemli başlıklar da vardır.

Kürt Sorunu değil, terör dayatması

Üzerinde önemle durulması gereken husus; terörle mücadelenin, yeni ve kesin sonuç alıcı bir aşamaya gelmesi ve Türk Devletinin, etrafındaki ülkeleri kendi safında toparlama çabasının meyvelerini vermeye başlamış olmasıdır.

Bu önemli meseleler, bilhassa Başkan Erdoğan gibi güçlü, kararlı ve ne yaptığını bilen bir ‘Lider’in varlığını gerektiriyor.

Devlet Adamı Bahçeli’nin 17 Mart çıkışını, bu bakış açısıyla değerlendirmeliyiz.

Bilge Bahçeli, Batılı emperyalistlerince, bin yıllık Haçlı Seferlerinin yeni bir sürümü olarak, devletimize ve milletimize dayatılan ‘Kürt Sorunu’ yalanına büyük bir darbe indirdi; Türkiye’ye dayatılanın, bir ‘terör sorunu’ olduğunu vurguladı.

Bu meseleyi biraz açmakta yarar var.

1683’te Viyana önünde noktalanan güçlü yürüyüşümüz, sonrasında adım adım bir gerilemeye dönüştü. Gerileme, 19. Yüzyıl başlarından itibaren hem bir çöküşe, hem de çare arayışlarına evirildi. Ve maalesef ‘çare’yi, bizi Anadolu’dan söküp atmak için sayısız Haçlı Seferleri düzenleyen Batılı emperyalistlere özenmede aradık.

Parçalanan devletimiz

Emperyalistler de bizim bu düşkün halimizi........

© Anadolu Gazete


Get it on Google Play