“Son 22 yılda ortalama kur ile 2 trilyon 756 milyar 502 milyon dolar vergi toplandığı, buna yarım trilyon dolara yakın borçlanmayı, özelleştirme gelirlerini de eklerseniz muazzam bir milli servet yaratıldığını düşünürseniz böyle bir coğrafyada halen halkın önemli bir bölümünün yaşamakta olduğu açlık, yokluk, yoksulluk normal midir? Ortada ciddi bir ‘paylaşım ve bölüşüm’ sorunu yok mu?”

Gençlerle konuşmalarımda söz dönüyor dolaşıyor hepsinin kafasının gerisindeki “İnsanlar nasıl zenginleşiyor, biz nasıl zenginleşeceğiz?” sorusuna takılıyor. Daha orta yaş üzerindekiler ise ellerindeki küçük ya da büyük zenginliği değer kaybettirmeden nasıl koruyabileceği, hangi yatırım araçlarına yöneltebileceği üzerine yoğunlaşıyor.

Kimileri çoğu zaman kaynağı meçhul, alın teri ile dürüstçe kazanılması zor milyon ya da milyarlarca dolar ile hoyratça oynar, şatafatlı bir yaşam sürerken kimisi 15,000 TL emekli maaşı ile nasıl ev kirası ödeyip yemek masraflarını karşılayacağına, çocuklarının eğitim harcamalarını ödeyeceğine kafa yoruyor, işin içinden çıkamayınca da çaresizlikten çırpınıyor.

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması 15,000 TL’nin üzerinde. Bu, açlık sınırı. Nüfusun yüzde 60’i böyle yaşıyor. Gıda dahil diğer tüm temel harcamaları için bir haneye girmesi gereken aylık toplam gelir tutarı ise 49,000 TL civarında. Bu da yoksulluk sınırı. Ülkenin yüzde 38’i, yani 33 milyon civarında insanımız da işte bu sınırın altında. Doğru dürüst yaşam süren geride yüzde kaç nüfus kalıyor, onu da siz hesaplayın artık.

Bu dengesiz manzara sadece bize özgü değil. Daha vahimi az gelişmiş Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde de yaşanıyor. GSMH bakımından dünyanın en zengin bölgesi ile en yoksul bölgesi arasında yaklaşık 220 katlık bir fark var.

Yoksulluğun nasıl olduğu ortada, sır perdesi yok onunla ilgili ama “nasıl zenginlik, servet yaratılır?” diye soracak olursak, benim dışarıdan gözlediğim kadarıyla, “namussuz ve namuslu” başlıca seçenekler şöyle:

Bunlar ve sizin de ekleyebileceğiniz yöntemler tabii ki gayrinizamı ve ahlaki olmayan servet edinme yöntemleri. Alın terinizle para kazanmak hiç kolay değil ülkemizde. Bugünkü ağır enflasyon, yüksek faiz, rüşvet, yolsuzluk, uluslararası alanda “Made in Turkey” marka aşınması ve piyasa belirsizliği olan bir ortamda üretimden kazanç elde etmek adeta imkansız. Fabrikası, kirası, makinası, işçisi, sigortası, kredisi, vergisi, hammaddesi, işletmesi, taşıması…kazandığınızı silip süpürüyor, sizi sürekli borçta tutuyor şayet çok istisnai ve yüksek değerli bir üretimde, ve görülmedik bir teknoloji, tasarım ve inovasyon işinde değilseniz. Ya da Çin ve Hindistan gibi milyarlarca tüketici ve hizmet kullanıcı pazara hizmet etmiyorsanız.

Döviz, tahvil, bitcoin ve emtia ticaretinden düzgün para kazanılıyor tabii ki, şayet isabetli öngörüleriniz ve iyi bağlantılarınız varsa. Profesyonel ücretliler ise kazanıyor ama geliri ile ne fakirleşiyor ne de zenginleşiyor nihai analizde.

Son 22 yılda ortalama kur ile 2 trilyon 756 milyar 502 milyon dolar vergi toplandığı, buna yarım trilyon dolara yakın borçlanmayı, özelleştirme gelirlerini de eklerseniz muazzam bir milli servet yaratıldığını düşünürseniz böyle bir coğrafyada halen halkın önemli bir bölümünün yaşamakta olduğu açlık, yokluk, yoksulluk normal midir?

Ortada ciddi bir ‘paylaşım ve bölüşüm’ sorunu yok mu? Bizden çok sonra kalkınma hamlesi başlatan dünün yoksulları Kore, Çin, Vietnam, Romanya gibi ülkeler neden bize nal toplatıyorlar bugün?

