Servet kelimesinin sözlük anlamı; Varlık, zenginlik, mal ve mülktür. Mülkiyet ise sahiplik anlamına gelir. Mülkiyet hakkı, kapitalist ekonomilerin hâkim olduğu devletlerde taşınır ya da taşınmaz bir eşya üzerinde hak sahibi kişiye istediği şekilde kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi veren bir ayni haktır. Bu sebeple mülkiyet hakkını eşya üzerinde en geniş yetki sağlayan ayni hak da denilir.

Bireysel mülkiyet hakkında kapitalist toplumlarda toplum, mülk sahiplerinin yararına boyun eğmek zorundadır. Ancak Kuran da durum böyle değildir. Mülk sahipleri toplumun yararına boyun eğmek zorundadır. Kapitalist sistemde mülk sahiplerinin mülkleriyle ilgili her türlü inisiyatifi vardır. Kuran da ise bu durum lanetlenmiştir. Malda yoksullarında hakkı olduğuyla ilgili kâfirlerin davranışları hakkında Hakka Suresi 34. Ayette ‘’Yoksulu doyurmaya özendirmiyordu’’ Yine Hakka Suresi 87. Ayette Şuayp Peygamberin malları insanlara paylaştırmakla ilgili vahiyleri iletmesine karşı toplumu şu sözleri söylemiştir. ‘’Dediler ki: “Ey Şuayb! Namazın/duan mı emrediyor sana, atalarımızın tapar olduğunu terk etmemizi yahut mallarımızda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi? Esasında sen; gerçekten yumuşak huylu, olgun bir insansın.”

İnsan serveti eline geçirdiğinde veyahut varlıklı bir şekilde doğduğunda kendisinin o servetin daimî sahibi olduğunu düşünür ve o serveti paylaşmak, insanlara yardım etmek istemez. Hâlbuki ayetlerden de anlaşılır ki mülkün gerçek sahibi Kapital liberal sistemin dediği gibi insan değildir. Nitekim Yasin Suresi 47. Ayette ‘’Onlara, “Allah’ın size lütfettiği rızıklardan dağıtın!” dendiğinde, nankörlüğe sapanlar, iman edenlere şöyle derler: “Allah’ın, dilediği takdirde yedirip doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz açık bir sapıklık içindesiniz, hepsi bu.” Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kuran’ın mesajı gayet net ve serttir.

Oluşturulan kapitalist sistemde insanlar arası bir kast sistemi oluşur. Bu sistem insanların toplumsal yaşadığı dönemlerden günümüze kadar süregelmiştir. Toplum diyagramı oluşturulursa en üst tabakada feodal güç sahipleri, kabile liderleri, kutsal din adamları günümüzdeki burjuvaziler yer alır. Tabakanın en altında ise her toplumda istisnasız işçiler köylüler ve köleler günümüzdeki asgari ücret sahipleri gelmektedir. Tüm bunlara liberalizm neden olmaktadır. Çünkü bu sistemde mal ve mülkün sahibi, kendisinin sahip olduğu şeyin mutlak hâkimi konumuna getirir. Tanrısal bir otorite kurar ve kimseye malından ve mülkünden vermek istemez. Zaten kimsenin ona bir zorlaması da olamaz çünkü mülkiyet hakkına kutsallık addedilmiştir.

Yasalar mal ve mülk sahibi servetli kişilerden oluşan üst tabakaları korur ve destek çıkar. Hatta özel mülkiyetin içeriğine, insanda olan mal ve mülk değil bizzat insanın bedeninin mülkiyeti yani kendisinin başkası tarafından kullanılma hakkı bile dahil olmuştur. Kölelik ve cariyelik buna örnektir. Bu ilgili durumun korkunç boyutlarına bir örnektir.

