Güncel gelişmeleri kenarından köşesinden takip edenler, biraz olsun siyasi okur yazarlığı olanlar, Türkiye'deki siyasal İslamcı zihniyeti az buçuk tanıyanlar için yazının başlığındaki sorunun cevabı aslında bellidir.

Bu mesele, genellikle seçim öncesinde terör örgütlerinin faaliyetlerini arttırması, askerlerimize saldırması, şehit haberlerinin gelmesiyle birlikte gündeme taşınır.

Bilindik cümlelerle, bilindik hamasetle siyaset arenası hareketlenir. Televizyonlarda şehitlerin hikayeleri anlatılır, evleri, anneleri, babaları, kardeşleri üç beş habere konu olur, yaşanan acı, gündem değirmeninin taşında öğütülür.

Sonra bunlar unutulur, her şey normale döner, ta ki bir sonraki terör saldırısına kadar!

Ne yazık ki Türkiye'deki acı gerçek budur!

2002 yılından bu yana iktidarda olan siyasal İslamcılar toplumu kendi zihniyetleri doğrultusunda dönüştürmede önemli ölçüde başarılı oldu.

Artık, teröre karşı toplumda güçlü bir refleks ortaya çıkmıyor; onun yerine fütursuz bir hamasetle dinci, milliyetçi kesimin iktidarın arkasında hizalanması sağlanıyor.

Buna itiraz edenler hain olmakla suçlanıyor, düşmanlaştırılıyor.

Bu acıların tekrar tekrar yaşanmaması için gerçekten ne yapılması gerekiyor?

Terörle mücadelede uygulanacak rasyonel strateji, korsan Kara Sakal'ın kayıp sandığında bulunmuyor.

Öğrenmek istiyorsanız, bunu dert edinmiş uzmanların dünya üzerindeki örneklerini imbikten geçirdiği, sahanın tozunu, toprağını yutup barut ve kan kokusunu içine çekerek, hissederek kaleme aldığı kitaplarda terörle mücadelenin ayrıntılı reçetesi yazıyor.

Merak edenler, kapatılan Harp Akademileri'nin eski yayınlarına, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırma Merkezi'nin (SAM) 1990'lı yıllardaki makalelerine bakabilir.

Ama bunların ötesinde terörle mücadelenin stratejik boyutunu çok iyi bilen, hariciyeden ve askeriyeden önemli isimler var bu ülkede.

Gelin, okuduğumuz, öğrendiğimiz ve aklımızda kaldığı kadarıyla ana hatları üzerinden anlatmaya çalışalım.

Sonuç almak istiyorsanız ve gücünüz yetiyorsa öncelikle terörü kaynağında yok edeceksiniz!

En önemlisi bu.

Bunu başardığınızda, geri kalanını yok sayabilirsiniz.

Eğer ülkenize yönelik terör, başka ülkelerin topraklarından kaynaklanıyorsa, askeri gücünüzün yanı sıra güçlü bir diplomasinizin de olması gerekiyor.

Boş hamasetle değil, sonuç almaya yönelik bir yaklaşımla yürümek zorundasınız. Tıpkı Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması sürecinde olduğu gibi. Terörü besleyen artık kimse, sizin söylediklerinizin altının boş olduğunu düşünmemeli.

Olmadı mı, o zaman lider kadrosunu etkisizleştireceksiniz.

Örgüt içindeki emir komuta zincirini ortadan kaldıracaksınız. Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından sonra örgütün bitme noktasına gelmesinin nedeni de tam olarak budur! Yılanın başının ezilmesi meselesi yani!

Sonra örgütün militan kaynağını ve finansal kaynaklarını kurutmak gerekiyor.

Örgüte katılımların sıfırlanması söz konusu olmalı. Bu da meselenin sosyolojik ve psikolojik yönüne işaret ediyor ki, en az terörün kaynağında kurutulması kadar önemli. Terör örgütünün bugün için tam bir narko yapı olduğu düşünüldüğünde, bunun önüne geçmek için uluslararası destek almanın önemine ayrıca işaret etmek gerekiyor.

Son ve en önemli madde ise terör örgütünü maşa olarak kullanan ülkelerin sağladığı siyasi ve lojistik desteğin kesilmesi!

Zurnanın zırt dediği yer zaten burası.

