Futbol hiçbir zaman yalnızca futbol değil. 1990’da Zagreb’de oynanan bir maç sırasında tribünlerde başlayan olaylar Yugoslavya iç savaşının ve ülkenin dağılışından ilk kıvılcımı olmuştu. 12 Mart 2004’te Kamışlo’da oynanan bir futbol maçında karşı takım taraftarlarının Kürt taraftarlara küfürlü ve silahlı saldırısı Suriye’deki Kürt isyanının başlangıcı oldu; Rojava devrimine dönüştü. Bu örneğin ilk çağrışımı, Amedspor’a yapılan ve son kez Bursaspor maçında tekrarlanan sistematik saldırılardır. Daha geniş bakılırsa, Suudi kraliyetinin ilk Türk cumhurbaşkanına kırmızı kart gösterme skandalının da benzer tehlikeler içerdiği görülecektir. Bu vakanın, yeni yılın ilk günlerine bir diplomatik kriz hediye etmesinin kaçınılmazlığı ötesinde iç siyasette yarattığı milli infial ve yol açması muhtemel laik-atak*daha da düşündürücü. Burada, Erdoğan rejimine 28 Şubat tadında bir balans ayarı tezgâhının kokusunu almamak imkânsız. Ergenekoncular harladıkları bu kolektif psikopatolojik alevi ne ölçüde, hangi araçlarla ve nasıl kontrol altında tutmayı planlamışlar; yeni yılda ilk öğreneceklerimiz bunlar olacak.

Suudilerin Türk cumhuriyetinin yüzüncü yılında yasakladığı Türkçü semboller arasında milli marşın da olduğu söyleniyor. Bayrak göstermeyi de abartmama uyarısında bulunmuş olabilirler. Türkçü popülizmin bayrak obsesyonu, devletin bayrağı bir ceza aracı olarak kullanmasıyla el ele yürüyor. Milli kanaat önderleri, 2023 yılının son bir ayında çoğunlukla Şeyh Sait’e hain demeyi reddedenleri telin etmekle meşgul oldular. Bunlar arasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı hilafına yıllardır Selahattin Demirtaş özellikle kınanarak lanetlendi. Bu ruh hali uyarınca derhal vaziyet alan bazı Türk savcıları, Şeyh Sait’in torunlarından Ruşen Fırat’a bir ceza davası açmak suretiyle koroya katıldılar. Hakim, Fırat’a tarihte benzeri az görülür bir ‘yasal’ ceza verdi: sosyal medya hesabından her gün Türk bayrağı görüntüsü paylaşma cezası. Buradan anlaşılan Türkçü törede, kırımda sürekliliğin yani kırıma maruz kalan ilk kuşağın ardından soyun hayatta kalan nesillerini de cezalandırma prensibi olsa gerekir.

Devletin resmi Türkçü sembollerinin cezalandırma aracı olması bayrakla sınırlı değil. Suudilerin geçtiğimiz günlerde yasaklama teşebbüsünde bulunduğu Türk milli marşı da öyle. Marşın iki kıtasından ibaret güftesini yeterince yüksek sesle okumayanlar 12 Eylül’ün askeri cezaevlerinde işkenceyle cezalandırılıyorlardı. Diyarbakır cezaevindeyse bütün kıtalarını ezberlemeyenler insan tahayyülüne sığmayan sadist yöntemlerle cezalandırıldılar. İstiklal marşı ve benzeri sebeplerle yüzlerce Kürt mahpusu işkenceden geçiren Esat Oktay Yıldıran adlı şahsın adı da yılın son haftası içinde “şehit” mahlasıyla taltif edildi. Demek ki işkencede de dokunulmazlık, ödüllendirme ve devamlılık esasmış. İzmir Buca kaymakamının bizatihi faili olduğu bu ödüllendirme girişiminden anlaşılan da bu prensip olsa gerekir. İzmir’de bir ilkokula o şahsın adı verildi; AKP yönetimindeki bazı Kürt işkence mağdurlarının ısrarıyla geri alındı. O isimli bir ilkokulda çocuklara neyin talim ve terbiyesinin verilecek olduğu üzerine düşünmek her Türkün yurttaşlık görevidir.

