Bir durumun veya ilişkinin gerçekçi olmadığı, geçici ve yanıltıcı olduğu anlamına gelir.

Genellikle romantik ilişkiler için kullanılır.

Yalanlar üzerine kurulmuş bir ilişkide gerçeklerin ortaya dökülmesinden önceki “cicim aylarını” anlatır.

Hayal kırıklığı, umutsuzluk, aldatma duygularını ifade eder.

Doğadaki karşılığı da böyle üzücüdür.

Kış bütün haşmetiyle hüküm sürerken, güneşin biraz yüzünü göstermesine aldanan ağaçlar tomurcuklanır, çiçekler açar.

Soğuk yüzünü gösterdiği zaman da ne çiçek kalır ne tomurcuk.

Bize şimdi Türkiye ile Yunanistan arasında böyle bir “yalancı bahar” pazarlanıyor.

Türkiye'nin ABD'den F-16 uçaklarını almasının yolu, bir şekilde Yunanistan'ın gönlünü hoş etmesinden geçiyordu.

F-16'ların hava kuvvetleri açısından stratejik gereklilik olması bir yana, seçim öncesi milliyetçi muhafazakar damarın kabartılması için de önemliydi.

İşte bu nedenle arkasından o kadar atıp tuttuktan sonra ayağına kadar giderek elini sıktı, “dostum” diyerek övgüler yağdırdı.

Oysa çok değil, bir buçuk yıl önce “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok. Kendisiyle böyle bir görüşme yapmayı asla kabul etmiyorum. Çünkü biz sözünde duracak, şahsiyetli, onurlu siyasetçiler ile yola gideriz” demiş, bu sözlerinden birkaç ay sonra da “Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek açık açık Yunanistan'ı tehdit etmişti.

Ama ziyaret öncesi kendisine has diplomasi manevrası ile tornistan etti, geri vites yaptı. Hatta sorulan soruyu geçiştirme gereği bile duymadı, bu sözlerle Yunanistan'ı değil, terör örgütünü hedef aldığını ileri sürdü.

Neyse ki, Yunan gazeteciler pek fazla hadsizlik etmedi, ziyaret kazasız belasız atlatıldı.

Türkiye'de ise yandaş gazeteler, internet siteleri, trol hesaplar, Atina'da olup biteni köpürte köpürte yazdı, çizdi.

Hele, Schengen vizesi için konsolosluk kapılarında sürünen, aşağılanan, onurunu, gurunu ayaklar altına alan yurdum insanı için Yunan adalarına 7 günlük kapı vizesi müjdesi, adeta Şam'da kayısı oldu.

Her gece televizyonlarda soğanlı menemenden Gazze'deki tünellere, asgari ücretten Merkava tanklarının motoruna, uzay madenciliğinden ergenlik sivilcelerine kadar hemen her konuda fikri olan kadrolu yorumcular, sanki üç gün önce savaş nağraları atan kendileri değilmiş gibi dostluk, kardeşlik edebiyatıyla adeta coştu.

Gelin biz bu yalancı bahar havasına kanmayalım ve gazeteciliğin namusunu ön planda tutalım, gerçekleri yazalım.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki en önemli dosya, Ege meselesidir.

Altını kalın kalemle çizerek vurgulayalım ki, Ege'de öncelikle adil, ama iki ülke arasındaki askeri ve stratejik dengeleri de gözeten; tarihi, coğrafi ve sosyal gerçekliklerle uyumlu bir paylaşım olmadığı, siyasi sınır da buna göre çizilmediği sürece Türkiye ile Yunanistan arasında kalıcı bir barıştan söz etmek mümkün olmaz.

Aksini idda eden kör cahil değilse, yalancının önde gidenidir veya kendince farklı hesapları vardır.

Bugünün ahval ve şeraiti içinde Ege tam bir sorunlar yumağı olarak karşımızda duruyor.

Düne kadar, iki ülke arasında kıta sahanlığı, hava sahası, FIR hattı, Yunanistan'ın Lozan Antlaşması'na aykırı olarak adaları silahlandırması, Batı Trakya ve Onikiada Türklerinin milli kimliklerinin yok sayılması gibi dosyalar masada duruyorken, 1995 yılında patlak veren Kardak krizi bütün bunların yanında “egemenliği antlaşmalarla Yunanistan'a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar” meselesini ortaya çıkardı.

Daha da vahimi, bu mesele çözülmeden diğer konu başlıklarının ele alınmasının imkansız olduğu anlaşıldı.

Dış siyasetten içeri ne tahvil ederim, ne satarım diye düşünüp sonrasında hamasetin dibine vururken Yunanistan, 150 civarında olduğu tahmin edilen “coğrafi formasyonların” önemli bölümüne bayrak dikti, karakol yaptı, deniz feneri inşa etti ve bunları kendi sınırlarına kattı.

Durum böyleyken 6 yıl sonra gittiği Atina'da çıktı, "Biz Ege'yi bir barış ve işbirliği denizi haline getirelim istiyoruz. Açık söylüyorum bizim aramızda çözülemeyecek kadar hiçbir sorun yok" dedi.

Ortada somut bir adım var mı?

Sadece üç beş süslü cümle, genel geçer niyet beyanları, arka planda şark kurnazlığı ile yürütülmeye çalışılan diplomasi.

Hadi, Atina Büyükelçiliği'nde Batı Trakya davasının efsane ismi Dr. Sadık Ahmet'in ailesi ve Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu üyelerini kabul ederek gönüllerini aldınız!

Rodos ve İstanköy'de varolma mücadelesi veren bir avuç Türk'ü gündeme taşıdınız mı?

Rodos ve İstaköy'de Türk kimliği yok sayılıyor, dediniz mi?