Eğer ki, son maddeyi yapamıyorsanız, örgüte verilen siyasi ve lojistik desteğin kesilmesini sağlayamıyorsanız, maalesef geri kalanı lafı güzaf olacaktır. Bu meseleyi bir miktar kıraat edenler de biliyor ki terörle mücadelenin yüzde 80'i diplomasi, yüzde 20'si askeridir. Diplomasi başarısı olmadan askeri başarının gelmesi mümkün olmaz.

Altını kalın kalemle çizerek yazalım.

Türkiye, bu aşamadan sonra sonuç almak ve ülkeyi bu beladan kurtarmak istiyorsa terör meselesini ABD, Rusya, AB ve İsrail ile mutlaka ve mutlaka “stratejik” olarak konuşmalıdır.

İçeriye satılması için yapılan, havanda su dövülen göstermelik toplantıların göz boyamaktan öte bir işe yaramadığı ortada.

Herkes biliyor ki terör örgütünü destekleyenlerin başında ABD ve AB geliyor.

ABD, Suriye'nin kuzeyinde açık açık silah ve eğitim desteği sağlıyor. Bölgede bir karakol devlet haline gelmesi için elinden geleni yapıyor.

AB'nin ise hem siyasi hem parasal desteği var. AB üyesi ülkelerin gizli servis elemanları Suriye'nin kuzeyinde, Irak'ın Kürt bölgesinde adeta cirit atıyor.

Örgütün, Belçika, Hollanda, Almanya, Fransa ve İngiltere ile yakın ilişki içinde olduğunu Bağdat'taki sağır sultan bile biliyor.

Rusya geri planda duruyormuş gibi görünse de örgütle yakın ilişki içinde olduğu sır değil. Üstelik Moskova'da büro açmasına izin vererek terör örgütünü siyaseten meşrulaştırmış durumda. İstediği zaman, istediği gibi örgütü kullanıyor; gerektiği zaman bunu açık açık görüşme masasına bir tehdit unsuru olarak koyabiliyor.

Açıkça söyleyelim; Türkiye, küresel ve bölgesel açıdan stratejik çıkarlarına halel getireceğini hissettirmeden ABD'nin terör örgütüne desteğini kesmesini sağlayamaz.

Yani, artık şehit haberleri gelmesin istiyorsa karşıdan gelecek misillemeyi de göze alarak, bir şekilde ABD'nin canını yakması gerekiyor.

Washington'dakiler, Türkiye gibi bir müttefiki kaybetmenin ve hatta düşmanlaştırmanın faturasının terör örgütünü desteklemekten ucuz olmadığını bilmeli.

Washington yönetiminin dış siyasetteki pragmatizmini iyi analiz ederek yürümesi durumunda, Türkiye'nin sonuç almaması mümkün değil. Bunun örneklerini görmek için ABD'nin son 50 yıldır yürüttüğü diplomatik ilişkilere bakmak yeterli olacaktır.

Peki Türkiye ne yapabilir?

İlk aşamada akla gelenler; ABD'nin Türkiye'deki üsleri kapatılabilir, askeri personelini kapı dışı edilebilir ama daha önemlisi, aleyhteki muhtemel sonuçlarını da göze alarak iki ülke arasında geniş bir işbirliği çerçevesi çizen 1980 tarihli Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması'nı askıya alabilir.

Üçüncü ülkelerdeki hem ikili hem de NATO misyonu çerçevesinde yürütülen askeri operasyonları sonlandırabilir.

Suriye ile ilişkilerini normalleştirip, ABD'nin bu ülkedeki varlığını baskı altına alabilir.

Hatta, Türkiye'nin küresel denklemdeki yerini gözden geçirebileceği mesajını verebilir.

Burada, İsmet İnönü'nün Johnson mektubuna verdiği cevabı hatırlatalım.

Ukrayna var, Karadeniz var...

Listeyi uzatabiliriz... Yeter ki, güçlü bir siyasi irade ortaya konsun.

AB'ye karşı ise Türkiye'nin elinde koskoca bir “sığınmacı” kozu bulunuyor. Boş laflarla değil ama Türkiye'nin bu kozu ciddi ciddi masaya koyması durumunda AB'nin kayıtsız kalması söz konusu olmayacaktır.

Çünkü AB üyesi ülkelerin önde gelenleri sığınmacı meselesini bir beka sorunu olarak görüyor. Türkiye'nin kapıları açması durumunda Batı medeniyetinin temellerinin sarsılması bile söz konusu!

Ancak, Rusya meselesi sıkıntılı.