Toplumun bilmesi gereken kavramlardan biri de “Lehû’l Mülk’’ kavramıdır. İslam dininin genel amaçlarından biri insanların mülkiyetle ilgili tabularını yıkıp, ekonomik adaletsizliği sona erdirmektir. Tüm peygamberler bunu adaletle değiştirmek için görevlendirilmişlerdir. Bu da “Lehû’l Mülk” yâni “Mülk Allah’ındır” sözüyle yapmıştır ve bunun tüm zamanlarda da yapılmasını Yüce Allah emretmektedir. Zümer Suresi 6. Ayette geçen ‘’İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O’nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O’ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?!’’ vahyedilen cümleler mülkün tek ve daimî sahibinin Yüce Allah olduğunu aktarır. İnsanoğlu bu ayetlere uymaz ve nefsine teslim olup çok daha fazlasını ister. Paylaşımı reddeder.

Mülkü ve serveti ellerinde bulunduran tacirler, Rahipler, kâhinler, zenginler, tefeciler ve burjuvalar kurdukları bu düzenden her zaman mutlu kalmıştır. Siyonist ve kapitalist protokollerin birinde şöyle yazmaktadır. “Bizim kuvvetimiz devamlı yiyecek kıtlığı ve işçinin beden zayıflığında gizlidir. Çünkü bütün bunlar bizim arzularımızın kölesi olmasına delâlet eder. O kendi yetkileri içinde bizim arzularımıza karşı işçiyi idare hakkını, açlık daha sağlam bir şekilde bize verir. Biz, avam tabakasını açlığın doğurduğu sıkıntı, hased ve kin ile harekete geçirecek ve yolumuzun üzerinde bizi engelleyen ne varsa onların elleri ile silip yok edeceğiz. Silahlanmanın hızlandırılması ve polis kuvvetlerinin arttırılması, koyma kuvvet ve enerjisini bulamayacaktır. Kralların kanuni otoritesinin aristokrasiye verdiği yukarıda bahsedilen plânların yerine getirilmesi için tamamen elzemdirler. Biz istiyoruz ki Dünya’daki bütün devletlerde bizlerden başka ancak proletarya sürüleri, bizim menfaatlerimize bağlı birkaç milyoner, ve silahlı koruyucularımız bulunsun”. Bu hastalıklı görüş yukarıda aktarıldığı gibi giderek güçlenmiş ve ne yazık ki yasalarla da kendini korumaya almış durumdadır.

Mülk hırsının insanda neler yaptığını açıklayan ayetlerden ikisi de Sad Suresi 23 ve 24. Ayetlerdir. “Şu benim kardeşimdir. Kendisinin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen, onu da bana ver dedi ve tartışmada bana galip geldi.” Dâvûd dedi ki: “Vallahi, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır.” Dâvûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi, rükû ederek yerlere eğildi ve Allah’a yöneldi. ‘’ İnsanoğlunun hırsı 99 kat daha çok malı olsa bile karşıdaki 1 malı olan kişinin malına göz koymaktadır.

Âdem Peygamberi kandıran şeytanın başvurduğu ilk yol yine saltanat ve mülk olmuştur. Taha Suresi 120. Ayette ‘’Derken, şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: “Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez-çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi?’’ diye vaat veren şeytana uyan Âdem Yüce Allah’ın ona söylediği şartı yerine getirememiş ve bu durum biz Ademoğulları neslini başlatmıştır.

Kuran da ilk geçen ilk kıssada da yine doyumsuz mülk sahiplerinin aralarında geçen bir olay anlatılmaktadır. Kalem Suresi 17 ve 33. Ayetlerde ‘’Biz onları, o bahçe sahiplerini belalandırdığımız gibi belalandırdık. Hani, onlar sabaha çıktıklarında, bahçeyi mutlaka kesip biçeceklerine yemin etmişlerdi. Hiçbir istisna tanımıyorlardı. Ama onlar uyumaktayken, Rabbinden gelen bir dolaşıcı bahçeyi dolaştı da, O, simsiyah kesiliverdi. Sabaha çıktıklarında birbirlerine seslendiler: “Hadi, eğer biçecekseniz ekininize erken gidin.” Yola koyuldular. Aralarında fısıldaşıyorlardı: “Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin!” Sadece engellemeye, şiddete güçleri yeten kişiler olarak erkenden vardılar. Fakat bahçeyi görünce: “Yahu, biz yanlış gelmişiz.” dediler! “Hayır, hayır! Biz mahrum edilenleriz.” Ortancaları/ılımlı olanı şöyle dedi: “Ben size söylemedim mi? Tespih etseydiniz ya!” O zaman dediler ki: “Tespih ederiz seni, ey Rabbimiz! Gerçekten biz zalimler olduk.” Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar. “Yazıklar olsun bize, dediler, biz gerçekten azgınlarmışız!” “Umarız, Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz de her şeyimizle Rabbimize yöneliriz.” İşte böyledir azap! Ahiretin azabı ise gerçekten çok daha büyüktür. Bir bilselerdi!’’