Ya da pek sizin ilgi alanınıza girecek şekilde din, iman üzerinden gidersek, bu adalarda Osmanlı'dan miras kalan camilerinin tek tek kapatılıyor olmasına tepki gösterdiniz mi?

Bu insanlar namazını hangi camide kılacak diye sordunuz mu?

Yoksa Adalı Türkler, sizin gözünüzde Gazze'dekilerden daha mı az Müslüman!

Hariciyecilerin “Biz bunları teknik düzeyde ele alıyoruz” dediğini duyar gibiyim.

İsrail, Gazze'de Müslümanları katlediyor diye kameralar önünde atıp tutuyorsunuz ya, hadi bakalım bu meseleleri kameraların karşısında gündeme getirin.

Marifet bunları kapalı kapılar ardında, baş katip düzeyinde yapılan müzakerelerde değil, en üst düzeyde Yunan mevkidaşının gözünün içine bakarak söylemekte.

Ancak, düğün yok bayram yok eniştem beni niye öptü de demiyelim!

Bir yanda F-16'lar için ABD'ye çakılan selam, diğer yanda seçim öncesi içeride çok fazla laf söz olmasın diye Yunan adalarına 7 günlük kapı vizesiyle yurdum insanının ağzına çalınan bir parmak bal, Yunanistan'a da nükleer enerjimizi sizinle paylaşabiliriz cömertliği.

Atina'da imzalanan bildirgeye göre iki ülke, siyasi diyalog, pozitif gündem, güven artırıcı önlemler konularında devamlı, yapıcı istişarelerde bulunacak, falan filan...

Son 30 yılda onlarca belki de yüzlerce kez tekrarlanmış içi boş niyet beyanlarından biri daha!

Değirmen taşı gibi gündem öğüten Türkiye'de maalesef bu mesele en fazla üç gün konuşulur, dördüncü gün unutulur gider.

Bizimki içeride mevsimine, meşrebine göre kâh vatan, millet, Sakarya edebiyatı yaparken, kâh dostuk, kardeşlik nutukları atarken Yunanistan Türkiye'ye karşı askeri, siyasi ve stratejik mevzisini gün begün güçlendiriyor.

İki ülke arasındaki kritik denge maalesef giderek Türkiye aleyhine bozuluyor. Atina'da kimse masaya oturma niyetinde değil, çünkü biliyorlar ki hemen her açıdan avantajlı durumdalar. Bu avantajı kaybetmek istemiyorlar.

Yunanistan'ın iki ülke arasındaki meselelerin çözümüne zorlanması, müzakere masasından sonuç alınması için hamasetten veya gereksiz dostluk, kardeşlik edebiyatından çok askeri ve toplumsal güçle desteklenen direyetli bir dış siyaset gerekiyor diyerek yazımıza noktayı koyalım.

QOSHE - Yalancı bahar - Bahadır Selim Dilek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yalancı bahar

37 1
12.12.2023

Bir durumun veya ilişkinin gerçekçi olmadığı, geçici ve yanıltıcı olduğu anlamına gelir.

Genellikle romantik ilişkiler için kullanılır.

Yalanlar üzerine kurulmuş bir ilişkide gerçeklerin ortaya dökülmesinden önceki “cicim aylarını” anlatır.

Hayal kırıklığı, umutsuzluk, aldatma duygularını ifade eder.

Doğadaki karşılığı da böyle üzücüdür.

Kış bütün haşmetiyle hüküm sürerken, güneşin biraz yüzünü göstermesine aldanan ağaçlar tomurcuklanır, çiçekler açar.

Soğuk yüzünü gösterdiği zaman da ne çiçek kalır ne tomurcuk.

Bize şimdi Türkiye ile Yunanistan arasında böyle bir “yalancı bahar” pazarlanıyor.

Türkiye'nin ABD'den F-16 uçaklarını almasının yolu, bir şekilde Yunanistan'ın gönlünü hoş etmesinden geçiyordu.

F-16'ların hava kuvvetleri açısından stratejik gereklilik olması bir yana, seçim öncesi milliyetçi muhafazakar damarın kabartılması için de önemliydi.

İşte bu nedenle arkasından o kadar atıp tuttuktan sonra ayağına kadar giderek elini sıktı, “dostum” diyerek övgüler yağdırdı.

Oysa çok değil, bir buçuk yıl önce “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok. Kendisiyle böyle bir görüşme yapmayı asla kabul etmiyorum. Çünkü biz sözünde duracak, şahsiyetli, onurlu siyasetçiler ile yola gideriz” demiş, bu sözlerinden birkaç ay sonra da “Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek açık açık Yunanistan'ı tehdit etmişti.

Ama ziyaret öncesi kendisine has diplomasi manevrası ile tornistan etti, geri vites yaptı. Hatta sorulan soruyu geçiştirme gereği bile duymadı, bu sözlerle Yunanistan'ı değil, terör örgütünü hedef aldığını ileri sürdü.

Neyse ki, Yunan gazeteciler pek fazla hadsizlik etmedi, ziyaret kazasız belasız atlatıldı.

Türkiye'de ise yandaş gazeteler, internet siteleri, trol hesaplar, Atina'da olup biteni köpürte köpürte yazdı, çizdi.

Hele, Schengen vizesi için konsolosluk kapılarında sürünen, aşağılanan, onurunu, gurunu ayaklar altına alan yurdum insanı için Yunan adalarına 7 günlük kapı vizesi müjdesi, adeta Şam'da kayısı oldu.

Her gece televizyonlarda soğanlı menemenden Gazze'deki tünellere, asgari ücretten Merkava tanklarının motoruna, uzay........

© 12punto


Get it on Google Play