Yılın son ayında tetiklenen bir tartışma da şehitlerin şehit edilmesini kınama bildirisine CHP’nin imza atmamış olması oldu. Bu kontekstteki milli histerinin derecesi ya da yaygın tabirle devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez “hassasiyetinin” korkunç boyutları nedeniyle konunun nesnel ya da eleştirel bir gözle ele alınmasını belirsiz bir tarihe ertelemek doğru olur.

Son ayda ortaya saçılan bu semptomların ötesinde, dünya üniversitelerinin akademik özgürlük endeksi açıklandı ki Belarus, Burma/Myanmar, Ekvator Ginesi ve Kuzey Kore gibi rejimlerin öğretim kurumlarıyla birlikte Türkiye üniversiteleri, en kötü yüzde on grubuna dahil oldu. Cezası tescilli tarikat ağalarına tapınmayı sürdürürken Noel babanın pedofil olduğu fantezisiyle yaşatılan, “bana tahsilli değil cahil genç nesiller lazım” diyen adamların üniversitelere rektör ve dekan yapıldığı, 4000 profesörüyle taşraya yayılarak üniversite kavramını kasaba ortaokulu kıvamına getirmeyi başarmış bir memleketin layık olduğu bir yılbaşı hediyesi.

Gelmiş geçmiş olsun: 2023 bitti.

* Laik atak: İsim babası, isminin açıklanmasını istemeyen bir şairdir.

QOSHE - Geçmiş bir yılın içinden Türkçü, futbolcu, işkenceci, talim ve terbiyeci manzaraları - Yazarlar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Geçmiş bir yılın içinden Türkçü, futbolcu, işkenceci, talim ve terbiyeci manzaraları

10 0
30.12.2023

Futbol hiçbir zaman yalnızca futbol değil. 1990’da Zagreb’de oynanan bir maç sırasında tribünlerde başlayan olaylar Yugoslavya iç savaşının ve ülkenin dağılışından ilk kıvılcımı olmuştu. 12 Mart 2004’te Kamışlo’da oynanan bir futbol maçında karşı takım taraftarlarının Kürt taraftarlara küfürlü ve silahlı saldırısı Suriye’deki Kürt isyanının başlangıcı oldu; Rojava devrimine dönüştü. Bu örneğin ilk çağrışımı, Amedspor’a yapılan ve son kez Bursaspor maçında tekrarlanan sistematik saldırılardır. Daha geniş bakılırsa, Suudi kraliyetinin ilk Türk cumhurbaşkanına kırmızı kart gösterme skandalının da benzer tehlikeler içerdiği görülecektir. Bu vakanın, yeni yılın ilk günlerine bir diplomatik kriz hediye etmesinin kaçınılmazlığı ötesinde iç siyasette yarattığı milli infial ve yol açması muhtemel laik-atak*daha da düşündürücü. Burada, Erdoğan rejimine 28 Şubat tadında bir balans ayarı tezgâhının kokusunu almamak imkânsız. Ergenekoncular harladıkları bu kolektif psikopatolojik alevi ne ölçüde, hangi araçlarla ve nasıl kontrol altında tutmayı planlamışlar; yeni yılda ilk öğreneceklerimiz bunlar olacak.

Suudilerin Türk cumhuriyetinin yüzüncü yılında yasakladığı Türkçü semboller arasında milli marşın da olduğu söyleniyor. Bayrak göstermeyi de abartmama uyarısında bulunmuş olabilirler. Türkçü popülizmin bayrak obsesyonu, devletin bayrağı bir ceza aracı olarak kullanmasıyla el ele yürüyor. Milli kanaat........

© Yeni Yaşam


Get it on Google Play