Bu kıssadaki özellikle ‘’Bugün bir yoksul girip yanınıza gelmesin’’ cümlesini dikkatlice irdelersek ve bu tutum yüzünden Yüce Allah tarafından bahçe sahiplerinin bahçesinin darmaduman olduğunu okuduğumuzda mülkiyet meselesinin hiç basite indirgenmemesi gerektiğini de anlamış oluruz. Yine Kehf Suresi 32-44. Ayetlerinde ‘’Onlara örnek olarak şu iki adamı ver: Bunlardan birine, üzümlerden oluşan iki bağlık vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, aralarına da ekinler serpiştirmiştik. Adamın başka bir geliri de vardı. Bu yüzden, arkadaşlarıyla konuştuğu bir sırada ona şöyle demişti: “Ben, malca senden zengin, insan unsuru bakımından da güçlü ve onurluyum.” ve böylece, öz benliğine zulüm ede ede bağlığına girdi. Şöyle konuştu: “Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.” “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Ama eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha iyisini bulacağımdan eminim.” Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: “Sen, seni topraktan, sonra meniden yaratıp sonra da bir adam olarak biçimlendiren kudrete nankörlük mü ettin?” “Lâkin, o Allah benim Rabbimdir. Ve ben, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.” “Bağına girdiğinde, ‘Mâşallah, kuvvet yalhız Allah’tandır!’ desen olmaz mıydı? Gerçi sen beni, malca ve evlatça senden basit görüyorsun ama, Olabilir ki, Rabbim bana senin bağından daha değerlisini verir; seninkinin üzerine de gökten bir âfet gönderir de bağlığın yalçın bir toprak kesilir.” Yahut suyu dibe çekilir de bir daha onu isteyemezsin bile.” Derken bütün ürününe el kondu. Bağ sahibi, çardakları üzerine çökmüş bulunan bağ için harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturuyor ve şöyle diyordu: “Ne olurdu, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!” Allah dışında kendisine yardım edecek bir topluluğu da çıkmadı. Kendi kendini de kurtaramadı. İşte böyle bir durumda, dostluk ve koruma, hak olan Allah’tandır. O, karşılık verme bakımından da hayırlıdır, iş sonuçlandırma bakımından da hayırlıdır.’’ Anlatılan bu kıssadan da hareketle kişiler arasındaki servet, miras yada mülklerin aslında Yüce Allah’ın olduğunu ve insanları bununla sınadığı anlaşılmaktadır. İlgili Surenin 46. Ayetinde ilgili konun çarpıcı özeti ve çıkarılması gereken dersi Yüce Allah tarafından şöyle vahyedilmiştir. ‘’Mal ve oğullar, şu iğreti dünya hayatının süsüdür. Barışa ve hayra yönelik kalıcı eylemlerse, Rabbin katında sevapça da üstündür, beklenti bakımından da.’’ Mülkün o insana verilmesinin sebebi onu paylaşması içindir. Paylaşmayınca da Yüce Allah tarafından gazap edileceği, bu Dünya da hüsran ve Ahirette Cehennem kapılarının mülk sahiplerine açılacağı anlatılır. Mülkte hükümdarlık iddiası şirksel bir iddiadır.

İnsanlığın başlangıcında ilk olarak mülkiyet kolektif bir yapıya sahipti. Özel mülkiyetin temelleri Neolitik Çağa dayanmaktadır. Tarımla geçinen toplumlarda avcılık ve toplayıcılıkla yaşam devam ettirildiği için ortak olarak ilgili toplum için ortak yiyecekler toplanıyor ve herkes ihtiyacı kadar alıyordu. Yetiştirilen ve toplanılan ürünlerin tarımsal gelişmeyle çoğalması ve depolanma ihtiyacının doğması ürünlerden arta kalanın nerede ve kimler için muhafaza edileceği tartışmalarını getirmiş, böylece özel mülkiyet kavramının ilk temelleri ortaya atılmış oldu.