Atatürk’ün 1923-1938 arası 15 yılda ekonomide, dış politikada, kültürde, eğitimde gerçekleştirdiği devrimci dönüşümler ile son 15 yılda (2009-2024) tüm uluslararası endekslerde, günlük yaşamımızda nasıl gerilediğimiz kıyaslanırsa nasıl bir tablo görüyorsunuz? 2024-2039 arası 15 yılda bizleri ne bekliyor?

Hani her aklımıza geldikçe nüfusumuzun genç olduğunu, dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde yaşlanma krizi yaşanırken gelecek için bunun büyük avantaj olduğunu söylüyoruz.

Cumhurbaşkanı üç hatta beş çocuk yapın diye çağrı yapıyor ama hem daha mevcut gençliğimize sahip çıkarmıyoruz hem de geçim sıkıntısının tavan yaptığı bir dönemde kimsenin ikinci çocuğa bile gücü yetmiyor. Tarihimizde ilk kez nüfus artışı devede kulak kaldı 2023’de. Yani, böyle giderse 100 milyonu ancak rüyamızda göreceğiz. Artan nüfus daha ziyade Suriyeli, Afgan, Iraklı, Afrikalı yasadışı göçmenlerin nüfusu. Çok ciddi sosyal, etnik, güvenlik ve ekonomik sorunları da beraberinde getiren bir nüfus.

Dahası, Türkiye’nin teminatı diye yere göğe sığdıramadığımız yeni genç nesillerin eğitimi, istihdamı, fiziksel ve zihinsel gelişimi için gerekli olan değerli kaynakları neden bir avuç müteahhidin rantına, varlıklı tasarruf sahiplerinin kur korumalı mevduat hesaplarına faiz ödemeye aktarmayı seçiyor bugünkü yönetim?

Bu cehaletten mi kaynaklanıyor yoksa kasıtlı bir kendi yakın işadamlarını zenginleştirme projesi mi?

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Aboneliğinizi onaylamak için gelen veya istenmeyen posta kutunuzu kontrol edin.

QOSHE - Zenginleşme ve yoksulluk: Ortada ciddi bir sorun var - Mehmet Öğütçü
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Zenginleşme ve yoksulluk: Ortada ciddi bir sorun var

16 0
08.03.2024

“Son 22 yılda ortalama kur ile 2 trilyon 756 milyar 502 milyon dolar vergi toplandığı, buna yarım trilyon dolara yakın borçlanmayı, özelleştirme gelirlerini de eklerseniz muazzam bir milli servet yaratıldığını düşünürseniz böyle bir coğrafyada halen halkın önemli bir bölümünün yaşamakta olduğu açlık, yokluk, yoksulluk normal midir? Ortada ciddi bir ‘paylaşım ve bölüşüm’ sorunu yok mu?”

Gençlerle konuşmalarımda söz dönüyor dolaşıyor hepsinin kafasının gerisindeki “İnsanlar nasıl zenginleşiyor, biz nasıl zenginleşeceğiz?” sorusuna takılıyor. Daha orta yaş üzerindekiler ise ellerindeki küçük ya da büyük zenginliği değer kaybettirmeden nasıl koruyabileceği, hangi yatırım araçlarına yöneltebileceği üzerine yoğunlaşıyor.

Kimileri çoğu zaman kaynağı meçhul, alın teri ile dürüstçe kazanılması zor milyon ya da milyarlarca dolar ile hoyratça oynar, şatafatlı bir yaşam sürerken kimisi 15,000 TL emekli maaşı ile nasıl ev kirası ödeyip yemek masraflarını karşılayacağına, çocuklarının eğitim harcamalarını ödeyeceğine kafa yoruyor, işin içinden çıkamayınca da çaresizlikten çırpınıyor.

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması 15,000 TL’nin üzerinde. Bu, açlık sınırı. Nüfusun yüzde 60’i böyle yaşıyor. Gıda dahil diğer tüm temel harcamaları için bir haneye girmesi gereken aylık toplam gelir tutarı ise 49,000 TL civarında. Bu da yoksulluk sınırı. Ülkenin yüzde 38’i, yani 33 milyon civarında insanımız da işte bu sınırın altında. Doğru dürüst yaşam süren geride yüzde kaç nüfus kalıyor, onu da siz hesaplayın artık.

Bu dengesiz manzara sadece bize özgü değil. Daha vahimi az gelişmiş Asya, Afrika ve Latin Amerika........

© yetkinreport.com


Get it on Google Play