Çünkü, düşman olmadığı her ülke ile asimetrik ilişki kuran Moskova yönetimi başta enerji meselesi olmak üzere Türkiye'nin birçok alanda elini kolunu bağlamış durumda. Ama geleneksel Türk diplomasisinin burada da bir siyasi manevra alanı bulması mümkün. Yeter ki, siyasi irade bu yönde bir karar alsın ve siyasi pozisyonunu halktan aldığı destekle tahkim etsin.

Şimdi burada duralım ve günün 10 puanlık uzman sualini soralım.

Türkiye'deki, varlığını ve meşruiyetini Atlantik ötesine borçlu olan mevcut siyasal İslamcı iktidar bunları yapabilir mi, terör örgütüne her türlü desteği sağlayan ABD, AB ve Rusya ile bu meseleyi stratejik olarak konuşabilir mi, buna cesaret edebilir mi? Sonuçlarını göze alabilir mi?

Yazının başlığına atıf yaparak bu sorunun cevabını okuyucuya bırakalım ve yazımıza noktayı koyalım.

QOSHE - İktidar terörü bitirmek istiyor mu! - Bahadır Selim Dilek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İktidar terörü bitirmek istiyor mu!

10 9
18.01.2024

Güncel gelişmeleri kenarından köşesinden takip edenler, biraz olsun siyasi okur yazarlığı olanlar, Türkiye'deki siyasal İslamcı zihniyeti az buçuk tanıyanlar için yazının başlığındaki sorunun cevabı aslında bellidir.

Bu mesele, genellikle seçim öncesinde terör örgütlerinin faaliyetlerini arttırması, askerlerimize saldırması, şehit haberlerinin gelmesiyle birlikte gündeme taşınır.

Bilindik cümlelerle, bilindik hamasetle siyaset arenası hareketlenir. Televizyonlarda şehitlerin hikayeleri anlatılır, evleri, anneleri, babaları, kardeşleri üç beş habere konu olur, yaşanan acı, gündem değirmeninin taşında öğütülür.

Sonra bunlar unutulur, her şey normale döner, ta ki bir sonraki terör saldırısına kadar!

Ne yazık ki Türkiye'deki acı gerçek budur!

2002 yılından bu yana iktidarda olan siyasal İslamcılar toplumu kendi zihniyetleri doğrultusunda dönüştürmede önemli ölçüde başarılı oldu.

Artık, teröre karşı toplumda güçlü bir refleks ortaya çıkmıyor; onun yerine fütursuz bir hamasetle dinci, milliyetçi kesimin iktidarın arkasında hizalanması sağlanıyor.

Buna itiraz edenler hain olmakla suçlanıyor, düşmanlaştırılıyor.

Bu acıların tekrar tekrar yaşanmaması için gerçekten ne yapılması gerekiyor?

Terörle mücadelede uygulanacak rasyonel strateji, korsan Kara Sakal'ın kayıp sandığında bulunmuyor.

Öğrenmek istiyorsanız, bunu dert edinmiş uzmanların dünya üzerindeki örneklerini imbikten geçirdiği, sahanın tozunu, toprağını yutup barut ve kan kokusunu içine çekerek, hissederek kaleme aldığı kitaplarda terörle mücadelenin ayrıntılı reçetesi yazıyor.

Merak edenler, kapatılan Harp Akademileri'nin eski yayınlarına, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırma Merkezi'nin (SAM) 1990'lı yıllardaki makalelerine bakabilir.

Ama bunların ötesinde terörle mücadelenin stratejik boyutunu çok iyi bilen, hariciyeden ve askeriyeden önemli isimler var bu ülkede.

Gelin, okuduğumuz, öğrendiğimiz ve aklımızda kaldığı kadarıyla ana hatları üzerinden anlatmaya çalışalım.

Sonuç almak istiyorsanız ve gücünüz yetiyorsa öncelikle terörü kaynağında yok edeceksiniz!

En önemlisi bu.

Bunu başardığınızda, geri kalanını yok sayabilirsiniz.

Eğer ülkenize yönelik terör, başka ülkelerin topraklarından kaynaklanıyorsa, askeri gücünüzün yanı sıra güçlü bir diplomasinizin de olması gerekiyor.

Boş hamasetle değil, sonuç almaya yönelik bir yaklaşımla yürümek zorundasınız. Tıpkı Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması sürecinde olduğu gibi. Terörü besleyen artık kimse, sizin söylediklerinizin altının boş olduğunu........

© 12punto


Get it on Google Play