Mal paylaşımının ilkel komünal toplumlardaki gibi idare edilememesi insanlar arasında görüş farklılıklarına sonradan da yerel çatışma ve savaşlara giden bir yola evrimleşti. Az malı ve çok malı olan insanlar bir sınıf oluşturdu. Kişiler kendi akraba ve çevrelerini kayırmaya başladı. Ahlaki ve sosyal kavramların değişmesiyle de sınıfsal farklar çoğaldı. Çıkar çatışmaları savaşları doğurdu. Birçok kişi öldürüldü. Tüm bunları korumak için devlet kurumu oluştu ancak devletlerde egemen güçler tarafından ele geçirilip, burjuvazi çıkarlarını korumak, fakirleri ezmekle sorunları daha da büyüttü. Oluşan bu yapı, kapital sistem ile günümüzde en vahşi halini almıştır.

Halbuki İslam dini bu sorunları en başından beri çözecek yöntemleri ayetlerle vahyetmişti. Gerek Tevrat Zebur ve İncil gerekse son kitap Kuran la bu sorunların çözümü detaylıca işlendi. Bakara Suresi 219. Ayette çözüm emirlerinden biridir. ” Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: “Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.” Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.’’

Kur’an da geçen surelerden birinin ismi de ‘’Tekasür’’ dür. İlgili sure ayetlerinde Çoklukla övünme yarışının insanı oyaladığından ve bu davranışlarından geri dönmedikleri takdir de Cehennem le cezalandırılacakları anlatılır. Görüldüğü gibi mal mülk ve servet konusu Kur’an’ın birçok ayetinde geçmektedir. Fecr Suresi 15-20 Ayetlerinde ‘’İnsan böyledir; Rabbi kendisini deneyip de ona cömert davranır, nimet yağdırırsa: “Rabbim bana ikramda bulundu!” der. Ama Rabbi onu sıkıntıya uğratıp rızkını ölçüye bağlarsa: “Rabbim bana ihanet etti!” der.
Doğrusu şu ki, siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz. Yoksulun doyurulmasını teşvik etmiyorsunuz. Mirası derleyip toplayıp yiyorsunuz. Malı, devşirip depolatacak bir sevgiyle seviyorsunuz.’’

Mal ve mülkü sonsuza kadar ölümsüzcesine sahiplenip açgözlüce doyumsuzca yiyen insanların despot davranışları Tanrısal gazabında habercisi olmuştur.

Devam edecek…

QOSHE - Servet Dağılımı-Mülkiyet ve İslam (1) - H.anıl Aslan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Servet Dağılımı-Mülkiyet ve İslam (1)

17 0
14.03.2024

Servet kelimesinin sözlük anlamı; Varlık, zenginlik, mal ve mülktür. Mülkiyet ise sahiplik anlamına gelir. Mülkiyet hakkı, kapitalist ekonomilerin hâkim olduğu devletlerde taşınır ya da taşınmaz bir eşya üzerinde hak sahibi kişiye istediği şekilde kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi veren bir ayni haktır. Bu sebeple mülkiyet hakkını eşya üzerinde en geniş yetki sağlayan ayni hak da denilir.

Bireysel mülkiyet hakkında kapitalist toplumlarda toplum, mülk sahiplerinin yararına boyun eğmek zorundadır. Ancak Kuran da durum böyle değildir. Mülk sahipleri toplumun yararına boyun eğmek zorundadır. Kapitalist sistemde mülk sahiplerinin mülkleriyle ilgili her türlü inisiyatifi vardır. Kuran da ise bu durum lanetlenmiştir. Malda yoksullarında hakkı olduğuyla ilgili kâfirlerin davranışları hakkında Hakka Suresi 34. Ayette ‘’Yoksulu doyurmaya özendirmiyordu’’ Yine Hakka Suresi 87. Ayette Şuayp Peygamberin malları insanlara paylaştırmakla ilgili vahiyleri iletmesine karşı toplumu şu sözleri söylemiştir. ‘’Dediler ki: “Ey Şuayb! Namazın/duan mı emrediyor sana, atalarımızın tapar olduğunu terk etmemizi yahut mallarımızda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi? Esasında sen; gerçekten yumuşak huylu, olgun bir insansın.”

İnsan serveti eline geçirdiğinde veyahut varlıklı bir şekilde doğduğunda kendisinin o servetin daimî sahibi olduğunu düşünür ve o serveti paylaşmak, insanlara yardım etmek istemez. Hâlbuki ayetlerden de anlaşılır ki mülkün gerçek sahibi Kapital liberal sistemin dediği gibi insan değildir. Nitekim Yasin Suresi 47. Ayette ‘’Onlara, “Allah’ın size lütfettiği rızıklardan dağıtın!” dendiğinde, nankörlüğe sapanlar, iman edenlere şöyle derler: “Allah’ın, dilediği takdirde yedirip doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz açık bir sapıklık içindesiniz, hepsi bu.” Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kuran’ın mesajı gayet net ve serttir.

Oluşturulan kapitalist sistemde insanlar arası bir kast sistemi oluşur. Bu sistem insanların toplumsal yaşadığı dönemlerden günümüze kadar süregelmiştir. Toplum diyagramı oluşturulursa en üst tabakada feodal güç sahipleri, kabile liderleri, kutsal din adamları günümüzdeki burjuvaziler yer alır. Tabakanın en altında ise her toplumda istisnasız işçiler köylüler ve köleler günümüzdeki asgari ücret sahipleri gelmektedir. Tüm bunlara liberalizm neden olmaktadır. Çünkü bu sistemde mal ve mülkün sahibi, kendisinin sahip olduğu şeyin mutlak hâkimi konumuna getirir. Tanrısal bir otorite kurar ve kimseye malından ve mülkünden vermek istemez. Zaten kimsenin ona bir zorlaması da olamaz çünkü mülkiyet hakkına kutsallık addedilmiştir.

Yasalar mal ve mülk sahibi servetli kişilerden oluşan üst tabakaları korur ve destek çıkar. Hatta özel mülkiyetin içeriğine, insanda olan mal ve mülk değil bizzat insanın bedeninin mülkiyeti yani kendisinin başkası tarafından kullanılma hakkı bile dahil olmuştur. Kölelik ve cariyelik buna örnektir. Bu ilgili durumun korkunç boyutlarına bir örnektir.

Toplumun bilmesi gereken kavramlardan biri de “Lehû’l Mülk’’ kavramıdır. İslam dininin genel amaçlarından biri insanların mülkiyetle ilgili tabularını yıkıp, ekonomik adaletsizliği sona erdirmektir. Tüm peygamberler bunu adaletle değiştirmek için görevlendirilmişlerdir. Bu da “Lehû’l Mülk” yâni “Mülk Allah’ındır” sözüyle yapmıştır ve bunun tüm zamanlarda da yapılmasını Yüce Allah emretmektedir. Zümer Suresi 6. Ayette geçen ‘’İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O’nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O’ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?!’’ vahyedilen cümleler mülkün tek ve daimî sahibinin Yüce Allah olduğunu aktarır. İnsanoğlu bu ayetlere uymaz ve nefsine teslim olup çok daha fazlasını ister. Paylaşımı reddeder.

Mülkü ve serveti ellerinde bulunduran tacirler, Rahipler, kâhinler, zenginler, tefeciler ve burjuvalar kurdukları bu düzenden her zaman mutlu kalmıştır. Siyonist ve kapitalist protokollerin birinde şöyle yazmaktadır. “Bizim kuvvetimiz devamlı yiyecek kıtlığı ve işçinin beden zayıflığında gizlidir. Çünkü bütün bunlar bizim arzularımızın kölesi olmasına delâlet eder. O kendi yetkileri içinde bizim arzularımıza karşı işçiyi idare hakkını, açlık daha sağlam bir şekilde bize verir. Biz, avam tabakasını açlığın........

© Adil Medya


Get it on Google Play